- 589 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ÇORUM YANIYOR (MUŞ)
insanoğlu yaşadıkça; neler görüyor, neler öğreniyor!
10 Mart 1980 tarihinde sülüs alarak gittiğim Kütahya Er.Eğ. Tug. Komutanlığında 4 ay kadar kaldıktan sonra,dağıtımda, Haziran ayında Merzifon’daki 5. Üs Komutanlığı emrine gönderilmiştim.
4 aylık acemilik dönemimi bitirmiş olsam da, Merzifon’daki 5. üssün nizamiyesinden içeri girerken heyecandan ayaklarım titriyordu.
Elimdeki valizimle nizamiyeden içeri girip, nizamiye karakoluna girdiğimde sudan çıkmış balık gibi etrafa alık alık bakınıyordum.
Nereden çıkıp geldiğini göremediğim bir yüzbaşı, gözlerini bana bakıp dikmişti,evden mi, yoksa direkt Kütahya’dan geldiğimi sorunca, korkudan doğruyu söyleyememiş, Kütahya’dan geliyorum demiştim.
Az sonra benimde kadrosuna katılacağım Muhafız bölük komutanım olduğunu öğrendiğim şahıs, HV P. Yüzbaşı Hadi Sandıkçıoğlu’ydu.
Hadi yüzbaşı’nın huyuymuş.
Kütahya’dan dağıtıma gelen erlerin yolunu gözler, boyca iri yapılı, özellikle şehir çocuklarını kendi bölüğüne almak istermiş.
Önde yüzbaşı, o’nun arkasında kıdemli bir er, onların takiben ben, karşıdaki binalara doğru yürürken, yüzbaşı bana sivildeki mesleğimi sormuştu.
Sivilde havlu dokuma işçisiyim komutanım derken elim, ayağım birbirine dolanıyordu.
Hayır dedi yüzbaşı!
Soran olursa sen köylüsün, köyünde rençberlik ediyordun, hayvan bakıyordun.
Senin hiç bir mesleğin yoktu; tamam mı?
Gel de sıkıyorsa, hayır de.
Haliyle, emredersiniz komutanım demiştim.
Bursa’nın göbeğinde büyüyen ben ve köylülük!
Tuhaftı doğrusu.
Ben ıspanağı, lahanayı, domatesi, soğanı sadece pazar tezgahlarında görürdüm, çiftçilik hakkında en küçük bilgim bile yoktu.
Hayvanlar hakkında ise az da olsa bilgi sahibiydim, ne de olsa Uludağ’da avcılık yapmıştım!
Muhafız bölük hava piyade bölüğüydü.
Kütahya’da bandocuyken burada piyade olmuştum.
Halbuki temel eğitim haricinde en küçük bir piyade eğitimi bile almamıştım.
Muhafız bölüğünde en alt devre olduğumuzdan 60/ 1 devrelerim gibi ben de bütün pis işlere koşturuluyordum.
Tuvalet mi yıkanacak?
Koş, bir kaç tane 60/ 1 bul, gel, o’nlar yıkar.
Çamaşırhaneye çamaşır mı götürülecek? 60/ 1’ler ne güne duruyor?
Taş mı taşınacak, yol mu süpürülecek, mıntıka temizliği mi yapılacak, 60/ 1’ler halleder.
Dönem terör dönemiydi, Merzifon havalisinde mezhep çatışmaları yaşandığından, takım seviyesinde bile olsa bizim bölük de sık sık dış göreve çıkıyordu.
Hazır kıta görevine de gitsek, alayda da kalsak, kaderimiz değişmiyordu,her türlü garyaya abone olmuştuk.
5. Üsse gidişimin üzerinden bir kaç hafta geçmişti.
Günlerden pazardı.
Bölüğün büyük kısmı çarşı iznine gitmişti, ben ve benim gibi bir kaç çaylak bölükteydik!
Birden bir emir duyuruldu.
10 kişi tören kıyafeti giyinecekti, bölük binasının önüne yanaşan eski otobüsün yanında bekleyecekti, seçilenler içinde ben olmasaydım, biraz garip olurdu!
Sakal tıraşımı kontrol ettim, elbisemin ütüsünü gözden geçirdim, botlarımı yeniden parlattım, M-1 Tüfeğimi kaptım, otobüsün yanına gidip beklemeye başladım.
Günlerden pazardı, bizim bömlük komutanımız yanımızda değildi.
Bize kim komuta edecek diye bakınırken, tören kıyafeti giymiş subayı görünce korkudan ödümüz şeyimize karışmıştı.
Bizim başımıza gelen subay,o gün üs nöbetçi Amiri konumundaki Muhabere kıta komutanı Önyüzbaşı Mehmet Botan’dı.
Botan üzbaşı çok sert bir asker olarak tanınıyordu.
Botan’a çarpılma da kime çarpılırsan çarpıl lafı atasözü gibiydi.
Botan yüzbaşı’nın ’’Araç bin’’ emriyle birlikte araca bindik, yola koyulduk.
Konuk komutanları taşıyan uçakların yanaşabildiği en uç noktadaki Havuzbaşı adını verdiğimiz yerde araçtan indik, hizalandık.
Botan yüzbaşı herbirimizi tek tek gözden geçirdi, hayrettir ki en küçük bir eksiğimizi bile bulamadı.
Biz gözlerimizi pistin öteki başına dikmiş, C-130 beklerken gele gele küçüçük bir helikopter görmeyelim mi?
Doğrusu biraz hayal kırıklığına uğramıştık.
Uğramıştık ama helikopterle kimin geldiğini gçörünce de gözlerimiz hayretten faltaşı gibi açılmıştı.
Kara Kuvvetlerine ait bir Helikopterle üssümüze gelen komutan, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’den başkası değildi.
Komutanın suratı kapkaraydı.
Belli ki canı çok sıkkındı.
Askerken doğru dürüst gazete okuyamıyor, TV’ de haber izleyemiyorduk, memleketin halinden haberimiz olmuyordu.
Meğer tam o günlerde Çorum’da çok büyük toplumsal olaylar çıkmış, ortalık tam karışmış, halk alevi ve sünni olmak üzere birbirinin boğazlıyormuş.
Kan gövdeyi götürüyor, Çorum yanıyormuş.
Kenan Evren ne hikmetse Merzifon’a karadan 45 dakika süren Çorum’a helikopterle değil de karayoluyla gitmişti.
İstenseydi, herhalde Çorum’da da inecek bir alan bulunabilecekken, helikopterin bizim üsse inmesi o gün için muammaydı.
Komutan gitti, biz havuzbaşı’nda beklemeye devam ettik.
2 saat kadar geçmişti ki bizi tekrar topladılar, hizaladılar.
Kenan Evren Çorum’dan karayoluyla geliyordu, Ankara’ya da geldiği helikopterle dönecekti.
Biz kendisini uğurlarken,helikopterin pervaneleri o kadar güçlü bir akım yaratmıştı ki hazırolda beklerken gerisin geriye düşeceğimi sanmıştım.
Sonradan meseleyi iyicene öğrendik ki, komutan, olayları yerinde incelemiş,emrindeki tüm askeri olayları yatıştırmak üzere sahaya çıkmalarını, durumu kontrol altına emretmiş.
Sonradan gazetelerden öğrendiğimize göre olaylar 3 gün sürmüştü, Çorum büyük ölçüde yıkıma uğramıştı.
Kin ve nefret akıldan üstün gelmiş, Allah’ın yarattığı kullar politikacıların gazına gelmiş, iki kampa ayrılmış, birbirlerine ölüm saçmışlardı.
İnsanları öldürmekle yetinmemişler, güzelim Çorum’u da yakmışlardı!..