Çocukluk anılarımdan:
Gençlik anılarımdan:
(Genceaba).Yayla adı:
Gencebadan anılar biter mi hiç? Hele de hamurun o dağlarda yoğrulmuş, o dağlarda pişirilmişsen, biter mi hiç? Bitmez. Her yaz başı tatlı bir heyecan sarardı biz yaylacıları, sanki çok özel bir şey yapıyormuşuz gibi. Oysaki doksan gün çile çekmekten başka bir şey değildi o dağlarda yaşamak.
…Yaz başı denince akla ilk gelen yayla olurdu, sanki dünyanın merkezine taşınıyorduk, bir telaş bir heyecan sarardı biz yayla sahiplerini ki sormayın gitsin.
..O gün gelip çattığında ise, sabahın ilk ışıkları yarı yolda vururdu üstümüze, Dağın eteklerine inen güneş o dağı tırmanmamıza engel olamazdı. O dağın eteklerinden geçerken, adeta gerdanda boncuk dizer gibi dizilirdik. Sığırlar önümüzde, bizler arkasından bir renk cümbüşü, bir gökkuşağı oluştururduk karşı yamaçtan bu yamaca bakınca. Bu telaş ve bu heyecanla varılırdı yaylaya, sanki orada bekliyorlarmış gibi, her sığır kendi kapısına iner beklerdi ev sahibesini.
Yayla sahipleri olan bizler, birkaç gün önce çıkardık yaylaya, önce bir yerleşir ortalığı toparladıktan sonra el malını beklerdik. Toparlanmak derken, sadece ateşte yakılacak biraz çalı, odun gibi,. Birde kaldığımız evlerin hazırlanması işte. Ne vardı hazırlanacak, bir kaç parça çamaşır, varsa biraz gıdaların yerleştirilmesi, bir yatak birde yorgan, öteki yatak palah denen bir ottan olurdu. Kalın kumaşın yanlarını, kalın bir iplikle diker, içine o otları doldurup, alın size bir yatak daha, derdi anam. Yattığımız yer hemen hayvanların üstü, aralıklı dizilen tahtalardan hayvanın her s… ması, koku olarak direk burnumuza gelirdi.
Bu şekilde başlardı işkencemiz o dağlarda, halamın kızı, Allah buraları göme, aha gene geldik buraya, şimdi bu kadar gün nasıl geçer, derdi? Hem güler hem de söylenirdi. Bazen güne halakızının yaptığı espriyle başlardık, bazen de sisin getirdiği o ağır çisenin verdiği gerginlikle. Ne iyi kızdın sen halakızı.
Sıra el mallarına gelirdi, bakalım kimler daha çok el malı alacak?, ya da gelen bu insanlar kimin kapısına dayanacaktı. Birbirimize çaktırma sakta yayla sahipleri olan bizler, henüz yaylanın başlarındayken, aramızda içten içe bir yarış bir çekişme başlardı, kim daha çok el malı alacak diye. Hele o sığırların memeleri kocaman yerlere kadar iniyorsa, hiç kimseye kaptırmak istemezdik bu sığırları. Çünkü büyük memeli sığır demek o kadar süt demekti yaylacılar için, ne kadar çok süt o kadar katık anlamına da geliyordu ayrıca.
.. Yaylanın inimi yaklaşırken yeni bir heyecan sarardı yayla sahipleri olan bizleri. Kim daha çok katık dağıtacak? Diye
Yayla inimin de ise, başka bir telaş yaşanırdı, kim daha çok katık dağıttı? Birde bunun yarışı olurdu üstelik. Önce kim daha çok el malı alır, daha sonrada kim daha çok katık yapıp dağıtır?. Ha birde, acaba hangi ( laz ) sığır sahipleri. Daha çok memnun olarak ayrıldı yayladan?
Yayladan katığını vede sığırlarını alıp giden hiçbir laz, memnun olarak ayrılmamıştır yaylacısından. Yayladan köye varıncaya kadar, hep konuşur, hep şikayet ede ede varırdı köyüne.. Sene olunca, sanki hiçbir şey olmamış gibi gene aynı yaylacıya verirdi sığırlarını, çünkü başkasına vermesi ayıp olarak karşılanırdı, zaten yayla sahipleri de buna çok dikkat eder, komşusunun sığırlarını almazdı. Bazen olurdu ama çok utanırlardı, nasıl aldım diyerek, böylesine de güzel bir geleneği vardı yaylacılığın.
Üç ay birlikte yaşadıkları komşusunun ambarına girip, ne yaptın ne etti diye bakmaz, Sığırlardan sağdıkları sütü bile göstermezdik birbirimize, zaten yayla sahipleri de bunu istemezlerdi, buralarda en çok korkulan şey, göze gelmekti.
… Hiçbir, Batıl inancın olmadığı bizim o yörede, her nedense göze gelme korkusu yaşanırdık. Duygusallığın en dorukta olması, paylaşımların en çok olduğu yerlerdi buralar.
Biz çobanlara düşen görev, sadece sabahları ahırdan çıkarılan o sığırları önümüze verilip, akşama sağ salim eve teslim etmekti. Yayla sonunda hiç kimse bize herhangi bir ödül vermez, kimsede bizi hatırlamazdı bile. Oysa yükün en çoğunu biz çobanlar çekerdik.
…İlk defa almıştık bu köyden sığır. Yani laz.(laz ) El malı. Belli bir para karşılığına 90 gün bakmaktır, bu el in sığırlarına, Bunun adına da yaylacılık diyorduk.
Yanlış hatırlamıyorsam iki sığır birde dana vardı, bu sığırlardan bir tanesi 90 gün boyunca hiç yatmamış ve yerini yadırgamıştı. Ancak kendiliğinden yere yıkılırdı, tabi bunun adına yatmak denirse..
Yayladan İnim zamanı yaklaştı ve ineklerin sahibi yaylaya gelip, ineklerden birini götüreceğini söyleyince, anam, inim zamanına az kaldı, ya bu sığırı götür, yada ikisini birden götür deyince.
İneğin sahibi ise sadece bir tanesini götürebileceğini söyledi anama.
Anam, hayır, bu sığır buraya geldiğinden beri hiç yatmadı, eğer arkadaşını bundan ayırırsan bu sığır peritir.( peritir ) Şuursuzca kaçış anlamın da:. Gider dese de sığırın sahibi sanki duymuyordu anamın dediklerini. Çok acil lazım bize bu sığır, bu bir hafta daha kalsın deyip diretti, ve götüreceğim dediği sığırı alıp gitti.
Anam da çaresizce kabul etmek zorunda kalmıştı. Sığır yaylaya geldiğinden beri, yıkılmalar hariç, hiç yatmadığından dolayı, çok zayıflamış, hem de artık süt vermiyordu. Öylesine güzel, öylesine hoş bir sığırdı ki sormayın. Uzun belli moltofon ineğiydi kocaman boynuzları, yerlere serilen memeleriyle çok dikkat çekmişti yaylaya getirildiğin de
. Anam, ise, çok endişelenmiş, yok, yok bu sığırı gözden yerler diyor, kendi kendine konuşuyordu. Daha sonrada yerini yadırgayıp yatmadığında ise, ben dememiş miydim bu sığırı gözden yerler diye, bak yatmıyor, yatmıyor işte der içini döker, rahatlardı
Sığırın sahibi aldı arkadaşını köye götürdü. Eresi gün hiç bir şey olmamış gibi anam ve diğer yayla sahipleri, sığırları önüme katarak meraya yani otlağa götürdük diğer çoban arkadaşlarla birlikte. Çürük göl diye bir yer var, hem geniş bir otlak yeriydi, hem de buradan sığırları toplamak çok daha kolay oluyordu..Sığırlar aşağıdan otlaya otlaya yukarıya çıkıyor, bizde yukardan önlerini kesip toparlayıp yatağın olduğu yere götürüyorduk.( yatak ) Yayla evlerinin bulunduğu geniş alan: Sığırları oraya, çürük gölün olduğu otlağa bıraktık.ve çoban arkadaşlarla beraber eve gelip kahvaltıdan sonra tekrar döner toplarız, düşüncesiyle arkadaşlarla anlaşıp, hep beraber evin yolunu tutmuştuk.
Öylene doğru çoban arkadaşlarla toplanıp, dağıttığımız sığırları hep beraber toplamaya başladık. Bilenler bilir, o sis, işte o sis geliyordu ve de öylesine acele ediyorduk ki. İnim zamanı, bir aksilik olmaması için çok dikkatli oluyorduk hepimiz. Anam hep söylerdi, yaylanın sonlarında hep bir aksilik olur, bu yüzden çok dikkatli olmak lazım. Bu düşünce hemen her yaylacının beynine kazınmıştır, hemen herkes buna katılır ve inanırdı. Aman ha çocuklar, şunun şurasında birkaç gün kaldı sakın ha bir aksilik olmasın diye tembihler alarak giderdik çobanlığa.
Bütün sığırları topladık ama bizim sığır yoktu ortalıkta, her tami ya baktık, her tepenin ardına gittik, yok, sığır yoktu. Akşam eve gelemiyorum anam beni dövecek korusundan, sanki suç benimmiş gibi.
Arkadaşlar, bu dandik sığır belki eve gitmiştir, önce yatağa bir bakalım, olmasa geri döner aramaya devam ederiz dediler vede öylede yaptık. Topladığımız sığırlarla birlikte yatağa döndüğümüzde ise anamın elleri belinde kapıda beni bekliyordu, sığırın kaybolduğu haberini diğer çoban arkadaşlardan almıştı çünkü.
. Anam bağırıyor kızılca kıyameti koparıyordu, hem bana hem de sığırı götür dediği halde götürmeyen sığırın sahibine. Ben kaçıp saklandım. Havanın iyice kararmasını bekledim, akşam olunca, anamın ahıra inip sığırları sağmaya başlamasını fırsat bilip, gizlice eve girip, usulca yatağa girdim, karnım açtı ama karnımın aç olması çok da umurumda değildi.
Anam uykudayken bir şey demezdi o huyunu keşfetmiştim nasıl keşfetmişsem artık.:))
Ertesi gün sığırları otlamaya bıraktıktan sonra yeniden aramaya başladık, Yaylamız zaten dağın hemen tepesinde kuruluydu, bu yüzden küçük tepeler vardı etrafta. O tepelerin her yanına bakıyor, sığırların gidebileceği, ya da gidemeyeceği her yeri arıyorduk, çoban arkadaşlarla birlikte.
…Bizim bu sığırın çok tembel olduğunu hemen herkes biliyordu, onun için, arkadaşlar, ya bu sığırın adım atmaya feri yoktu, ta oralardan buralara gelemez, biz boşuna buralara bakıyoruz deseler de, hepimiz biliyorduk ki, şuuru bozulan sığırlar aklın almadığı yerlere gidebiliyorlardı. Bu yüzden hem yakınıyor, hem de didik didik her tarafı arıyorduk tekrar tekrar.
Bizim yaylaya en yakın olan bir yayla daha vardı, Homeze yaylası. Çoban arkadaşlarla o yaylaya çok yaklaşmıştık ve bakınca, o yaylanın çobanlarını görebiliyorduk Hadi oradaki çobanlara da soralım dedik ve de gidip sorduk. Yaylalarda bu tip durumlarda inanılmaz bir dayanışma olurdu ve herkes elinden gelen yardımı yapardı birbirlerine ve yaylacılar arasında olan ilişkilerde asla yalan kandırmaca olmazdı. Bu yüzden herkes birbirine çok güveniyordu, ilişkiler çok samimi olmasa da.
O yaylanın sığır çobanları bize bir yer tarif etti, isterseniz oraya da bir bakın.Dün bizim sığırlar oraya doğru hızla koşmaya başladılar, bizde ne oldu diyerek arkalarından koştuk ve bizi oraya götürdüler, baktık orda çok güzel bir sığır yatıyor çok güzeldi, içimiz yandı ama yapabileceğimiz bir şey yoktu ve hemen sığırları alıp uzaklaştık oradan.. O sığıra yazık olmuş, kurt onu tek darbeyle öldürdü. o güzel sığırın orada öyle yattığını görmek çok üzücüydü.
Kimin sığırıydı bu sığır? Diye sorunca
Ben üzgün bir bakışla onlara bakınca zaten anlamışlardı benim olduğunu
Bu çok belli oluyor ki, bu sığırı kurt güpe gündüz öldürmüştü, yani biz bu sığırları otlasın diye bıraktıktan kısa bir süre sonra yani.
Diğer sığırlar yukarı doğru çıkarken, bu aşağılara doğru inmişti, çünkü arkadaşı yayladan götürülürken aşağıya doğru gittiğini görmüştü, sakın inek deyip geçmeyin ha.
…Biz komşu yaylanın çobanlarının yanından ayrılırken, hızla o yöne doğru koşmaya başladık.. Tarif edilen sığır tam da bizim aradığımız sığıra uyuyordu, yayladan bizim sığırdan başka kayıp yoktu, , o yaylanın da sığırlarında her hangi bir kayıp olmadığına göre, bu sığır bizimkinden başkası olamazdı. Biz hepimiz çocuk sayılırdık, bize sığırın yerini tarif eden çoban, bize göre ağabeydi, biz hızla koşarken arkamızdan seslendi, isterseniz gitmeyin o leşe başka hayvanlarda gelir şimdi. Bu sizler için tehlikeli olabilir, çok dikkatli olun, Ya da bir bakın sonra oradan hızla uzaklaşın, diye de tembihledi arkamızdan.
Biz hiç arkamıza bakmadan koşuyorduk, hem düz hem yokuş aşağı. Bulunduğumuz yerden o kadar aşağıya inmiş ki, bu tembel bu uyuşuk sığır, o haliyle buralara nasıl indiğini şaşırmıştık. Oraya doğru inerken, bir yandan da dua ediyordum olmasın, Allahım ne olur bizim sığır olmasın diye.
Kısa bir süre içerisinde O yere indiğimizde ise bizim sığır boylu boyunca yerde çalılıklar arasında yatıyordu, oydu,tek darbe almıştı memesinden başkada bir yarası yoktu,upuzun yerde öylece yatıyordu..O an içimden, kalkabilirsin hadi kalk demek istedim ama bu mümkün değildi. O an ne hissettiğimi bilemiyorum, ne hissedebilirdim ki o çocuk yaşta, yaşım sekiz ya da dokuzdu. O andan sonra hatırladığım tek şey, hızla koşmaya başladığımızdı, o çabanın uyarısını dikkate almıştık çünkü. Kendi bölgemizden çok uzaklaşmış, ta aşağılara inmiştik, bu da bizimde tehlikede olduğumuz anlamına geliyordu. İlk ve son olmuştu bir sığırı kurda kaptırmam, oda benim suçum değildi. Henüz yaşım sekiz’di ve de 36 sığırı bana teslim etmişlerdi al bunlara bak diye. Bu sığırlar yengemim annesine aitti üstelik. Sonrası mı? Bilmiyorum, yani hatırlamıyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.