- 2040 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (7)
......... devam
e. Mû’cize olgusu
Bugün Müslümanlar peygamberlerinin birçok mucize gösterdiğine inanırlar. Tarih içinde anlatılan bu mucizelerin rivayetlerinin tarihsel boyutunu ele alabiliriz. Tarihe konulan bilgilerin kesinlik konusundaki tartışmalar tarihçilere ait. Bu yönde gelen bilgiler tarihçiler tarafından incelenebilir. Ancak burada tarih araştırması yerine, Allah’ın gönderdiği ayetlerde mucize konularının nasıl geçtiğine bakmanın yararlığı olacağına inanıyorum. Sonuçta, Müslümanlar inançlarını oluştururken, Kur’an-ı esas alacaklardır. Çünkü Müslümanların inancını tarih veya tarihten gelen tartışmalı bilgiler oluşturmayacaktır. Eğer Müslümanların inançlarını, tarih veya tarihten gelen bilgiler oluşturursa, o zaman ayetlerin indiği döneme, yani başa dönmüş oluruz. Zira Allah; inançlarını tarih veya tarihten gelen bilgilere göre oluşturanların inancına “ATALAR DİNİ” demektedir. Atalar dini, Allah’ın gönderdiği bilgilerin dışında, insanların kendi yasalarına, örflerine, kahramanlarına, liderlerine, kutsal saydığı değerlere göre üretilen dindir. Bütün bu değerler insanların ideolojilerini, inançlarını, düşüncelerini, yaşam biçimlerini oluşturduğunda bireysel, toplumsal din (yaşama düzeni) haline gelir. Allah’ın resulleri aracılığıyla gönderdiği ayetler, insanları atalarından gelen dinden ayırarak, Allah’ın dinine çağırır. Allah’ın çağrısına uyan insanlar, inançlarını, düşüncelerini, yaşam biçimlerini Allah’ın dinine, yani bireysel, toplumsal yaşama düzenine göre yaparlar. Tarihler boyunca bu iki farklı yaklaşım insanlık yolunun ayrımı olarak karşımıza çıkar.
Mucize ile ilgili ayetlere geçmeden önce, mucize kelimesinin anlamı üzerinde durmamız gerekiyor.
Ülkemizin resmi sözlüğü Türk Dil Kurumunun sözlüğünde;
Mucize; isim, din bilimi. (mu:cize) Arapça mu’cize
1. isim, din bilimi: Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller, tansık (aklın alamayacağı kadar olağanüstü olay)
2. İnsanları hayran bırakan, tabiatüstü sayılan olay
3. İnsan aklının alamayacağı olay
"Şırınga nasılsa umduğumdan çok daha iyi bir tesir yaptı ve zavallı Hacı Ömer, bunu benim bir mucizem gibi gördü." - R. N. Güntekin
4. sıfat Olağanüstü, şaşırtıcı
"Onların aşkı ve evlilikleri zaten bir mucize değil miydi?" - T. Buğra
Gördüğünüz gibi, mucize kelimesi, sadece din kültürü içinde geçmemektedir. Edebiyatçılar, şairler de, mucize kelimesini kulanmışlar. Şaşkınlık veren ama aslında doğal, olabilecek, sıradan olayları mucize olarak değerlendirmişlerdir.
“Şimdi size mucize gibi bir hikâye anlatacağım” diye başlayan sözlerle anlatılan hikâye de, aslında anlatılan bütün olaylar, her insanın başına gelebilecek sıradan olaylardır. Sıradan olayların ardı adına gelmesi, umulmadık şeylerin insanın başına gelmesi, insana mucize gibi gelir.
Her birimiz günlük konuşmalarımız içinde mucize kelimesini kullanarak, bir başkasına çarpıcı gördüğümüz bir olayı anlatma gereği duymuşuzdur. Harika bir doğal manzaranın içine düştüğümüzde, “sanki bir mucizenin içindeyim, öyle müthiş ki” diye tarif ettiğimiz şey, aslında karşımızda duran, içinde yaşadığımız doğal bir andır. Tabiatın bir parçasıdır. Bu yöndeki örnekleri dilediğimiz kadar çoğaltabiliriz.
Ülkemizin geçmişinde kullanılan Osmanlıca diline Arapçadan geçen mucize kelimesi, Osmanlıca Lügatte;
Mû’cize; (Arapça) acz kökünden gelmektedir. (Mûcizat; tansık, tansuk, aklın alamayacağı olağanüstü olay) dini teyit maksadıyla ve Allah’ın emriyle peygamberler tarafından yapılan ve halkı hayrette bırakan harikulade işler, hareketler, haller.
Sözlük anlamında genellikle aklın alamayacağı olağanüstü veya insanı şoke eden şaşırtıcı olaylar olarak nitelenen mû’cize, ıstılahı anlamda (din bilimi anlamı), sadece peygamber’in Allah’tan aldığı izin ile gösterdiği olağanüstü, şaşırtıcı olaylar olarak anlatılır. Peygamber dışında herhangi bir insanın, olağanüstü, şaşırtıcı olay sergilemesi keramet olarak nitelendirilmiştir.
Lügati anlamda görüldüğü gibi mû’cize ACZ kökünden gelmektedir. ACZ kökünden aciz bırakma üretilerek, mû’cizevi olayların aciz bıraktığı anlatılmak istenmiştir. Eğer insanların aciz kaldığı olayları sıralarsak, insanların hayatında insanı, insanları aciz bırakan o kadar çok olay vardır ki saymakla bitmez. İnsanı aciz bırakan güçlü düzenler. İdeolojiler, yasalar. Doğal faaliyetler. Toplumsal faaliyetler, felaketler. Siyasi olaylar. Savaşlar... Görünce şaşkınlığa uğradığımız, ne söyleyebileceğimizi bilemeyeceğimiz canlı cansız varlıklar. Ve aşk… Aşkın her türlüsü, âşık olanı aciz bırakarak mucizevîliğini insanlık tarihinde sürdürmüş, sürdürmeye devam etmektedir.
Surelerin geliş sırasını dikkate alarak, Mekke dönemindeki mucize konusunu ilgilendiren ayetleri öncelikle ele almamız gerekiyor. Sunumlarımızın Medine dönemine ait bölümü geldiğinde, o zaman Medine’de gelen ayetlerdeki mucize konusunu ele alabiliriz.
Mekke’de indirilmiş, dilimize meali, tefsiri mucize olarak verilen bazı ayetler bundan sonraki bölümlerde bulacaksınız. Ayetleri verirken bazı konulara dikkat gösterdik. Ayetlerin başındaki parantez içindeki numaralar surelerin indiriliş sırasını belirlemektedir. Mesela; (37) Kamer 1-4: olarak verildiğinde, (37) suresinin nüzul (indiriliş) sırasını, kamer sure adını, 1-4 ayetleri ifade etmektedir. Okuyucuların buna göre okumaları gerekmektedir.
(37) Kamer 1-4: Kıyamet saati yaklaştı, ay yarıldı. Onlar bir (ayet) mucize görürlerse hemen yüz çevirerek, eskiden beri süregelen bir büyüdür derler. Yalanladılar ve arzu ve heveslerine uydular. Hâlbuki her iş mutlaka günü gelince gerçekleşecektir.
(39) A’râf 73: Semud kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da, size bir (beyine delil) mucize olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar.
(39) A’râf 103-106: Sonra onların ardından Musa’yı mucizelerimizle (ayetlerimizle) Firavun ve kavmine gönderdik de o mucizeleri inkâr ettiler; ama bak ki, fesatçıların sonu ne oldu! Musa dedi ki: “Ey Firavun ben âlemlerin Rabbi tarafından görevlendirilmiş bir elçiyim. Allah’a karşı gerçekten başkasını söylememek, benim üzerime borçtur. Size Rabbinizden açık mucize (delil) getirdim. Artık İsrail oğullarını benimle gönder. (Firavun) dedi: Eğer bir mucize (ayet) getirmiş isen, hakikaten doğru söylüyorsan göster onu bakalım” Bunun üzerine Musa asasını yere attı, birden o açıkça bir ejderha oluverdi.
(39) A’râf 132-133: Ve dediler ki: "Bizi sihirlemek için ne mucize (ayet) getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz. Biz de mucizeler (ayetler) olarak onların üzerine tufan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gönderdik; yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.
(39) A’râf 146: Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri (ayetler) görseler de iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir.
(43) Fâtır 25: Eğer seni yalanlıyorlarsa (üzülme), onlardan öncekiler de yalanlamışlardı. (Oysaki) peygamberleri onlara açık deliler (mucizeler), sahifeler ve aydınlatıcı kitap getirmişlerdi.
(45) Tâ-Hâ 22: Bir de elini koltuğunun altına sok ki, bir başka mucize (ayet) olmak üzere o, kusursuz ve lekesiz beyazlıkta çıksın.
(45) Tâ-Hâ 72: Dediler ki: "Seni, bize gelen açık açık mucizelere (delillere) ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin."
(45) Tâ-Hâ 133: Onlar: (Muhammed) bize Rabbinden bir mucize (ayet) getirmeli değil miydi? Dediler. Önce gelen kitaplardakinin apaçık delili (Kur’an) onlara gelmedi mi?
(47) Şu’arâ 4: Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize (ayet) indiririz de, ona boyunları eğilip kalır.
(47) Şu’arâ 15: Allah buyurdu: Hayır (seni asla öldüremezler)! İkiniz mucizelerimizle (ayetlerimizle) gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.
(47) Şu’arâ 154-155: Sen de ancak bizim gibi bir insansın. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir mucize getir. Salih: İşte (mucize – aslında ayette mucize geçmiyor) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi.
(47) Şu’arâ 204: (Durmadan mucize talebiyle) onlar bizim azabımızı mı çarçabuk istiyorlardı?
(48) Neml 12-13: Elini koynuna sok da kusursuz bembeyaz çıksın. Dokuz mucize (ayetler) ile Firavun ve kavmine (git). Çünkü onlar artık yoldan çıkmış bir kavim olmuşlardır. Mucizelerimiz (ayetlerimiz) onların gözleri önüne serilince: "Bu, apaçık bir büyüdür" dediler.
(49) Kasas 35: Allah buyurdu: Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, ayetlerimiz (mucize yardımlarımız) sayesinde onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tabi olanlar üstün geleceksiniz.
(49) Kasas 48: Fakat onlara tarafımızdan o hak (Peygamber) gelince: "Musa’ya verilen (mucizeler) gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Peki, daha önce Musa’ya verileni de inkâr etmemişler miydi? "Birbirini destekleyen iki sihir!" demişler ve şunu söylemişlerdi: Doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz.
(50) İsrâ 59: Bizi, ayetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu ayetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semud kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.
(51) Yûnus 13: Andolsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine açık deliller (mucizeler) getirdiği halde (yalanlayıp) zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helak ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız.
(51) Yûnus 20: Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir ayet (mucize) indirilse ya! Diyorlar. De ki: Gayb ancak Allah’ındır. Bekleyin (bakalım) ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.
(51) Yûnus 74-76: Sonra onun arkasından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara deliller (mucizeler) getirdiler. Fakat onlar daha önce yalanladıkları şeye inanacak değillerdi. İşte haddi aşanların kalplerini biz böyle mühürleriz. Sonra onların ardından da Firavun ve toplumuna Musa ile Harun’u ayetlerimizle (mucizelerimizle) gönderdik, fakat onlar kibirlendiler ve günahkar bir toplum oldular. Katımızdan onlara hak (mucize) gelince: "Bu elbette apaçık bir sihirdir" dediler.
(51) Yûnus 97: Kendilerine (istedikleri) bütün ayetler (mucizeler) gelmiş olsa bile, elem verici azabı görünceye kadar inanmayacaklardır.
(52) Hûd 53: Dediler ki: Ey Hud! Sen bize açık bir delil (mucize) getirmedin, biz de senin sözünle tanrılarımızı bırakacak değiliz ve biz sana iman edecek de değiliz.
(52) Hûd 64: Ey kavmim! İşte size ayet (mucize) olarak Allah’ın devesi… Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin (içsin). Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.
(52) Hûd 96: Andolsun ki Musa’yı da ayetlerimizle (mucizelerimizle) ve apaçık bir delille gönderdik.
(Ayetin orijininali= Vela gat Erselna Musa, bi ayatina ve sultanin mübin) (Bu ayeti Elmalılı Ahmet Hamdi Yazır, “Celâlim hakkı için Musâyı da âyetlerimizle ve bir sultanı mübîn ile gönderdik” şeklinde orijinal mealinde vermiştir. Ancak onun mealini de günümüze çevirenler Hamdi Yazır’a iftira edercesine, “Andolsun Musa’yı da âyetlerimizle ve apaçık bir belge ile gönderdik” şeklinde çevirerek, hem Kur’an-a, hem de Hamdi Yazır’a ihanet etmişlerdir”. Ayete Muhammed Esed “VE GERÇEK ŞU Kİ, Biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir yetkiyle” manasını vererek orijinaline uymuştur. Diğer meal verenlerin neredeyse tamamı, mücize kültürünün etkisinde kalmışlardır)
(54) Hicr 81: Biz onlara ayetler (mucizelerimizi) vermiştik; fakat onlardan yüz çevirmişlerdi.
(55) En’âm 25: Onlardan seni (okuduğun Kur’an’ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: "Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar.
(55) En’âm 35-37: Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir ayet (mucize) getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın cahillerden olma! Ancak işitenler çağrıya gelir. Ölülere gelince Allah onları diriltir, sonra O’na döndürülürler. O’na Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya! Dediler. De ki: Şüphesiz Allah (ayet) mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler.
(55) En’âm 109: Kendilerine bir ayet (mucize) gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir şekilde Allah’a andiçtiler. De ki: Ayetler (Mucizeler) ancak Allah katındandır. Ama ayet (mucize) geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?
(56) Sâffât 14-15: Bir ayet (mucize) görseler alay ederler. Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir derler.
(60) Mü’min 22-23: Bunun sebebi, peygamberleri kendilerine apaçık deliller (mucizeler) getirdikleri halde, inkâr etmeleri idi. Allah da kendilerini tutup yakalayıverdi. Doğrusu O, kuvvetlidir; azabı da pek çetindir. Andolsun ki biz Musa’yı ayetlerimiz (mucizelerimiz) ve güvenilir bir sultan (apaçık hüccetle) olarak gönderdik.
(60) Mü’min 28: Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi: Siz bir adamı "Rabbim Allah’tır" diyor diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiğinin (azabın), bir kısmı olsun gelip size çatar. Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.
(61) Fussilet 15: Ad kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: Bizden daha kuvvetli kim var? dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim ayetlerimizi (mucizelerimizi) inkâr ediyorlardı.
(63) Zuhruf 48: Onlara gösterdiğimiz her bir ayet (mucize) diğerinden daha büyüktü. Doğru yola dönsünler diye onları azaba uğrattık.
(70) Nahl 44: Apaçık (deliller) mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’an’ı indirdik.
(72) İbrahim 5: Andolsun ki Musa’yı da: Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş kavimlerin başına getirdiği felaket) günlerini hatırlat, diye ayetlerimizle (mucizelerimizle) gönderdik. Şüphesiz ki bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
(72) İbrahim 9: Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah’tan başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine deliller (mucizeler) getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz.
(81) Nâzi’ât 17-21: Firavn’a git, çünkü o azdı. De ki; arınmağa gönlün var mı? Seni Rabbine ileteyim de O’dan korkasın. O’na en büyük delili (mucizeyi) gösterdi. Fakat o, yalanladı, karşı geldi.
(84) Rûm 58: Andolsun ki biz, bu Kur’an’da insanlar için her çeşit misale yer vermişizdir. Şayet onlara bir ayet (mucize) getirsen inkarcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: Siz ancak batıl şeyler ortaya atmaktasınız.
(85) Ankebût 50: "Ona Rabbinden ayetler (mucizeler) indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: (ayetler) Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.
(96) Ra’d 7: Kafirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya! Sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi vardır.
(96) Ra’d 27: Kâfir olanlar diyorlar ki: Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilmeli değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de hidayete erdirir.
(96) Ra’d 38: Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber için ayet (mucize) getirme imkânı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır.
Ayetleri gördükten sonra, mucize ilgili bazı tespitler yapmak gerekiyor. Bunlar;
1. Araplar Yahudi ve Hıristiyanlarla kurdukları ilişkiler nedeniyle, onlardan Musa ve İsa peygamberlerin mucizeler getirdiği duymuşlardı. Peygamberlerin mucize göstermesine dair kültür, Yahudiler, Hıristiyanlar tarafından sürekli anlatılmaktaydı. Gerçeğinde onların inandığı mucizeler nasıldı? Ne şekilde oluşmuştu? Bu konuda hiçbir ciddi çalışma yapmamış. Toplumları etkilemek için peygamberleri hakkında fantastik (olağanüstü) kurgular üretmişlerdi. Dolayısıyla Araplar peygamberlik gibi bir olayla karşılaşınca mucize kültürünü dillerine dolamaya başladılar. Bu nedenle sürekli Hz. Muhammed aleyhisselamdan, İsa ve Musa gibi deliller göstermesini istediler. Böyle yaparak Hz. Muhammed aleyhisselamı güç durumda bırakacaklarına inanıyorlardı. Neticede Yahudi ve Hıristiyanların mucizeler hakkında uydurdukları fantastik hikâyeler gerçek dışı olsa da, Araplar için ellerinde bir koz olarak bulunuyordu. Hz. Resulü güya sıkıştırıyorlardı. Zira mucize diye anlattıkları olaylar akıl alıcı değildi.
Aslında, putperest Arapların da mucize istediklerine yönelik ayetlerin orijinalini incelersek, Araplar bugün bizim bildiğimiz mucizeye benzer deliller istememişlerdi. Onlar resulden, “madem resullük iddian var, bize öyle bir delil getir ki, bizim aklımız dursun, şaşkın kalalım. Bugüne kadar bilmediğimiz bir şey olsun. Biz sunduğun delilin bir insan tarafından getirilemeyeceğine inanalım” demek istiyorlar. Bu anlamda resulü sıkıştırıyorlardı. Değilse putperest Arapların bile kültürlerinde meallerde, tefsirlerde yer alan mucizelere ait bilgiler yoktu.
2. Mucize konusunu araştırırken, meal, tefsir veya mucize hakkında kitap yazanların çalışmalarını incelediğimde karşıma çıkan en büyük mucize (çarpıcı olay), mucize olarak dilimize çevrilen, mucize olarak anlatılan ayetlerin orijinalinde mucize kelimesinin geçmemesiydi. Yukarıda verdiğim ayetlerin hiç birinin orijinal Arapça metninde mucize kelimesi geçmiyordu. Ayet, beyine (delil) olarak ayetlerin orijininde geçen kelimeler genellikle Müslümanların meal, tefsir kültürüne mucize olarak aktarılmıştı. Bu durum gösteriyor ki, nasıl Araplar Yahudi ve Hıristiyanlardan etkilenerek mucize kültürünü dillerine dolamışlarsa, aynı şekilde Müslümanlar da etkilenerek mucize kelimesini dillerine dolamışlardır. Gerçekten, meal, tefsir yazarlarının mucize kelimesiyle tercüme ettikleri ayetlerin orijinaline bir bakınız. Ayeti kendi orijinaliyle okuduğunuzda başka anlam, çeviriyi mucize olarak yaparsanız başka anlam çıktığını göreceksiniz.
Mesela; (39) A’râf 103: Sonra onların ardından Musa’yı ayetlerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de onlar ayetlerimizi inkâr ettiler; ama bak ki, fesatçıların sonu ne oldu?
Şimdi bu ayete verdikleri meal üzerinden okursak, “Sonra onların ardından Musa’yı mucizelerimizle Firavun ve kavmine gönderdik de onlar mucizelerimizi inkâr ettiler; ama bak ki, fesatçıların sonu ne oldu?
Yine: (85) Ankebût 50: "Ona Rabbinden ayetler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: ayetler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.
Bu ayeti de verdikleri meal üzerinden okursak; "Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.
Şimdi Müslümanlar örnek verdiğim bu ayetleri hangi çeviriye göre okuyacaklar? Her iki okuyuş farkında Müslümanların kafalarında meydana gelen düşünce farkı olacak mı?
Neredeyse mucize olarak çevrilen, ayetlerin orijinalindeki ayet=beyyine (delil) gibi kelimelerin asıl anlamları dururken, çeviricileri hangi düşünce, hangi saik (yönlendirici), ayeti = mucize, beyyineyi yani delili = mucize olarak çevirtmiştir. Eğer gerçekten kelime kelime ayetler dilimize çevrilmiş, tefsirlerde anlatılmış olsaydı, bugün meallerde, tefsirlerde sözü geçen mucizelerin hemen hiç biri olmayacaktı. Ama ne yazık ki, 1500 yıllık kültürü kendilerine temel alan Müslümanlar, aynı putperest Araplar gibi, Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinin yönlendirilmesi, mucize olgusunun kafalarında yer etmesi nedeniyle, ayet, delil gibi kelimelere mucize anlamı vermişlerdir. Bu durum onların Allah’ın ayetlerinden etkilenme yerine, Yahudi ve Hıristiyan Kültüründen etkilendiklerini gösterecektir. Sizde eğer Arapça okumayı biliyorsanız, meallerdeki, tefsirlerdeki mucize çevirisiyle bize aktarılan ayetlerin orijinaline bakarak tespitimi görebilirsiniz. Eğer Arapça okumayı bilmiyorsanız, bir bilenin yanına giderek, “hocam ben şu ayetlerin orijinalini okumanızı istiyorum” diyebilirsiniz. Arapça kelime olan, ayet, beyyine (delil), mucize kelimeleri Kur’an-ın orijinal metninde geçmelidir. Mucize kelimesi geçmediği halde, ayet, beyyine gibi kelimelere mucize anlamını vermek, ayetlerin anlamını vermek değil, aksine belirli bir kültürden etkilenerek, şartlanarak ayetlerin anlamını değiştirmek olacaktır.
3. Mucize kelimesinin kökü olan ACZ kelimesinin geçtiği Kur’an-ın Arapça metnindeki ayetler;
Maide 31, cin 12, Fatır 44, Enfal 59, Hud 72, Zariyat 29, Şuara 171, Saafat 135, Kamer 20, Hakka 7, Hac 51, Nur 5,24,37, Ahkaf 32, Tövbe 2,3, Enam134, Yunus 53, Hud 33, Nahl 46, Ankebut 22, Zümer 51 ve Zuhruf 31 bunlardır. Asıl mucizeyi ilgilendiren ayetler bunlar olmasına rağmen bu ayetler mucize olarak çevrilmemiştir. Ya “Allah sizi aciz bırakır” ya da “Siz Allah’ı aciz bırakamazsınız” diye çevrilmiştir.
4. Resulün Mekke dönemine ilişkin siyer ve hadis kitaplarında anlatılan bütün mucizevî olaylar, ya sahabeler tarafından yanlış telakki edilmiş, ya uydurulmuş, ya da günümüze çeviri yapanlar bu tür haberlerdeki kelimeleri kökünden, esasından ayrı olarak aynı meallerde, tefsirlerde yaptıkları gibi mucize olarak yorumlamış. Kitaplarına mucize olarak tercüme etmişlerdir.
5. Kamer suresinin başında “kıyamet yaklaştı, ay yarıldı” ifadesinin geçmiş fiil olarak kullanılmasını, ayın yarılmasıyla ilgili mucize olarak algılamış, hakkında bir çok fantastik hikâye üretmişlerdir. Annemin bize çocukken okuduğu siyer kitabında, “ayın ikiye bölündüğü, bölünen ayın birisinin gelerek peygamberin sağ kolundan bedenine girdiği, diğerinin sol kolundan bedenine girdiği, göğsünden bütün olarak çıkıp yerine yerleştiği” anlatılmaktadır. Hâlbuki biz bugün ayın ikiye bölünüp dünyaya gelmesiyle nasıl bir durumun meydana geleceğini gayet iyi bilmekteyiz. “Ay yarıldı” ifadesi, tıpkı ayetlerde geçen “sura üfürüldü” “Ölüler diriltildi” “Mizan kuruldu” gibi anlamalıyız. Bu ayetlerde de geçmiş fiil kullanılmakta ama gelecekten haber vermektedir.
Yine Peygamberin göğsünün çocukken yarıldığına dair haberler. Resulün başının üstünde O’nu güneşten korumak için sürekli dolaşan bulut. Ve diğer anlatılan bütün mucizevî olaylar toplumların birbirinden etkilenmesiyle ortaya çıkmıştır.
Görünen o ki, ne putperestler, ne Yahudiler, ne Hıristiyanlar, ne de Müslümanlar mucizesi olmayan bir peygamber kabul etmemişler. Mucizevî hikayeler uydurarak amaçlarına ulaşmışlardır. Mucizesiz peygambere inanmış olmanın aşağılanma kompleksi… Peygamberlerini üstük göstermek için mucizevî olaylar uydurma eğilimi… Allah’ın peygamberlerini üstünlük açısından yarıştırarak egolarını tatmin etme gayreti. Ne yazık ki, tarihimizi, günümüzü mucizevi olaylarla doldurmuştur.
Çağımızın modern ideolojileri de aynı noktadan hareket ederek, kendilerine fantastik hikâyeler, bilim kurgular, olağanüstü kahramanlar yaratmışlardır. Aşağılanmaktan, diğer toplumlarla eşitlenmekten, üstünlük sağlamaktan geçen tüm düşünceleri içinde barındıran nedenlerle toplumların ürettiği olağanüstü hikâyeler geçmişte mucize olarak tarif ediliyordu. Amerikan’ın Rambo’yu bireysel üstünlüğün sembolü olarak. Geçmiş hikâyeler içinde bulunan, Herkül, Samson, Masis gibi bireysel güçlü kahramanlar. Çevrilen bütün bilim kurgu filmleri. An’a, geçmişe, geleceğe yönelik fantastik hikâyeler mucize yaratmanın çabasından başka bir şey değildir. İnsanlar ürettiklerinin ne kadar saçma olduklarını bilseler de, üretmenin amacına uygun olarak kültürlerine, eğitimlerine alarak, topluma dayatırlar.
Geçmişte Yahudiler, Hıristiyanlar bu tür uydurma üretimlerini toplumlarına dayatarak bir kültür oluşturmuşlardır. Aynı şekilde onlardan geri kalmayan Müslümanlar da aynı yolu takip ederek, siyerlerini mucizelerle doldurmuşlar. Hatta yetmemiş âlimlerinin hayatlarını kerametlerle doldurmuşlar. Bunlar yetmemiş bütün yalanlarını meallere, tefsirlere sokmuşlardır. Bereket versin Kur’an-ın Arapça orijinali elimizdedir. Bütün bu üretimlerinin yalan, uydurma olduğunu, mucize kelimesinin Kur’an-da geçmediğini, mucize olarak anlatılan ayetlerin aslının, ayet veya delil anlamındaki kelimeler olduğunu görüyoruz. Böyle bir sonuca vardığımızda, Allah’ın dinine karşı yapılan sapkınlığın boyutlarını ölçebiliyoruz.
Hemen her devlet, kendi üstünlüğünü göstermek, toplumlarını etki almak için, eğitimlerine üstün kahramanlar, üstün varlıklar, mucizevi olaylar katarlar. Tarihlerini mucizevi olaylarda, üstün kahramanlarla, üstün varlıklarla süslerler. Ülkemizde de Mustafa Kemal Atatürk’ün yerleştirildiği makam budur. Onun hakkında üretilen fantastik hikayeler, mucize üretme eğiliminden kaynaklanır. Toplumlar mucizelere inanmasalar bile, varlıklarının bekası için mucize yaratmanın peşine düşerler.
Ateist felsefeyi esas alıp dini bütün değerleri yok sayan, sol veya komünist düşünce sahipleri de aynı yoldan geçerek, kendilerine kahramanlar, fantastik olaylar yaratmışlardır. Che Guavera, Lenin, Marks, Stalin, Mao gibi uluslar arası kahramanların yaratılması… Ülke içinde birçok solcu, komünist kişilerin olağanüstü olaylarla süslenerek kahraman yapılması… Müslüman toplumların içinde bulunan, cemaatlerin, tarikatların liderleri, şeyhleri hakkında ürettikleri olağanüstü bütün olaylar… İnsanların yapılarında var olan mucize kültüründen kaynaklanmaktadır. Mucize üreten toplumların dini, ideolojisi yoktur. Hemen her din, ideoloji mensubu mucizevî olay üretme konusunda birbirleriyle yarışırlar. Bugün Laik Kemalistlerin ürettiği fantastik olayların tartışılması, sorgulanması, olumsuz değerlendirilmesi bile mümkün değildir. Yasayla korunur hale getirilmiştir.
6. Mucize konusunu iyice anlamınız için size iki tavsiyem var. Birinci tavsiyem, Kur’an mealinin tamamını bir wörd (yazı programı) dosyası olarak indiriniz. Veya tümünü bir wörd dosyasına kopyalayınız. İkincisi; yazım programındaki bul değiştir menüsünden, bütün mucize kelimelerini ayet veya delil yap diyerek değiştiriniz. Sonra o meali baştan sona okuyunuz. Göreceksiniz ki, bugüne kadar okuduğunuz Kur’an meallerinden daha farklı bir meal ortaya çıkacaktır. Ve siz bunu yaparsanız, kendisi mucize olan ama içinde mucize geçmeyen bir kitap okuyacaksınız. Böyle bir durumda, daha önceden hatırladığınız bütün mucizevî olaylar başka bir anlam kazanacaktır.
Öyle görünüyor ki, ne kadar meal okuyan, okutan, çeviren varsa, tarihte var olan mucize kültüründen etkilenerek okumaktadır.
Öyle görünüyor ki, ne kadar tefsir okuyan, okutan, yazan varsa, tarihte var olan mucize kültüründen etkilenerek okumaktadır.
Her zaman ifade ettiğim gibi, bugün Kur’an, mezheplerin, tarikatların, siyerlerin ürettiği ıstılahı, yani Müslümanların tarihte ürettikleri ilmi dil ile, okunmakta, meal verilmekte, tefsir edilmektedir. Mucize konusunun Kur’an-a bulaştırılmasının anlamlarından biri de budur. Bugün neredeyse hiç kimse mucizeden bahsetmeyen bir Kur’an kabul etmez haldedir.
KISACA: Mucizevî olaylar uydurmak, inananların içinde bulunduğu aşağılık kompleksinden kaynaklanmaktadır. Diyelim ki, İnanan toplumlar şu veya bu nedenle aşağılık kompleksine kapıldılar. Peki, bu toplumların içinden çıkan ve değerleri anlatıla anlatıla bitirilemeyen Müslüman ilim adamları niçin Kur’an-ın aslında mucize olarak geçmeyen kelimeleri, mucize olarak anlattılar? Mucize olarak meal verdiler? Mucize olarak tefsir yaptılar? İşte konunun asıl can damarı burasıdır. Bir inancın âlimleri toplumlar gibi aşağılık kompleksine kapılırsa, Allah’ın kitabı raflara itilir, din kültürü cehalet batağına saplanır. Ne yazık ki bugün, Yahudilerin, Hıristiyanların, Müslümanların içine düştüğü durum budur.
Allah’ın gönderdiği bütün resuller, elini taşın altına koyarak, alın terlerini akıtarak tebliğ mücadelesini gerçekleştirmişlerdir. Onların yaşantılarında öyle sihirbazlar gibi, “okus bokus haydi hop oldular, bittiler olmamıştır” Eğer onların elinde böyle güçler olsaydı, ne terlerler, ne zahmet çekerler, ne üzülürler, ne öldürülürler, ne yaralanırlar, ne acı çekerler ne de başaramadıkları için Allah’a yönelip “Ya Rabbi biz elimizden geleni yaptık, artık sen bilirsin” derlerdi. Hâlbuki Allah’ın bize ayetleriyle öğrettiği peygamberlerin hepsi insandır. İnsani zaafları taşımaktadır. Aynı diğer inananlar gibi, Allah’ın dinini yaşamaktan sorumludurlar. Aynı diğer inanırlar gibi öldükten sonra hesaba çekileceklerdir. Bu eşitlik, bu adalet Allah tarafından defalarca ayetleriyle bildirilmiştir. Allah’ın kendilerine takdir ettiği olağanüstü olaylardan başka herhangi bir olağanüstü olay yaşamamışlardır. Onların her birinin yaşayacağı olağanüstü olaylar her insanın yaşayabileceği olaylardır. Mesela; köle olarak başlayıp kocaman devlet kuran insanlar sadece peygamberler değildir. Mesela; sıfırdan dünyanın en zengini olan insanlar sadece peygamberler değildir. Mesela; tebliğleriyle binlerce, milyonlarca insanları arkasından yürüten sadece peygamberler değildir. Tarihimizde böyle olağanüstü olaylar gerçekleştiren yüzlerce insan vardır.
Kur’an dikkatle okunduğunda görülecektir ki, putperest Arapların kendilerini yok edecek bir delil, bir eylem, bir hareket istediklerinde, Allah geçmiş topluluklardan örnek vererek, böyle bir şeyin olması durumunda geri dönüşün mümkün olmayacağına dair ayetler göndermiştir. Yani toplumları yok edecek felaketler geldiğinde artık geri dönüş yoktur. O zaman inanmaları da bir şey ifade etmez.
Diğer taraftan doğadaki her olay, olağanüstü, şaşırtıcıdır. Biz onları sürekli gördüğümüz için, onlarda sıra dışı bir şey görmeyiz. Ama şunu unutmayın. Hayatında hiç güneşi görmemiş birine güneşi göstersek. Yine hayatında yıldızları, ayı görmeyen bir insana yıldızları ayı göstersek… Şaşkınlığından ne yapacağını bilmez. Dünyada ülkemiz insanlarının görmediği öyle değişik, meyve, hayvan, doğal manzara var ki, gördüğünüz zaman bırakın aklınızın şaşmasını, dilleriniz tutulur. Tıpkı “devekuşu” gibi başını yere gömerek, içinde bulunduğu doğadan dışarıya çıkamayanlar, dünyayı sadece gördükleri, sıra dışı saymadıkları olarak kabul ederler. Eğer bugün, resul devrinde yaşayan herhangi bir Müslüman, mesela resule en yakın, en sadık olan HZ. Ebubekir, bugünü görse herhalde neye uğradığını şaşırır. Uçaklar, gemiler, bilgisayarlar, internet üzerinden haberleşmeler, sohbetler, uydular… Herhalde o kendini artık dünyada falan zannetmez. Hani bir yana gerçekten Hz. Muhammed aleyhisselam, o günden bu zamana gelmiş olsaydı Hz. Ebubekir’den farklı mı olurdu? Bu nedenle Kur’an insanlara sürekli dolaşmayı, yeryüzündeki ayetlerini görmeyi tavsiye ediyordu. Öyle inanıyorum ki, bilim, teknoloji böyle giderse, bugün bizim kullandığımız birçok elektronik alet çöpe atılacak. Ve biz ölümlerimizden iki, üç yıl sonraya gidebilsek, herhalde dünyada olduğumuza inanmamız güç olur.
Şöyle etrafınıza, tarihinize bir bakın. Kur’an-da anlatılan olağanüstü olayların hemen hepsi günümüzde sanki sıradan bir olaymış gibi, haberlerde geçiyor. Şehirleri, kasabaları yok eden, hortumlar, sel felaketleri, depremler, yanardağ patlamaları, tusinamiler, savaşlar… Günümüzde gördüğümüz ve sıradan saydığımız olayların tufandan, diğerlerinden farkı ne? Herhalde, Kur’an ayetleri günümüze iniyor olsaydı, anlattığı olağanüstü felaketlere hiç kimse gülmezdi, hiç kimse de olağanüstü diye bakmazdı. Hemen herkes bütün bunlar normal şeyler, sen bizi şaşırtacak bir şey söyle, diye karşılarında resul olsa söylenirlerdi.
Her Müslüman bütün samimiyetini ortaya koyarak, gerek meal okurken, gerekse tefsir okurken, ayetlerin orijinaline bakmalıdır. Arapça bilmeyenler bile unutmamalıdırlar ki, din kültürü içinde kullandığımız birçok kelimenin aslı Arapçadır. Arapça olan kelimeler bugün ülkemizdeki insanın kültüründe vardır. Örneğin işte basit bir kelime, ayet meallerinde, tefsirlerde mucize olarak çevrilen bütün kelimelerin orijinali ya ayet, ya beyyine (yani delil) dir. Ayetin orijinalinde ayet veya beyyine (delil) geçen kelimeleri hangi maksatla mucize diye çevirerek insanların kafasını karıştırmışlardır? Böyle yapmanın ilimle, bilimle ne ilgisi vardır? Bu tür hatalar basit bir hata mı, yoksa Allah’a, dinine, ayetlerine karşı yapılmış büyük bir ihanet midir? Bu yönde Müslümanlar dikkatli düşünüp, adil kararlar vermek durumundadırlar.
devam edecek............