11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2329
Okunma


Hava sıcak.
Oldukça sıcak.
Hem bizim buralar sizin İstanbul’unuz gibi değil. Hava sıcak olunca ağır bir rutubet çöker ilçenin üzerine.
Öyle ahım şahım bir sıcak olmaz. Antalya gibi olmaz mesela. Fakat havadaki nem insanın omuzlarına yığılır, nefes almak zorlaşır, ter silmekten heba olursunuz.
Bir de kokar insan bir müddet sonra.
Oteldeki odasının camını açmamasının sebebini, pencereyi açınca odaya dolan ağır çöp kokusu ve apartman boşluğuna açılan camdan gelen sıcak hava olduğunu anadığımı hissedince biraz mahcup olmuştu.
Gözlerime baktı “ben sana dememiş miydim” der gibi, biraz da yüzü kızarmıştı galiba.
O an ben de utandım. Sıkıldım. Keşke açmasaydım dedim içimden.
“Biz dersimize bakalım” dedi. Elindeki teksir kâğıtlarının bir kısmını yatağın üzerine bırakıp küçük etajerin üzerindeki kitabı aldı ve bana “bugün eşitsizliklere bakalım biraz” dedi.
Osman Hoca iki yıldır bizim lisede matematik öğretmeni. Saygılı, efendi, yeri geldiğinde espri de yapıyor. Saygısızlığa tahammül edemiyor bir tek. Ne yaparsan yap “saygı ile” yap.
İlçe merkezinde bir otelde kalıyor. Hani şu camları apartman boşluğuna açılan yerde. Otelin sahibinin oğlu da bizim sınıfta. Otellerinde kaldığından ilk zamanlar sınavda çıkacak soruları ele geçirebilir diye çok gezdik peşinden. Olmadı.
Yanıldık.
Sır vermedi.
Notları bizden yüksek olur, ne de olsa hoca onların otelinde kalıyor dedik. O da olmadı. İlk sıvandan “bir” alınca eski statüsüne döndürüverdik Metin efendiyi. Artık biz etkinliklere, haylazlıklara, âleme takılırken sadece eskiden olduğu gibi seyirci olacak. Olaylara iştirak etmesine izin vermiyoruz. Mesela maç yapacağız. Metin kenardan seyredecek. Sigara içmek için “Namık’ın Yeri”nde buluşacağız Metin kenardan seyredecek. Futboldan bahsedeceğiz Metin sadece dinleyecek.
Bütün kredisini matematik soruları teminindeki başarısızlığında tüketen bu herif artık aramıza giremeyecek.
Âşık olması da yasaklandı.
Kaportacı Metin’in bacısına “işmar” etmiş.
Derhal müdahale yapıp kıza uyarı yaptık. Sevda istiyorsan sana iyi arkadaşlardan birini ayarlayalım fakat Metin’e bakarsan ağabeyine yetiştiririz ikazı ile kızcağız bizim çocuklardan Aydın ile konuşmaya başladı. Aydın ile de ne konuşulur merak ederim. Devamlı burnunu çekip yutkunan bir çocuk o.
Böylece illegal yollardan alamadığımız notları legal yollarla almak için Osman Hoca’yı ziyarete gittik. Geldiğimizi haber verdiklerinde oteldeki odasından salona inince üzerindeki mavi eşofman ile çok acayip vaziyeti vardı. Biz onu devamlı takım elbiseli ve kravatlı görmeye alışmıştık. Şimdi o matematik hocası karşımızda babamın eşofmanına benzer bir giysi ve ayağında terliklerle karşımızda normal bir insan gibi duruyordu.
Başını eğip dudaklarını yuvarlayarak “hoş geldiniz çocuklar” dediği zaman Osman Hoca olmuştu tekrar.
Onu ziyaret sebebimizi söylediğimizde bize türlü bahaneler uydurup “mümkün değil” diyeceğini tahmin ediyorduk.
Yine yanıldık.
Bize “Çok mükemmel bir plan yapmışsınız, ben her zaman hazırım” dediğinde gözlerindeki tebessümü deşifre edememiştim doğrusu. Sebebini yıllar sonra anlayacağım bu bahtiyar bakışları ömür boyunca bir daha görebilecek miyim?
O günden sonra kararlaştırdığımız akşam saatlerinde kaldığı otele gidip ders aldık Osman Hoca’dan. Bizi genellikle kumaş pantolon ve gömlekle karşılıyordu. O eşofmanı bir daha göremedik üzerinde. Osman Hoca bize ders verdikçe matematik dersi notlarımız yükselmeye başladı. Sadece matematik değil diğer derslerimizdeki başarılar da artmaya bu artışın getirdiği yükselen beklentiler altında ezilmeye de başladık.
Artık üniversiteden konuşmaya başladık. Osman Hoca bize fakülteler, bölümler hakkında bilgi de veriyor, eğilimlerimize, kapasitemize göre münasip programlar, branşlar tavsiye ediyordu.
Son sınıfı hayırlısıyla, kazasız belasız bitirip, siyasi olaylardan da geri kalmadan, nümayişleri programlayarak ve hafta sonları ellerimizde kova ve fırçalarla yazıya çıkarak tamamlamaya çalışıyorduk.
Gayretli ve kararlıydık.
Osman Hoca dersleri aksatmadan devam etmemizi temin için bize otelde çay ve tost da ısmarlıyordu. Sınav yaklaştıkça heyecanımız artıyor, imtihan tecrübesi kazanabilmemiz için Hoca bize kenedi hazırladığı sınav kâğıtlarıyla imtihan ediyor ve en çok doğru cevabı olana bir hediye alıyordu.
Hava soğuktu. Dışarıda sert bir ayaz, denizin esintisiyle açıkta bulduğu deriyi bıçak gibi kesen soğuk vardı.
Kaşkollerimizle ağzımızı burnumuzu kapatıp otele gittiğimizde Osman Hoca’nın memleketine gittiğini öğrendik. Bizdeki moral bozukluğunu anlatamam.
Satılmıştık.
Terk edilmiştik. Sınava şunun şurasında sayılı günler vardı ve biz en dipsi kuyular kadar güvendiğimiz hocamız tarafından ihanete uğramıştık. Ellerimizde kitaplar, teksir kâğıtları, kalemler öylece kaldık. Biraz sonra otelcinin oğlu Metin geldi.” Hiç haber vermeden çekip gitti, eşyaları odasında, demek ki dönecek” dedi.
Dönecek de ne yüzle dönecek. Bize akşam yedi-yedi buçuk gibi burada olun diyen adam buhar olup uçmuştu.
Ertesi gün de okula gelmedi.
Bir gün sonra, akşamüstü çalan telefonu kaldıran babam, ahizeyi yerine koyar koymaz “Osman Hoca dönmüş
Otelde sizi bekliyor” dedi.
Gittik.
Üçümüz de oradaydık. Elimizde kitap kalem yoktu. Biz sadece ne olduğunu öğrenmek ve hocaya “satıcı” olduğunu söylemek için gitmiştik.
“Bir haber vermeden çekip gidiyorsun, biz burada seni bekliyoruz saatlerce, madem ders vermeyeceksin söyle biz de kendi halimize bakalım” diyebildim.
Osman Hoca gözleri şişmiş ve kırmızıya bulanmış haliyle “Çocuklar, ben size sabahlara kadar ders veririm. Acil işim çıktı memlekete gitmem gerekiyordu. Fakat sizin imtihanınızın yaklaştığını bildiğimden erken geldim” dedi.
“Bu mu erken gelmek Hoca, üç gündür gidip geliyoruz buraya, adam bir haber bırakır” diye çıkıştım.
Bu sitemimin sebebi belki Osman Hoca’nın memlekete gidişini, derse verdiği bu mecburi arayı izahata kalkışmasıydı. Bize “ Size ne giderim gitmem siz benim amirim misiniz? Babam mısınız?” deseydi biz kuyruğumuzu ayaklarımızın arasına alıp defolup giderdik.
Fakat hoca bize nazik davranınca, biz de kırılmışlığımızı ve yalnız bırakıldığımız endişesini, arsızca ve şuursuzca ortaya koyduk.
Sınıfta matematik problemlerini kara tahtanın yüzüne yapıştırırcasına çözmek için can atan bizler en sükût dersimiz olamaya başlayan bu dersten zevk almamaya başlamıştık.
Osman Hoca haftanın son günü bizi öğretmenler odasına çağırdı.
Başka zaman okul bahçesinde konuştuğumuz, teneffüslerde çayını sınıfta içip bizimle muhabbet eden öğretmen bizi en kuvvetli göründüğü, meslektaşlarından güç aldığı öğretmenler odasına çağırıyordu.
Gittik.
Bize hafta sonu sabah sekizden akşam yirmiye kadar ders çalışmaya hazır olup olmadığımızı, eğer geleceksek oteldeki odasında kahvaltı yapacağımızı söyledi.
Kabul etmedik tabi ki.
Akşam babamın “Sabah yedide otelde olacaksın, hocanın dediğinden çıkmak yok” tembihi her şeyi değiştirdi.
Sabah yağmur ile otele gittim. Diğer arkadaşlarım da oradaydı. Onların babaları da fırçalayıp göndermişlerdi. Suratlarındaki şişliklerden anlaşılıyordu durumları.
Önce sıcacık “Sarıçam Pastanesi” böreğiyle kahvaltı yaptık. Sonra ders başladı. Önceki dersleri tekrar ederek unuttuğumuz bir yer var mı kontrol ettik.
Sonra yeni konular ve problemler çözdük.
Fakat içimizdeki kırgınlık sesimizde bakışlarımızda hayat buluyor, isyanımızı susarak ve gülmeyerek belirtiyorduk.
Kırgınlık kolay geçmiyordu.
Üç gün tabir yerindeyse nefes almadan ders çalıştık. Otelde çalıştıklarımızla kalmıyor, hocamızın verdiği ev ödevlerinden çözebildiklerimizi çözüyor, çözemediğimiz konulardaki eksiklikleri için tekrar ders alıyorduk.
Fakat o kırgınlık başımızın belası, gururumuzu yenip eski havamıza dönemiyorduk bir türlü.
Çözemediğim bir sorunun cevabını almak için öğretmenler odasına gittiğimde izinden gelen Ganime Hanım’ın Osman Hoca’ya “Hocam Başınız sağ olsun, ben izimdeydim biliyorsunuz, şimdi duydum, hasta mıydı rahmetli?” dediğini duyunca şok oldum.
Osman Hoca “Yıllardır yatakta idi Hocam, birden fenalaşmış işte…”
Osman Hoca’nın annesi vefat etmiş, memlekete gitmişti. Annesini defnettiği gün bizi düşünerek yola düşmüştü.
Utancım, kırılan kalbimi yerinden fırlatacaktı nerdeyse.
Kalbim hiçbir karşılık beklemeden ellerimize sarılan bu dev adamın adını kazıyordu köşelerine.
Ebediyen “ Osman Cerrah ” adı unutulmasın diye.