- 968 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SAZLIKTAN KOPAN SEVDALAR
İnsanlar vardır, gün doğarken doğarlar; gün batarken ölürler!.. Yine insanlar vardır, bedenleri toprak olsa da ölmezler! Onların fikir pınarlarında hayat bulur, rengarenk çiçeğe döner fidanlar… Mevlana İslam’ın bahçesinde yetişen bir güldür. O Peygamber kokulu ahlakıyla sevgi ve hoşgörünün 21. yy’da önderi, günahkarların arınmak için koştuğu bir okyanustur. Nice gönüller bu okyanusta arındı ve Hakk’a yürüdü…
İnsanı yaratan ve onu yeryüzüne halife kılan Cenab-ı Hak (c.c), aynı zamanda insanı yaratılmışların en üstünü kıldı…
İslam, bireyi esas alarak toplumsal mutluluğa ulaşmayı temel amaçlarından biri sayar. Bunun içindir ki; alemleri yüzü suyu hürmetine yarattığı peygamber (s.a.v.)’e: “Ey habibim! Sen ıslah memuru değilsin; sen sadece tebliğ et!..” derken; aynı zamanda yer yüzünde halifesi kıldığı kullarına da yaşayacakları hayatın yol haritasını göstermiş ve insanın yaratılış amacına vurgu yapmıştır. İşte, Hz. Mevlana’yı yetiştiren ruh ve felsefe budur!..
Hz. Mevlana’yı “sevgi” ve “hoşgörü” önderi yapan temel esaslar: İslam, Tevhid, Tebliğ, Sorumluluk, Ahlak ve İnandıklarını yaşamadır.
İslam, inanç temeli üzerine kuruludur. İnanç, bireyin ve toplumun ruhudur! Bu ruh manevi açlığa itilirse toplumu ayakta tutan dinamikler çöker. Mevlana yaşama sorumluluğunu bu anlayış üzerine bina etmiş; yaşadığı toplumun iman kalesini sevgi ve hoşgörü harcıyla inşa etmiştir.
Hz. Mevlana, İslam’ın “Tevhid” inancından beslenerek, “Tebliğ” metoduyla fikirleriyle ışık saçmış, Hz. Peygamber (s.a.v) efendimizi ve yaşantısını kendine rehber edinmiştir. Onun fikirlerinin saçtığı ışığın etrafında herkes bir “semazen” olmuştur.
Mevlana’nın hayatı sosyal sorumluluklar üzerine kuruludur. Bilenlerin, bilmeyenlere öğretmesi ilahi hükmünü, görev addeder. Bu anlayış onu toplumun ayrılmaz bir parçası kılmış, insanların dertleriyle dertlenmiştir. İnsanların sıkıntılarını sinesinde eriterek onların sıkıntılarına çözümler üretmiştir. Onun bu fedakarlık anlayışı gönülleri fethetmiştir.
İlmin deryasında yelken açanlar, nefs-i emmarenin ıslahıyla uğraşıp nefslerini mutmain kılarak insan-ı kamil olmanın ne kadar büyük bir mertebe olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ama bu dünyada cenneti satın alabilmek için diğer insanlara karşı sorumluluklarının da şuurundaydılar. Onun için sadece kendileri için yaşamadılar.
Zamanı aşan fikirleriyle gönüller sultanı olan Hz. Mevlana: “Ey gönül! Ebedi kalmayacak padişahlığı, rüya bil!..” demiş; yaratılış gayesinin sancağını gönüllerimizin direğine çekerek “ben”in ötesine geçmiş; mayası sevgi olan “insan”ı, hoşgörüyle kucaklaşmıştır.
Hz. Mevlana bir ahlak abidesiydi. Yaşadığı hayatta çelişkiler yoktu. Herkese merhametle yaklaşır “ayıpları örten” olurdu… O toprak kadar cömertti. Çiçeğin suya; insanın sevgiye muhtaçlığını iyi bildiği için gönüllerdeki ayrık otlarını ahlak çapasıyla çapalamış, sevgiyle ve hoşgörüyle suladığı gönülleri çöl olmaktan korumuştur.
Tüm zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah (c.c)’ın halife kıldığı mümin kullarının gönlüne sığabilecek kadar merhameti; Hz. Mevlana’yı gönüllerin yolcusu kılmıştır
Varlık sebebimiz, iki cihan güneşi Hz. Muhammed (s.a.v)’e: “Ey habibim! Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım!” diyerek; yaratılışın sırrını “sevgi” ye yükleyen Cenab-ı Hak, aynı zamanda sevginin kaynağına da işaret ediyordu. İşte bu ruh ve inanç felsefesiyle yaşayanlar; gönül ülkesinde bir ömür boyu, sevgi seccadesinde yüce Allah’a hamd ettiler; Hz. Peygamber (s.a.v)’e aşık oldular; gönül ülkesinin sultanı oldular!..
Hoca Ahmet Yesevi oldular, yer yüzünde Allah’ın Resulü (s.a.v)’den daha fazla yaşamayı ve dolaşmayı kendilerine ar sayıp kalan ömrünü yerin altında yaşayarak tamamladılar. Yunus oldular, önce gönüle girdiler. Ve Mevlana oldular, sevgi, hoşgörü ve merhamet ülkesinin sultanı oldular!..
Gönüllere ekilen bu tohumlar, necip Türk milletinin “Devlet-i Ebed Müddet” mefkuresi ve ahlak felsefesi oldu!..
Ülkeler, kılıçla fethedilir; ancak adaletle korunur ve yaşatılır!..
Türk cihan hakimiyeti ülküsüyle tarihe imza atan ecdadımız; Mevlana gibi büyük tasavvuf mürşitlerinin ve İslam’ın ışığından feyz alarak Allah’ın rızasını kazanmayı, yaşadıkları hayatın temel felsefesi olarak gördüler… Önce, bu mürşitlerin ilahi aşk ateşiyle tutuşturdukları “sevgi” ve “hoşgörü” kazanlarında piştiler; her şeyden önce gönüllerin fethedilmesinin peygamberi bir ölçü olduğunu idrak edip, Yunus’un:
“Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaratılanı hoş gördük
Yaratan’dan ötürü!..”
mısralarına teslim olup aman dileyene kılıç kaldırmadılar… Fatih oldular, mazlumlara sevgi ve merhamet elini uzattılar. Kanuni oldular, adaletle hükmettiler. İnsanlara hizmet etmeyi Hakk’a hizmet olarak gördüler. Yunus misali, “dövene elsiz, sövene dilsiz…” oldular. Öyle ki, “Topraklarımda haçlı çizmesi görmektense, Osmanlı serpuşu (külahı) görmeye razıyım.” diyen Bizans İmparatorunu bile kendilerine hayran bıraktılar.
Mevlana inandığını yaşayan büyük bir mütefekkir şairdir! Eserlerinde kullandığı dil, petekten damlayan bal gibidir. Bu balın tadına varan kişiler Mevlana’ya bağlanır, ona gönül verirler:
“Şefkat ve merhamette güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmekte gece gibi ol,
Sahavet ve cömertlikte akarsu gibi ol,
Tevazu ve mahviyette toprak gibi ol,
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol”
kelimelerinin can bulduğu bu mısralar evrensel bir boyut kazanarak duygularımızdaki sınırları kaldırır; bizi vatanı olmayan ülkeye yani, “Sevgi ve Hoşgörü” ye götürür!.. Bu ülke Hz. Mevlana’nın “ben” ötesinde kurduğu bir ülkedir ki; Mevlana’yı “İslam” ile anmaktan korkan “Batı” yı bile kutlu bir seslenişin büyüsüne kaptırmış ve bu davete icabet ettirmiştir:
“Gel gel!.. Yine gel!.. Kafir, mecusi, putperest olsan da yine gel… Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir! Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel!..”
800 yıldır bu iklimde yıkanan ruhlar; evrensel bir dil olan sevgi ve hoşgörünün bayrağını gerçek sahibi olan Hz. Mevlana’ya teslim etmiş; onu şahsına münhasır unvanların ötesinde bir sevgi ve hoşgörü önderi yapmıştır.
Ney’in nağmeleriyle “Ölüm gününe düğün günü” diyen ve ebedi “Nur” a pervane olup kanat çırpan Mevlana asıl yurduna göçtü… Ama onun sevdası insanlığın gönül yurdunda aradan 800 yıl geçmesine rağmen semah yapmaya hala devam ediyor…
FEYYAZ ALBAYRAK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.