- 900 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İNCİRLİK CEPHESİ'NDE YENİ BİR ŞEY YOK...
Ağustos başlarında, İncirlik Üssü’nde yere yatırılarak Amerikalı askerler tarafından kelepçelenen pilot binbaşı Ferih Dinçer’le ilgili haberleri okuyunca, aklıma 90’lı yılların başında yayımlanan çok önemli bir roman geldi. Adı: BARAKA. Yazarı da, ilginçtir emekli hava binbaşı olan Burhan Günel. 30’un üzerinde kitabın (roman-öykü-çocuk kitabı-inceleme) ve 10’a yakın ödülün (iki kez Yunus Nadi) sahibi Burhan Günel, Baraka romanını 17 yılda yazdığını ve emekli olmadan da yayımlatmaktan çekindiğini söylemişti. Romanı yazmaya 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’nın başladığı günlerde İncirlik’te bir yüzbaşıyken başlayan Günel, mutlaka okunması gereken (ama nedense gereken yankıyı bulamamış, tanıtımı yapılmamış) bir başyapıt armağan etmişti Türk Edebiyatına.
2000’li yıllarda yaşanan sıkıntılar, ne yazık ki 70’li yıllarda da vardı. Belki daha öncesinde de. İncirlik Üssü ya da bu topraklardaki egemenlik hakkı, -aslında- kime ait? İçimizdeki kraldan çok kralcıları, Amerikalıdan çok Amerikancıları anlamak için çok çarpıcı bir roman BARAKA. İçinde sevdaları, kırgınlıkları da barındıran, yazınsal-estetik çıtası çok yukarda büyük bir roman. Ordan burdan çalıp çırpılmamış, intihal artığı bir kitap değil. Ne yazık ki (aslında iyi ki demeliyiz) medyatik bir yazar değil Burhan Günel. Yurtsever bir aydın. Türkçemize sevdalı. Çok değerli bir yazın ustası, ama medyadan uzak olduğu için önemli sayılmıyor. O nedenle de kitabından kimsenin haberi yok. Kısıtlı bir yazın çevresi dışında. Medyanın cilalayıp parlattığı, abartıp öne çıkardığı yazarların (Orhan Pamuk, Ahmet Altan, Elif Şafak vd) dışında iyi bir yazarı tanımak için de gecikmiş bir fırsat olabilir Baraka romanından işe başlamak.
Cem Yayınevi, 1991’de yayımladığı kitabın arkasına şu notu düşmüş: Burhan Günel, içeriği ve kurgusuyla olduğu kadar anlatımıyla da ilgi çeken bu yeni romanında; uluslararası bağlantıların oluşturduğu bir ortamı, edebiyatımızda henüz anlatılmamış olguları, ilişkileri; bu ilişkilerin biçimlendirdiği insanları bireysel ve toplumsal gerçeklikleriyle sergiliyor. Savaş ile barışın, sevgi ile sevgisizliğin, aşk ile tutkunun, umut ile umutsuzluğun, erdem ile erdemsizliğin ve yaşam ile ölümün yüzleşmesine tanıklık ediyor. Ülkemizin ve insanımızın güncel sorunlarıyla bizi baş başa bırakan Baraka’yı kıvançla sunuyoruz.
Romandan çok önemli, bugün de güncelliğini koruyan bir bölüm:
YEDİ
GÜNDÖNÜMÜ
KOMUTANLIK ÖNÜNE
Özü: Şikâyet
17 Eylül günü akşamı saat 20.00 sıralarında bize ait kafeteryada yemek yemek için Eşim, Ben ve çocuğumla birlikte üsse geldik. Kafeteryada yemek kalmadığını söylemeleri üzerine, biz de Amerikalıların bölümünde bulunan Pizza Restoran dedikleri yerde (Amerikan subay gazinosunun bitişiğinde) yemek yiyebileceğimizi eşime söyledim.
Pizza’ya geldiğimizde çok kalabalık ve oturma yerlerinin tümüyle dolu olduğunu gördük. Ayrılacağımız zaman ilgililer tarafından içeride de oturup yemek yiyebileceğimiz görüşü ileri sürüldü. Çocuğum çok acıktığından ve ayrıca bizim kafeteryadan Pizza’ya gelirken yürüdüğümüz yaklaşık birbuçuk kilometrelik yolu katettiğimizden, Eşim ve üç yaşındaki çocuğumu yorduğundan, on beş dakika gibi kısa bir sürede yemek yiyip kalkmak düşüncesi ile ileri sürülen görüşe katılmak zorunluluğunu duydum ve belirtilen iç bölüme girip bir masaya oturduk.
Aradan beş dakika geçmeden, kimliği ayrıntılı olarak aşağıda belirtilen rütbeli kişi, eşi, çocuğu ve sivil bir misafiri ile birlikte yemek yemek üzere içeriye girdiler.Beni, eşimi ve çocuğumu oturur durumda görünce, ki kendilerini görünce ayağa kalkıp altmışa yakın Amerikalı subay, sivil, astsubay ve oradaki görevliler arasında saygıyla selamladım. Buna rağmen burada ne arıyorsunuz der gibi başı ile yaptığı aşağılayıcı hareketlerine maruz kaldım. Yerlerine oturduktan sonra aradan iki dakika bile geçmeden büyük bir öfkeyle yerlerinden kalkıp beni garsonla ve yanımdan geçerken başıyla sert bir biçimde eşimin yanında resepsiyona çağırttılar.
Burada ne arıyorsunuz? Sorusunu sorarken hızlı ve kızgın bir ifade kullandılar. Ben de kendilerine durumu yukarıda açıkladığım üzere açıkladım ve ayrıca özür diledim.
Bu arada Amerikalı ve Türk görevli personeli, yemek yiyen Amerikalılar ve herkes bize bakıyordu ve ne yüzle buralara giriyorsun ve burada yemek parası olarak ne ödüyorsun? diye bağırdılar. Döviz kaçakçılığı mı yapıyorum diye töhmet altında bıraktılar. Ben de kendilerine "Lütfen hakaret etmeyin, siz ne ödüyorsanız ben de onu ödüyorum" diye karşılık verdim. O zaman, böyle bir hakkımın olup olmadığını sordular. Kendilerinin karşısında terbiyemi kesinlikle bozmadan ve başka hiçbir şey söylemeden dururken sinkaflı olarak, "çıkın buradan hayvan herifler!" dediler. Bu duruma oradaki personel de uzaktan ve yakından ve çevreden tanıktırlar.
Ben de bütün irademi, bilincimi, kişiliğimi, insanlığımı kullanarak herhangi bir duruma meydan vermemek için büyük bir çaba göstererek yemeklerimizi olduğu gibi masada bırakıp eşimi ve çocuğumu alarak dışarıya çıktık bu arada eşim fazla hassas ve şahsiyet sahibi olduğundan, durumdan son derece etkilendiler ki dış kapının yanında fenalık geçirerek bayıldılar. İlgili kişiler yardım ederek yakınlık gösterdiler. Çocuğum perişan oldu. Herhalde çok iradeli bir kişiyim ki ben terbiyemin dışına taşmadan, taşmama olanağını kendimde yaratabildim.
Beni, eşimi, çocuğumu hakaretlerle değerlendiren Sayın Zekâi O. eğer bu yargıya Amerikan Lokantasında yemek yediğimiz için varmışlarsa, kendileri, eşi, çocukları ve misafirleri de o lokantada idiler ve yemek yiyorlardı. Herkes gördü.
Üzüntüm şudur. Bir insanın onuru, gururu, hiçbir yerde kendi vatandaşımız tarafından yabancı Amerikalıların önünde kırılamaz sanıyorum. Eşim hâlâ olayın etkisindedir. İkinci üzüldüğümüz nokta, Amerikalılar bizim lokantamızda, kafeteryamızda istedikleri gibi yemek yiyip içip eğlenebiliyorlar da bizler, kendi topraklarımızın üzerindeki bu yerlere niçin giremiyoruz? Onların lokantalarında yemek yemeye kalkınca niçin onur sorunu oluyor ve biz onursuzlukla suçlanıyoruz?
Benim, eşimin ve çocuğumun uğradığı haksızlığı bilgilerinize arz eder, gerekli kanuni merciler tarafından hakkımızın aranmasını emir ve müsaadelerinize arz ederim.
İlker D.
(sayfa 280-282)
1970’li yıllardan 2000’lere içimizi burkan şeyler sürüp gidiyor. Yani: “İncirlik Cephesinde Yeni Bir Şey Yok! "
Baraka romanı, önce Cem Yayınları’nda çıktı. Sonraki baskıları Öteki Yayınları ile Kültür Bakanlığı Yayınları’nca yapılmış. Yeni baskısı 2005 yılında Tekin Yayınevi tarafından edebiyat okuruna sunuldu.
Baraka, okunmayı ve üzerinde konuşmayı gerçekten hak eden bir kitap. Bir yanıyla güncel, bir yanıyla zamanlar ötesi. Hüzünlü, gücenik sevdaların öyküsü.
Yarınlara kalacağından en ufak bir tereddütüm yok. Baraka, bir Burhan Günel klasiği...
YORUMLAR
Tüm kurumlar gibi Ordu da -mutlaka- denetlenmeli.
Hesapsız kitapsız harcamaların önüne geçilmeli. Daha demokratik -insani uygulamalar getirilmeli.
Nicelik değil de nitelik açısından öne geçmeli.
Osman Pamukoğlu çizgisindeki generallerin (subayların) artması dileğiyle,
Selam ve Sevgiyle,
değerli yazar,askerliğimi İzmir nato'da vazife yapan bir astsubay abi ile yaptım.askerlik şubesindeydik o zaman.
amerikalılar saat on2da kahve molası verirlermiş orada,herkes kahve almak için sıraya girer,alan bir köşede oturup keyf yaparmış.Amerikalıların sırasında bir subay bir astsubay , çavuş ,albay sıralı olur herkes kendi sırasının gelmesini beklermiş. Bizim sırasmızda ise sık sık "Dikkayyyt!" naraları atılır gelen üst rütbeli sıraya geçmeden kahvesini alıp gidermiş.Amerikalı askrle bizimle dalga geçer bazen "Dikkayyt!" diye bağırır biz de kenara çelilirdik. kahkahalarla gülerlerdi üzerimize diye bir anısını katarmıştı. Bir gün de bir uzman amerikalı astsubay derse girince diğer ecnebi subaylar ayağa kalkar.bizimkiler oraluı olmaz.astsubay neden kalkmadıklarını söyleyince "bir türk subayı amerikalı bir astsubayım karşısında ayağa kalkmaz" derler astsubay "ben öğretmenim " der ama dinlemez paşalarımız.
O sırada astsubay çıkar gider . Az sonra döndüğünde üzerinde ABD general ceketi vardır ve bizimkiler çakı gibi ayağa dikilir.
Gülerler...
Selam ve saygı ile.