- 887 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÖÇ
GÖÇ
.İnsanlığın başlangıcıyla, hayata gelmemizle başlayıp dünyayı terk etmemizle son bulan bir maceradır göç. Örneklerine baktığımızda göç edenlerin ilerlediğini, kalanlarınsa yerinde saydığını görürüz .Onun için, kendisi ne kadar tatsız olsa da hayatın en önemli gerçeklerinden birisidir göç kavramı.Göçlerin hepsi terk ediştir;doğumda ana karnını, ölümde dünyayı, ekmek parası için köyünü, kentini, vatanını…
Adem babamız ile Havva Anamız, bize ilahi sınavı öğretmek için cennetten bu dünyaya göçtüler.Onların çocukları dünyanın her bir yerine dağıldılar.Fakat bu yetmedi, bir çok gerekçe onların ülkeleri, kıtaları terk etmelerine sebep oldu.Ve bu hep devam edip gidecek.Çünkü göç duygusu insan oğlunun yapısında vardır.Gezegenlerden birinde hayat olduğunu anladıkları gün oraya göçmek isteyeceklerdir. Tasavvufçular için dünya, adeta bir sürgün yeridir.Mevlana’nın öldüğü gün bu yüzden düğün gecesi(şeb-i arus)dir.Çünkü hakiki âlem öbür dünyadadır.Burası geçici, yalan bir âlemdir.Dilimizde kullandığımız dünya, zaten “aldatan, yalancı” anlamına gelmiyor mu?Hemen her peygamber de kendi yurdundan sürgün edilmiş veya gitmek zorunda bırakılmıştır.
Sanayi devrimi sonrası insanların hayatlarında ve yerleşme biçimlerinde köklü değişiklikler ortaya çıktı.Artık teknolojik güç sayesinde köylerde fazla insana gerek kalmadı. Bu yüzden şehirler köylerden gelen insan akınlarına uğramış, bunun yanında işsizlik, çarpık kentleşme, her türlü kirlilik, çarpık beslenme, kültürel dejenerasyon almış başını gitmektedir.Bütün bunların yanında ülke kanunlarının toplumun menfaatlerinden çok, bireyi koruma kaygıları şehirlerdeki yaşamayı mutluluk yerine katlanmaya dönüştürmüştür.Artık, köyler terk edilmiş birer tarihi mekanlar haline dönüşmekte, insanlar geleceklerini köylerde aramamaktalar.Yüzyıllardır topraklarını işleyen insanların yerine başkalarını getiremeyeceğimize göre, insanlığın bu zamana kadar ki tecrübeleri, kültürleri ne olacak?Gelecek nesillerin gıda ihtiyaçlarını kimler nasıl karşılayacak?Bunlar masa başında ve kağıt üzerinde halledilemeyecek kadar ciddi meselelerdir.
İnsanlık tarihine yön veren göçler vardır.Bunlar çoğunlukla hep doğudan Batıya yapılmış.Asya steplerinden birçok kavim Avrupa, Afrika topraklarına yerleşmişlerdir.Böylece bir çok kültür aktarılması yaşanmış, insanlığın gelişmesi bu göçler sayesinde hız kazanmıştır.Amerika kıtasının keşfiyle-bu sefer batıdan batıya- göç yine devam etmiş, Avrupalılar ve onların zorla göç ettirdikleri Afrikalı insanlar, bu hiç alışık olmadıkları kıtada yeni hayatlarına başlamışlardır.Bu arada kaç kavim ortadan kalktı, kaçı soykırıma uğradı?Bunların sadece hikayeleri yazılabilir.Tarih yaşananları kaydetmiştir.
Göç göç oldu göçler yola düzüldü
Uyku geldi ela gözler süzüldü
O zamanda elim yardan üzüldü
Ağam nerden aşar yolu yaylanın
Göç gerçeği gibi göçebe toplumlar da vardır.Yurtları gittikleri yer olan ve hep göç ettikleri yeni yerleri yurt kabul eden insanlar.Çadırları, basit ve taşınabilir eşyalarıyla fanî yurtlarından her an göç etmeye hazır insanlar.Gittikleri her yere kendi kültürlerini götüren ve gittikleri birçok kültürden bir şeyler alan, ruhları, gönülleri yüce insanlar. Orta Asyalı bir kavim olan Türkler de medeniyetlerini hiç de yabancı olmadıkları göçler yoluyla başta Avrupa olmak üzere her yere taşıdılar.Yine dünya tarihinin en büyük göçlerinden birisi olan “Kavimler Göçü” de onların başrolde oldukları tarihî olaylardandır.
Yurdundan ,yuvasından ayrılmak zorunda bırakılan insanlar için hayat ne kadar acıdır.Yaşananların kimi savaş, kimi siyasi sürgün, kimi geçim derdiyledir.Acı ve ıstırabın derecesini ise yalnız kendileri bileceklerdir.Yahut onları anlatan kitaplardaki satırları veya mısraları okuyanlar.Hep merak etmişimdir, 2.Selim zamanında Endonezya’ya gönderilen binlerce Türk denizci, orada kalıp geri dönmeme kararı verilince neler düşündüler?..Amerika’ya göç ettirilen kara derili insanlar gibi yürekleri nasıl vatan hasretiyle yandı ?Haçlı seferlerinde ve Moğol istilasında kaçan milyonlarca insan nasıl azap çektiler?Yerleştikleri yerlerde nelerle karşılaştılar?Keşke o zamanlardan günümüze yeterli şiir veya müzik ulaşabilseydi.Onların acılarını daha iyi anlayabilirdik.
19. Yüzyıldan 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar savaşlar ve katliamlar yüzünden Balkanlar, Kafkaslar başta olmak üzere milyonlarca insanın bugünkü Türkiye’ye göç etmelerine ve Anadolu insanının bunlara kucak açmalarına şahit oluruz. Çünkü bu gelenler “Evlad-ı Fatihan”dır. Birçoğunun ataları yüzyıllar önce Anadolu’dan göçmüşlerdir.Bu yüzden Türkiye’ye “Göçmenler Ülkesi” demek de doğru bir tesbit olacaktır.
Günümüzde artık o çadırlarda yaşayan, göçebelik kültürünü sürdüren topluluklar, devede kulak denecek kadar azalmışlardır.Bunun yerine 20. Yüzyılda başlayan yeni bir göç türü ortaya çıktı:gelişmiş ülkelere işçi göçü. Bu hareket günümüzde de devam etmektedir.Göçlerin belki en acısı, en can yakıcısı…Ekmek uğruna ülkesini, çoluk çocuğunu bırakıp hiç tanımadığı ülkelere göç eden milyonlarca insan…Ve bunun doğurduğu “gurbet” acısı ve edebiyatı..
……………
Tarihin hangi devrinde olursak olalım, göç, hayatımızda hep olacaktır.Tıpkı göçmen kuşlar gibi.Bazen sıcaktan, bazen soğuktan…Yahut fanî dünyanın kötülüklerinden mi kim bilir?Göçenler, göç ettikleri yerlerin buna deyip deymeyeceğini düşünmezler.Çünkü gerçekte maksat yeni bir kimlik kazanmaktır. Geride neleri bıraktıklarının artık fazla önemi yoktur.Zaten hayatın sonunda göç etmek yok mu?Fakat acı olan gurbete göç etmek mi, yoksa kendi yurduna yabancılaşmak veya gurbeti kendi vatanında yaşamak mı?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.