Yoksul Çocuk İle Elma Ağacı Dostluğu
Yoksul Çocuk İle Elma Ağacı Dostluğu
Ulu bir dağın eteğinde küçük bir köy ve o köyün karşı yamacında, sık, yemyeşil yaprakları ile parlak kırmızı elmaları olan dibine her yaz sıcağı gölge ve serinlik veren bir elma ağacı varmış bir zamanlar. Ağacın dalları arasına yuva yapmış olan kuşlar, yaprakların arasında korunup, kanat çırparak daldan dala uçuşur, şarkılar söylermişler mutluluk içinde. Bir de her gün bu elma ağacını ziyaret eden gülünce yüzünde güller açan Ali adında yoksul ve zeki bir çocuk varmış.
“Ey güzel çocuk duyuyor musun beni?”
Küçük Ali bu sesin nereden geldiğini anlayamamış şaşkın şaşkın etrafına bakınıp durmuş sonra farketmiş ki üstünde yemyeşil yaprakları ve kıpkırmızı elmalarıyla görkemlice duran elma ağacı dile gelmiş konuşmakta.
“ Ey sevgili elma ağacı, sen konuşabiliyor musun?” Diye merakla sormuş elma ağacına.
- Tabii, demiş elma ağacı, “Sen nasıl konuşabiliyorsan ben de öyle konuşurum ama kimse beni duymuyor. Çünkü durup dinlemiyor. Elmalarımdan alan hemen uzaklaşıyor burdan.”
- Bağışla, demiş küçük Ali. “Bunca zamandır altından gelir geçerim sesini hiç duymamıştım. Durup dinlememiştim. Ama bugün karnım açtı elma yemek için geldim buraya. Konuştuğunu duyunca önce şaşırdım ama şimdi seni anlıyorum. Çünkü benimde arkadaşım yok benimle de kimse konuşmuyor çok yalnızım.”
Fakir ve yetim olduğu için kimsenin kendisiyle arkadaşlık yapmadığını söylemiş Ali.
-Elma ağacı önce derin bir iç geçirmiş ve sonra küçük Aliye: Benimle arkadaş olur musun? Sana her gün elmalarımdan veririm, karnını doyurursun?” Demiş. Küçük Ali öyle duygulanmış ki cevap verememiş. Cevap yerine sarılıp elma ağacına iki damla gözyaşı dökmüş yanağından.
Elma ağacı da çok duygulanmış: ”Benim de derdim bir candan arkadaşımın olmayışı. Elmalarımdan alan çekip gidiyor burdan” demiş.
Küçük Ali ağaçtan aldığı iki elmayı hemen afiyetle indirmiş midesine. Sonra dönüp yeni dostuna teşekkür etmiş. Gerçekten de bu güne kadar böyle lezzetlisini yememişti Ali.
O günden sonra küçük Ali ile elma ağacı çok iyi dost ve iki candan arkadaş olmuşlar. Hemen hergün buluşup kuşların cıvıltıları, suların çağıltıları arasında beraber güler, beraber ağlar, beraber oynar olmuşlar. O günden sonra bütün ağaçlarla, bitkilerle, çiçeklerle dost olmuş, kuşlarla, hayvanlarla konuşur olmuş Ali elma ağacının yardımıyla...
Annesi ölünce babası ve kardeşleriyle ortada kalmış Ali. Her gün ırgatlığa gidip tarla, bağ ve bahçelerde çalışarak günlük rızkını temin eden babası, getirdiği üç beş kuruşla çocuklarının geçimini sağlarmış. Bir gün babası da hastalanınca eve bir şey getirecek kimse kalmamış. Derken iş çocukların en büyüğü olan Ali’nin başına kalmış.
Günler böyle sevgi ve neşe içinde geçip giderken bir gün Ali üzgün bir şekilde elma ağacının yanına gelmiş. Bu defa çok hüzünlü ve endişeliymiş.
Elma ağacı:
-Söyle Ali kardeş. Neden bu kadar üzgün ve telaşlısın? Bir şey mi oldu acaba?
-Sorma elma kardeş. Babam hasta. Çalışan kimsemiz yok. Kardeşlerim aç. Hazır paramızda kalmadı. Ne yapacağımızı bilemez olduk.
“Üzülme” diye yanıtlamış elma ağacı. Her şeyin bir çaresi vardır. Bak,sana güzel elmalarımdan vereyim. Götür çarşıda, pazarda sat. Çok paran olur, diye teselli de bulunmuş.
Sevincinden ne yapacağını bilememiş Ali. Elma ağacına doğru akan kalbindeki sevgi sıcaklığını hissetmiş o an.
O günden sonra Ali devamlı gelip arkadaşının sunduğu kırmızı sihirli elmaları götürüp satmış. Bir zaman sonra ihtiyacından çok daha fazla parası olmuş. Ve her zaman olduğu gibi yine sevinçle oynamaya devam etmişler.
Ali bir gün yine çok dalgın ve üzgünmüş. Canı hiç oynamak istemiyormuş. Elma ağacı canının sıkkın olduğunu gören Ali’ye:
-Söyle bakalım Ali kardeş canın yine bir şeye mi sıkıldı? -Sorma elma ağacı kardeş. Kerpiçten örülü küçüçük bir evimiz vardı yağmura dayanamayıp yıkıldı. Babam ve kardeşlerimle açıkta kaldık.
-Bununda bir çaresi var Ali kardeş. Yeter ki üzülme. Al bu dallarımdan götür. Onlarla kendinize bir barınak yapın içine girin. Rüzgardan, yağmurdan korunursunuz. Deyip yine teselli etmiş Ali arkadaşını.
Çocuk sevgiyle, minnetle bakmış elma ağacına. Başlamışlar oyunlar kurmaya yeniden...
Aylar yel gibi, yıllar sel gibi geçip giderken küçük Ali büyük Ali olmuş derken hayalleri de büyümüş. Bir gün; “Yine dalgınsın Ali kardeş. Acaba bilmediğim bir şey mi var”diye seslenmiş elma ağacı. “Ben çocuk değilim artık elma ağacı kardeş. Büyüdüm. Hayallerim de büyüdü. Karşı koyları merak ediyorum. Dağların öte yanını, dünyayı gezip görmek, tanımak istiyorum”
“Onunda bir çaresi var Ali kardeş. Kes dallarımın bir kısmını, sağlam bir kayık yap kendine, yanına da elmalarımdan bol bol al, gezip gör dünyayı. Gittiğin yerlerde bana haber sal kuşlarla, selam yolla ki, içim rahat olsun. Olur mu? Unutma emi! Diye tembih etmiş ve de fazla uzaklara açılma ne olur ne olmaz bazı yerler tekin olmayabilir, sana bir şey olursa üzülürüm”. Deyip uyarmış arkadaşını.
“Bu incecik filizlerimi, çekirdeklerimi yanına almanı ve gittiğin her yere dikmeni istiyorum. Büyüyüp ağaç olsunlar, meyve versinler, gölge olsunlar. Yiyen herkes şifa bulsun, şifa dağıtsın dört bir yana… Benim tomurcuklarım her iklimi sever.Nerde olursa olsun toprağın kucakladığı her filizim yemiş verir”demiş, elma ağacı.
Elma ağacına sarılıp öpmüş. Sevgi dolu gözlerle yüreği titreyerek bakmış Ali ve “Sen meraklanma arkadaşım bana bir şeycikler olmaz.Ayrıca uyarıların için de teşekkür ederim.” Deyip, gülümsemiş kırmızı yanaklı elma ağacına “Hey canım arkadaşım, sevgili elma ağacım, sen sonsuza yaşa emi?”. Deyip fısıldamış. “En zor anlarımda hep yanımda oldun, yardım ettin, bana sonsuz sevgini verdin, doğruyu gösterdin. Ne mutlu bana ki senin gibi candan bir dostum var.”
Elma ağacının gövdesi ve dallarından, babasıyla beraber hazırladığı kayıkla ayrılmış oradan içi ağlayarak. O büyülü uzak yolculuk başlamış. Yemyeşil rengarenk pırıl pırıl nehirlerde ve derin mi derin vadilerde geçip giderken kalbinin en derinlerinde arkadaşı elma ağacını da götürüyormuş.
Kayığın içinde mutluydu. Bu ucsuz bucaksız mavi gökler, bu dingin sular ülkesi Ali’nin ülkesiydi artik.
Küçük kayık, sonunda tertemiz suların üzerinde sessizce kaymaya başlamış. Nihayet içindeki sesin çağrısına uymuştu Ali. Gidebildiği yere kadar gidecekti.
Nehirin üzerinde arkadaşını düşünmüş, büyük bir sessizlik kaplamış, yalnızca ılık bir esinti hissediyormuş yanaklarında. Ali ağlamış en iyi arkadaşını terkettiği için. Sessiz nehir gözlerinden yanaklarına akıyormuş sanki. Keşke arkadaşını terketmeseydi diye geçirmiş içinden. Yalnızlık bir yana ama en iyi arkadaşının yokluğunu yüreğinde bir yara gibi hissetmiş. Gözyaşları öyle çoğalmış ki sanki nehir gözlerinin içinden akıyormuş…
Uyumuş Ali’cik. Gözlerini açtığı zaman kendisini büyülü bir atmosferde bulmuş. Mavisi yeşiline karışmış, uzun uzun ağaçların gölgelerini ve meyvalarını cömertçe sunduğu, renk renk çiçeklerin açtığı, kuşların cıvıl cıvıl öttüğü , pırıl pırıl suların aktığı, tertemiz havasıyla insanoğlunun pek uğramadığı bir yere gelmiş.
Her tarafta ceylanlar boy boy çeşit çeşit hayvanlar biribiriyle oynayarak otluyorlarmış. Ama candan arkadaşından uzak, sevdiklerinden ayrı bir büyümüş çocuk vardı. Elma ağacına kuşlarla haber iletmiş. Her gitti yere elma ağacından haber almış kuş kanatlarında.
Ali gittiği her yere elma ağacının tohumunu ekmiş. Gittiği her yerde tohumlar filizlenmiş sevgiye. Sonra elma vermeye başlamışlar büyüdükçe. Kuşlar insanlar ve hayvanlar elma ağaçlarının altında buluştukça elma ağaçları da mutluluk dağıtmış etraflarına. Böylece tüm canlılara elmalarından vermişler her yaz görkemli ve güçlü dallarıyla.
Aradan çok uzun yıllar geçmiş. Ak sakallı, karlı dağların tepesini andıran başıyla ihtiyar bir adam çıka gelmiş. Elinde baston yavaş yavaş yürümüş elma ağacına doğru. Elma ağacının altına gelince, başını kaldırıp sonsuz bir sevgiyle bakmış. Elma ağacı tanımış o eski arkadaşını. Kırlardan topladığı bir demet papatyayı bırakmış gövdesinin yanına ve sarılıp usulca:
- SENİ SEVİYORUM, demiş...
29.9.1981
Nuri CAN