Tımarhane: Oda 187
Elleri sandalyenin arkasına bağlanmış adamın kulağına eğilip ;
"Karanlık gerçeğin içinde daha fazla durup da ne yapacaksın. Sana özgürlük vadediyorum. Ruhun içinde müebbet değil. Sadece erken tahliye ediliyor." diye fısıldadıktan sonra elindeki palanın ucunu önce göğüs kafesinin tam ortasına yerleştirdi. Ardından hafif bir kuvvet uygulayarak yukarı doğru yavaşça kaldırdı. İkiye ayrılan derinin içi önce beyaz bir görünüm kazandı ardından hücum eden kanlar adamın göğsünü kırmızıya boyadı.
Çığlık atmak istiyordu fakat verilen ilaç her yerini uyuşturmuştu. Bağırmak istese bile ağzı bağlıydı ve içine bez tıkanmıştı. Burnundan aldığı derin soluklar ne kadar korktuğunu gösterir gibiydi ve gözlerinden akan acı yaşları çaresizliğin sesiydi o sessizlikte.
Kar maskeli adam palasını kılıfına sokup çaresizliğin son anlarını yaşayan sandalyeye bağlı kurbanının yanına geri gelip maskeyi burnuna kadar sıyırdı. Dudakları morarmıştı. Ve titriyordu.
" Seni sahipsizliğin içinden alıyorum. Bir sahip edinmen üzere serbest bırakıyorum. "
derken eline aldığı kavanozun ağzını adamın midesine doğru götürdü. Akan kanlar yerini arıyormuş gibi, kavanozun içine hücum ettiler. Bir miktar kan dolduktan sonra kavanozun kapağını kapatıp yere koydu. Eliyle adamın çenesinden tutup başını sağa sola çevirdi. Gözlerini anlamsızca bir süre kurbanın gözlerine dikti. Loş odanın içinde parlayan çelik masanın yanına gidip demirdökme, kalın sopayı alarak olduğu yerde dönerek adamın yanına yürüyüp önüne geçti. Sopayı iki eliyle kavrayıp kurbanın suratına bütün gücüyle vurdu. Çatırdayan elmacıkların sesini duyar gibiydi. Kurbanın ağzı kanlarla doldu. Yere vidalanmış sandalyenin ayaklarının rengi değişmişti. İkinci hamle gözleri ve alnı arasına geldi. Suratı tamamen parçalanmıştı. Sıçrayan kanlar duvarda desenler oluşturuyordu. "Bu bir sanat." diye düşündü. Üçüncü hamleyi dördüncüsü takip etti. Artık yüzü tanınmaz haldeydi.
Sopayı yere fırlatıp dikkatlice karşısında duran cesedin parçalanmış suratına baktı. Nefesini düzenlemeye çalıştı. Bir şeyler eksikti. Her yer kanla kaplanmıştı sanki. Masadan usturayı alıp heyecanlı bir şekilde garip sesler çıkararak dağılmış surata doğru yaklaştı. Saçların bittiği yere boydan boya derin bir çizik attı. Deri kalkmıştı. Eliyle kalkan deriyi tutup yara kabuğu soyar gibi etten ayırıyordu. Deriyi her çekişinde eti ayırmak için usturayla sık aralıklı çizikler atıyordu. Sonunda kaşlarına kadar yüzdüğü deriyi sert bir hamleyle çekip yırttı. Yere bıraktığı kavanozun kapağının üzerine bıraktı. Cesedin kanla dolmuş gözlerinin beyazına usturanın ucunu yaklaştırıp içeri doğru ittirdi. Dışarı çıkan sarımsı sıvıyı diğer eliyle silerek gözü yerinden çıkarttı. Uzayan kalın damarları kesip gözü bedenden ayırdı ve yırttığı derinin üzerine bıraktı.
Diğer göze yeltenirken gelen bir sesle irkildi. " Bu kadar yeter! "
Kafasını arkasına çevirip baktı. Silkelenip tekrar göze döndüğünde aynı ses tekrar; " Sana diyorum. Yeter. Gitmeliyiz. "
Mırıldanarak; "Beni rahat bırak. Hiç bir yere gitmiyorum. Ruhunun tek değil iki göze ihtiyacı var. Yoksa eksik kalır ve gittiği yeri göremez."
Tam bu sırada hastanenin güvenlik odasında her odaya yerleştirilmiş kameraları takip eden bir görevli arkadaşına seslendi. "Hey, buraya gel de şuna bak."
Arkadaşı geldiğinde ekranda beliren kamera numarası; oda 187’yi gösteriyordu. Kar maskesini başına geçirmiş bir adam boş bir sandalyenin karşısında sırtı kameraya dönük olarak oturuyor ve kendi kendine konuşuyordu. Elindeki usturayı boşluğa doğru savurup arada bir arkasına bakarak bir şeyler söylüyordu. Görevlilerin odaya yayılan kanları fark etmesi pek uzun sürmedi. Ve yerde yarısına kadar dolu olan bir kavanoz, üzerinde de bir şeyler daha olduğunu gördüler. Hemen anahtarları alıp güvenlik odasından hızlıca oda 187ye gitmek için ayrıldılar.
Panik içinde odaya geldiklerinde kapıyı açıp içeri daldılar. Gördükleri manzara ikisinin de tüylerini diken diken etmişti. Odada sadece bir sandalye, kan içinde kalmış duvarlar, yarım kavanoz kan ve bir parça deri üzerinde bir göz duruyordu. Kavruk tenli güvenlik görevlisi bembeyaz olmuştu. Arkadaşına dönerek; "Ama"... "Ama az önce... Sen de gördün burada.. Buradaydı." kekeleyerek konuştu. Arkadaşı henüz sorusuna cevap veremeden arkalarındaki kapı şiddetle kapandı ve loş olan ışık da birden sönüverdi. Ve karanlığın içinde kanlar yeni bir renk yarattı...
Gece, iki görevlinin acı çığlıklarıyla sabaha koşturmuştu. Her şey için çok geçti...
Bahattin BERKDİNÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.