- 742 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRK TOPLUMU’NUN ‘’SORUNLARA’’ BAKIŞAÇISI SORUNU
‘’Sorun’’un kelime anlamı fırsat olarak nitelendirilirken,bizim toplumumuzda çok farklı anlamları çağrışım yapmakta.Bu anlamlar daha çok olumsuzluk ve memnuniyetsizlik durumlarıyla örtüşerek hayatımızda yerini almaktadır.Dünya’da varoluş sebebimizin ‘imtihan’ olarak nitelendirildiği bir dini öğretiye sahip olmamıza rağmen,bu bilinç benimsenemediği ya da mahiyeti tam anlaşılamadığı için yaşantımızda sürekli sorundan kaçış reaksiyonu göstermekte ve hüznü,mutsuzluğu,acıyı ya da zorluğu kabullenememekte,hayatımızda yer almasını istememekteyiz.Modern hayatın da empoze ettiği bu yaklaşımla,hüzün ya da ruhsal çöküntü asla yaşamamız gereken bir ruh halini ifade etmektedir.Toplum içerisinde binlerce insanın yüzlerindeki yapmacık gülümseme ifadesinin altındaki gerçeklik de bundan ileri gelmektedir.İnsanlar iç dünyalarında sancı çekmekte ancak dış dünyalarına bunu yansıtmaktan çekinmektedirler.Bu da ilişkilerde yüzeyselliği,menfaati,çıkarcılığı,güven problemini ortaya çıkarmaktadır.Kendisine yabancılaşan insan dolayısıyla diğerlerine de yabancılaşmaktadır.
Peki neden istemiyor kabul etmiyoruz hayatımızda hiçbir sorunu,neden mutluluğa olan yaklaşımımızı mutsuzluğa,hüzne gösteremiyoruz.Ve kaçtıkça kovalanıyoruz sorunlar(korkularımız )tarafından.Sorunlarımızın hayatımızdaki fonksiyonu ne,ve neye göre imtihan ediliyor insan?
Evet en başta belirttiğimiz gibi hayata geliş sebebimiz ‘imtihan’,sınanma.Ve beşer sınandıkça insan olma yolunda ilerlemekte ve kemale ermekte.Yani aslında doğru okunabildiğinde sıkıntı ve sorunlarımız bizim ruhsal ve kişilik gelişimimizin vazgeçilmez unsuru haline gelmektedir.Her insan belli zaaflar ve belli potansiyellerle donatılmıştır.Benim zaaflarım bir diğerinin başarısı ya da yeteneği olabilmektedir,ve hayatta karşımıza çıkan bütün sorunlar zaaflarımızın yansımasıdır.Kimi zaman eşimizle,çocuklarımızla,anne-babamızla ,kimi zaman ölümle,hastalıklarla,kimi zaman maddi sıkıntılarla imtihan edilmekteyiz.Aslında en temelde hepimizin imtihanı kendimiziz,kendi zaafiyetlerimiz(zafiyetten kasıt hassasiyetlerimiz,eksiklik ve aşırılıklarımız).
İnsanlar bizim farklı yönlerimizi yansıtan birer ayna gibidir.Çoğu zaman baktıklarımızda kendimizi görürüz,kendimize kızar,kendimizi suçlar,kendimizi sever göklere çıkartırız.Ancak farkında değilizdir bu durumun, karşı tarafımızdakine atfettiklerimizin aslında kendimiz olduğunun.Bu yüzden hep hayal kırıklıkları ve sorunlar yaşarız.Çünkü karşımızdaki aslında bizim gördüğümüz değildir.
Örneğin,bir ailenin çocuğundan beklediği davranışı göremediğindeki yakınması aslında kendi bastırıp yok saydığı eksik yönlerinin dışavurumudur.Mesela kendisinin geçmişte yaptığı hataların faturasını çocuğuna keser çoğunlukla ebeveynler,farkında olmadan.Bunu tabii iyilik adına yaparlar istemezler aynı hataları çocuğunun yapmasını.Bu yüzden yargılarken bazen acımasız olabilirler,ayırt edemezler çocuklarını kendilerinden.Ayırt edememelerinin sebebi kendi benlikleriyle çocuğu özdeşleştirmeleri,onu farklı koşulları olan farklı bir birey olarak algılayamamalarından kaynaklanır.Bu yüzden bizim toplumumuzda çocuğa sevgi,merhamet aşırı gösterilirken Saygı kavramı göz ardı edilir.Bu durum özellikle ergenlikteki çocuklarımızı çileden çıkarak bir sıkıntıdır,Çünkü ergen fikir ve düşüncelerine,davranış ve tutumlarına saygı bekler,anlaşılmak ister.’’Anlaşılmamak’’olarak algılar ailesinin iyilik adına yaptığı bütün tutumlarını.Buradaki olumsuz faktörlerden en önemlisi de toplum kültürümüzü bize çok yabancı olan modern kültürün şekillendirmeye çalışmasıdır.Bugünkü nesil modern kültür kurbanıdır ve aileleriyle arasında uçurumlar vardır.Modern kültür özellikle iletişim araçlarıyla ( televizyondaki dizilerin çok büyük bir etken olduğu kanaatindeyim) gençlerin tutumlarını,hayat bakış açılarını ve amaçlarını şekillendirmektedir.Bu durumdan en muzdarip olan kesim ise muhafazakar aileler ve çocuklarıdır.
Aynı durumu eşler arası problemlerde de görebiliriz.Aynı yansıtma durumunu eşler birbirlerine yapar ve kendi eksikliklerini(zafiyet ve yanlış algı) karşı tarafa yansıtıp suçlayıcı olurlar.Benlik mücadelesidir tüm sorunların temelinde olan.Kendi ‘ben’ lerimizi tanıyamamak ve başkası üzerinden anlamaya çalışmak.Dolayısıyla Anlaşamamak.Eşler arası sorunların temelinde de yine anlaşamamak vardır.Çünkü anlaşılmak için önce karşı tarafı anlamanın şart olduğu gözden kaçırılmaktadır.Anlamak için dinlemenin rolü çok önemlidir,ve maalesef bu noktada da benliğimiz tahammül edemediği için dinleyemez karşıdakini,sadece anlaşılmak isteriz,çünkü herkes kendine göre haklıdır.Ancak Haklılık Mutluluk getirmez çoğu zaman.
Ne acıdır ki,haklı olmayı huzurlu ve mutlu olmaya tercih ederiz çoğu zaman.Oysa hayata ve olaylara baktığımız açıyla alakalıdır haklılığımız,yani hiçbirimiz bütünüyle göremeyiz gerçeği,kısmi algılarız ve hemen kesin gerçekliğe ulaşmış gibi onu zihnimizde genelleyerek ifade ederiz.Bu da bizi bencilliğe götürür,diğerlerinin anlayışını kabul etmemeye.
Hayatımızdaki sorun ve sıkıntıların sebebini sürekli dışarıda diğerlerinde,yaşadığımız koşullarda,ya da kaderde aradığımızda ise çözüm asla üretilememekte ve hep aynı duruma yıllarca maruz kalınabilmektedir.Eşler arasındaki sorunların çözümlenemeyip kronikleşmesinde de bu durum yer almaktadır.İnsanın yaşadığı durumdan sonuç çıkabilmesi sorumluluğu üzerine alabilmesiyle mümkün olabilmektedir.İşte o zaman insan özgürleşir.Ancak çoğumuz sorun odaklı bir hayat tarzı benimseyip şikayet etmeyi tercih ediyoruz, çünkü kolay olanı bu,’’zaten bizim yapabileceğimiz bir şey yok diye düşünüp, sorun dışarıda ve değişmesi gereken biz değiliz bizi bu hale getirenler’’ diye düşünüyoruz.Ancak ne garip ki böyle düşünen insanlar her nereye gitseler benzer sorunları farklı kişilerle yine yaşamaya devam etmektedirler.Bunu da şu tabirle ifade ederler ve ‘Nereye gitsem hep böyleleri beni buluyor?’ diye anlam veremezler.
Bazı insanların sorun yaşadığı insanlarla konuşup çözüm aramaya çalışmak yerine, diğerlerine anlatıp,şikayet ederek rahatlamayı tercih etme tutumu, sorunu kısırdöngüye çevirmekte ve toplumdaki güven bağlarını ciddi oranda zedelemektedir.Yine bu durumu genellikle işyerlerinde ve eşler arası sorunlarda görmekteyiz.Sorunlarını kendi içlerinde değil de diğerlerini devreye sokarak çözümlemeye çalışmakta olduklarını görmekteyiz.Eşler ailelerine yansıtarak sorunları daha da büyütüp karmaşık hale getirmekte,işyerlerinde ise özellikle idari personelle yaşanan sıkıntılar çalışanlar arası muhabbetin temel kaynağı olup genellikle çözüm odaklı değil şikayet odaklı olup kısmı deşarj olma amacıyla paylaşılmaktadır.Bu durum bazen art niyetten ve samimiyetsizlikten,bazen de korkudan kaynaklanabilmektedir.Yani kimileri iyi niyetli olmadıkları için olumsuz davranışlar karşısında net tutumunu belli etmez,ancak başkalarına kendisini mağdur göstererek şikayette bulunur ve ilgi odağı olmaya çalışırken kimileri de korktukları ve özgüven sahibi olmadıkları için sorunlar karşısında net tutum sergileyemez ve dolaylı çözüm arayışına girerler.
Asıl sorun ise,
Yaşadığımız olayların kendi algıladığımız şeklini sorgulayamayışımızdan ileri geldiğidir.Aslında çoğunlukla gerçeklik farklı,bizim onu algıladığımız şekil farklıdır,en azından eksiktir.Çünkü insan bütünü hemen göremez ve çoğu zaman ‘ZAN’ ile hareket eder,ancak bunu hakikat zanneder.Kendi oluşturduğu bu gerçekliğe inandığı için de (‘kendini gerçekleştiren kehanet’ olayı),yaşadığı tüm olayları zihnindeki gerçekliğe göre inşa eder,ve delillendirir.Bu deliller o kadar ikna edicidir ki başka bir gerçekliği kabul edemez.Bu sebeple de hep aynı yanılgının içerisinde yıllarca boğulur ve sorumlu olan ona göre kendi algılayışı dışında olan her şeydir(olaylar,kişiler,kader,zaman vs.).Örneğin yine eşler arası kıskançlık problemlerinin çoğunluğunda bu durum vardır.Eşlerden biri çok kıskançtır bu durum o kadar sıkıntıya sokar ki onu,korkularına inanmaya başlar ve davranışlarını korkuları şekillendirir sağlıklı davranamaz hale gelir.Bu durum karşısında mağdur olan eş ise eşinin tutumlarını baskı olarak algılar ve ilişkideki güven zedelenmeye başlar,üstelik kısıtlanınca insan da hata yapma eğilimi daha da artar.Ve sonuç kısırdöngüye dönmüş bir sorun!
Eğer insan olmamızın acziyetini (eksikliklerimizi görme,işitme yetimizin kısıtlılığını ve olayları değerlendiriş şekilimizin hassasiyetimize göre şekillendiğini) en baştan kabul eder,sınırlarımızın farkında olursak yaşadığımız tüm sorunlar deneyime dönüşür ve gelişimimiz için birer vesile olur.Çünkü gerçeklik sürekli inşa edilen bir unsurdur.Hakikat ise tektir,tek olan Allah’tır.Eğer yaşadığı olaylarda sadece parçayı görebilen insan , bütünü gören Allaha teslim olmaz ise hakikate eremez,bulduğu hiçbir gerçeklik ise onu hakikate tam olarak erme durumuna getirmez.İnsan sürekli arayış içerinde olmalıdır.Hakikatin arayışı içerisinde.Aciz kaldığı noktada da teslim olmalı.’’Tevekkül ‘’insan hayatında mahiyeti büyük öneme sahip bir kavramdır,ancak idrak edebilene…
‘’Yeryüzünde ve bizzat kendi nefislerinizde(benliklerinizde) meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki,biz onu yaratmadan önce bir kitapta belirlenmiş olmasın.Bu,Allah için çok kolaydır.
Bu kaybettiğinize üzülmemeniz,ve Allah ın size verdiği niğmetlerle şımarmamanız içindir.Allah kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez.’’(Hadid suresi 22-23)
Evet çözüm olaylara,insanlara ve şahit olduğumuz her şeye hikmet gözüyle bakabilmek,görünen kısmına takılı kalmamaktır.Bizim kontrolümüzün üstünde büyük bir kontrol mekanizması olduğunun ve her şeyin Onun bilgisi dahilinde gerçekleştiğinin her an farkında olmak,anlamlandıramadığımız noktalarda hiçbir şeyin sebepsiz olmadığı gerçeğine inanıp sabırla direnerek beklemektir.
Ve hayatta mutluluk kadar mutsuzluğa ve hüzne de yer verebilmeliyiz,kendimizi baskılamamalıyız.Duyguları baskılamak yok olmasına sebep olmaz aksine büyüyerek çoğalmasına sebep olur,ancak doğru olan duyguların olduğu gibi bulunduğu her koşulda ifade edilmesi de değil,ölçülü ve kontrollü bir şekilde doğru yöne kanalize edilmesidir.
Psikolog/Evlilik ve Aile Terapisti
Fatma ÇAKIR ÇALIŞKAN