- 579 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Vatan
Bir millet dirilmeye, can bulmaya çalışıyordu...
Anadolu’nun, bütün köylerinde ve kasabalarındaki evlerden yükselen dualar ve ağıtlar semayı inim inim inletiyordu.
Bu evlerin birinde Halime ana, yüreği yanık, gözünde yaşlar, onbeşindeki yavrusunu omuzlarından tutmuş and içtiriyordu.
"Sakın ha! Sağ dönmeyesin.. Bu vatan için ya Şehit olacaksın, ya Gazi! Anca o zaman sana hakkımı helal ederim."
Ve seksen yaşında eli bastonlu bir dede kendini tutmaya çalışan gelinlerine haykırıyordu.
"Bırakın! Ben de gideceğim cepheye!"
Bir millet şahlanıyordu..
Babalar, oğullar, eli silah tutan bütün yiğitler, ayaklarında çarık, üstlerinde yamalı abaları ve kalplerinde deryalara sığmayan imanlarıyla Çanakkale’ye düşmanla vuruşmaya koşuyorlardı
Ardlarından, dul kadınların ve sevdasılına daha el sürememiş genç kızların gözyaşları sel olup akıyor, ağıtları yürekleri dağlıyordu. Camilerde okunan Kur’an lar tüm arz’a yayılıyor ruhları titretiyordu.
Her haneden bir, iki, üç yiğit eksiliyor, isimleri kütüklerine "Şehit" yazılıyordu.
Bir millet onurunu ayakta tutmaya çalışıyordu...
Cepheye koşan yiğitlerin bastığı dağlar, taşlar "Allah..Allah" sesleriye yankılanıyordu.
Çanakkale’nin her yeri mahşer alanı gibiydi. Her tarafa yağmur gibi kurşun yağıyor, ardı ardına düşen bombalar ve şarapnel parçaları, ruhları bedenlerden ayırıyor, her yeri kan gölüne çeviriyordu.
Birilerinin adı Ali’ydi, birilerin adı da Muzaffer. Birileri Ege’den koşup gelmişti, birileri Anadolu’dan. Tıpkı diğerleri gibi hepsi bu toprağın evlatlarıydılar. Ve şu anda mevzilendikleri siperlerden bir an önce şehadete gitmenin sabırsızlığını yaşıyorlardı.
Muharebe alanında göz gözü görmüyordu. Her yer duman, her yer kan kokusuydu! Ve bunların arasında "Allahü Ekber.. Allahü Ekber" nidalarıyla, ellerinde eski tüfeklerle düşman üzerine koşan korkusuz Mehmetçikler duruyordu. Fakat düşman acımasız....Düşman son teknikle donanımlı. Mevziden çıkan her mehmetçik üst üste şehit düşüyor. Melekler Cennet’e akın akın şehitlerin ruhunu taşıyordu. Bir baba şehit düşüyordu, az önce şehit olan yavrusunun üstüne. Lakin yere bir düşen mehmeçik bu kez bin olup kalkıyor ve "Allah Allah" diye haykırarak yeniden düşmanın üzerine hücum ediyordu..Elindeki tüfekler eski olsa da iman cephanesi ağzına kadar dolup taşıyordu.
Sabahın ilk ışıklarında başlayan muharebe akşam karanlığına kadar bütün şiddetiyle devam ediyordu. Bir günün sonunda artık güneş batıyordu. Her yer karanlık. O sırada karanlık dağların ardından ay parlayarak çıkıyordu; pırıl pırıl.. tıpkı Vatan’ın yaklaşan ve de gecikmiş hürriyeti gibi...
O ışıl ışıl ayın hilal şeklindeki nurlu aksi, mehmetçiklerden akan oluk oluk kan göllerine yansıyordu. İşte bu sırada Vatan’ın şanlı bayrağının silületi toprağın bağrında gururla dalgalanıyordu.
Bir millet istikbaline adım adım yaklaşıyordu...
Karanlıklar geceler son buluyordu artık. Göğe her yükselen şehit ardında güneşli hür günler bırakıyordu yarınların evlatlarına.
Ve bir vatan kırıyordu dört bir yanına vurulmuş pırangaları. Ardından haykıryordu dünyaya "Ben ezelden beri hür yaşadım. Hür yaşarım." diye
Yıllar geçiyordu aradan bir değil, on değil tam yarım yüzyıl...
O an gökyüzünden ağlama sesleri duyuluyordu!
Yıllar önce uğruna canlarını verdikleri bu vatana şimdi baktıklarında Ecdad’ın ruhları kan ağlıyordu.. Kendilerinden şüphe ediyorlardı "Bu evlatlar bizim nesillerimiz mi? diye.
Vatan’ın bir yerlerindeki bir komisyoncu, az önce bir İngiliz’e sattığı toprağın parasını keyifle sayıyordu. Babasını bu kadar mutlu görünce on yaşındaki oğlu şaşkın, soruyordu
"Baba, biz o sattığımız toprağı çok mu ucuza almıştık?"diye...