- 967 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
HİÇKİMSENİN ADAMLARI
Gelenler var, dedi kapıyı açan genç. Nefes nefeseydi. Alnından sızan tomurcuk terler şakaklarındaki saç diplerini sırılsıklam etmişti. Uzun süredir koştuğu belli oluyordu. Çizmelerinin altında topaklanan çamuru eşikteki ağaca silip içeri girdi ve tahta kapıyı kapattı.
Ramazan aceleyle elindeki kağıtları koynuna soktu. Masanın başında üç genç daha vardı. Tedirgin ve umutsuz gözlerle birbirlerini süzdüler. İşte yine başlıyoruz, dedi biri. Öteki cebinden çıkardığı bıçağı masanın üzerine koydu. Kararlı gözlerle Ramazan’a baktı. Bıçağın sapında yaldızlı harflerle Allah yazıyordu. Ramazan uzanıp bıçağı aldı. Birkaç kere avcunda çevirdi.
“Biz katil miyiz?”dedi.
“Ama onlar tepeden tırnağa silahlı gelecekler .”
“O onların sorunu.”
Bıçağı masaya koyan genç öfkeliydi. Ramazan’ın aciz bir lider olduğunu, böyle pasif politikalarla asla emellerine ulaşamayacakları düşünüyordu. Bir önceki çatışmada silahsız olmalarının bedelini ağır ödemişler, ezberi en iyi arkadaşlarını ve mahalle içindeki itibarlarını kaybetmişlerdi. Adamlar bununla yetinmeyip karargaha sızmışlar, kapıyı üzerine tutturan demir mandalı kesip içeri girmiş ve bütün bildirileri, hepsinden kötüsü Rasim Abilerinden yadigar el yazması kitabı paramparça etmişlerdi. Bu yaşananlara rağmen Ramazan’ın sakin kalıp, silahlı çatışma safhasına geçmemesi, onun korkak ya da hıyanet içinde olduğunun delili değildi de neydi?
Masadaki diğer gençler de Ramazan hakkında iyi şeyler düşünmüyorlardı. O, aralarına çok geç katılmıştı ama kısa sürede merkeze kendini sevdirmiş ve komitenin şube lideri oluvermişti. Oysa kendileri ilkokul sıralarından beri mücadelenin içindeydiler. Taktik yetenekleri, ezberleri ve hitabetleri Ramazan’dan daha iyi olduğu halde, merkezin neden onu seçtiğini bir türlü anlayamıyorlardı.
Kapıdaki genç önce bir şey söyleyecekmiş gibi onlara doğru yürüyüp ağzını araladı. Fakat sonra konuşmaktan vazgeçti. Yumruğunu sıkıp odanın ortasındaki yağlı direğe vurmayı yeğledi.
Ramazan arkadaşlarının kabaran intikam duygularını yatıştırabilmek için ne yapması gerektiğini biliyordu. Canı pahasına da olsa onların silaha sarılmalarına ve adlarının katiller listesine girmesine engel olacaktı. Sandalyesini odanın karanlıkta kalan bölgesine çekip bir sigara yaktı. Ardından titrek sesiyle türküye başladı: Çarşambayı sel aldı…
Masadakiler önce duraksadılar, sonra tereddütle de olsa Ramazan’a katıldılar. Şimdi ağlak bir türkü, odanın kirli ve yasak manifestolarla dolu duvarlarını özlem dolu bir anne eli gibi okşuyordu. Odanın ortasındaki direkte asılı kara lamba, masanın üzerindeki kurumuş ekmek kırıntıları, peynir yağına bulanmış gazete kağıdı ve dahi fakirliklerini simgeleyen ne varsa, bu eski türküyle yumuşayıp tatlı bir zehir gibi yüreklerine aktı.
Biraz sonra odanın kapısı tekmelendi.
Kapıyı kollayan genç Ramazan’a bakıyordu. Ağzından çıkacak tek bir sözle içeri ilk gireni boğazlaması işten bile değildi. Ramazan sakince gülümsedi.
“Bırakalım girsinler” dedi. “Hiçbir şey yapamazlar. La tahzen… Allah bizimledir.” Sonra elindeki bıçağı çizmesinin içine soktu. Onu öfkeyle izleyen arkadaşlarına dönüp “Bizi canlı ele geçirirlerse, saksıların ve soğanların yerini kimseye söylemeyeceksiniz. İçinizden kurtulan olursa derhal Bakkal Nuri’nin karısı Adalet Hanımteyzeye gitsin. O size yardım edecektir.”
“Adalet karısı onlardan” dedi birisi. “Gözlerimle gördüm, elebaşının nişanlısına yıldız motifli pike takımı işleyip gönderdi.”
Ramazan elini gencin omuzuna attı. Hala gülümsüyordu. Fakat, kederli insanlara has bir gülümsemeydi bu.
“Ne diyorsam onu yapın ve lütfen hayatta kalın.”
Birkaç saniye sonra tahta kapı gürültüyle ayaklarının dibine yıkıldı. Keskin bir toz kokusu ortalığa yayıldı. Lambanın ışığı, içeri giren rüzgarla titreyip cılızlaştı. Odanın duvarlarına uzun ve şekilsiz siluetler yansıdı. Karanlıkta birkaç baş kıpırdadı. Uzaklarda bir köpek uludu, bir sokak aşağının bekçisi düdüğünü çaldı. Kapıdaki gölgeler, çizmelerini yere vura vura içeri doluştular. Sonra birkaç şarjör şakırtısı…
***
“Monşer, bizim oğlanlar işi becermiş.”
Bay S. fincanını yanında dikilen beyaz takım elbiseli zenciye uzatıp, yakasından çıkarttığı yıldız motifli mendiliyle bıyıklarını sildi.
“Peki soğanlar ve saksılar?”
“Onlardan henüz haber yok.”
“Nasıl yani, dördünü de öldürüp soğanları bulma işini bana mı bıraktınız?”
“Biri kurtuldu efendim. Fakat her şey kontrolümüz altında.”
“Nasıl?”
“Mahalleye yerleştirdiğimiz elemana sığınmış. ”
Bay S. başını geriye atıp gözlerini yumdu. Siyah ceketinin saten yakaları, on iki ampullü dev avizeden dökülen ışıkta pırıl pırıl görünüyordu. Birkaç saniye sonra başındaki siyah şapka koltuğun arkasına düştü, fakat o bunu umursamadı. Eliyle haberciye çıkmasını işaret etti.
***
Yaşlı kadın sedef renkli tespihini yastığının altına sokup, başucundaki sandalyede gazete okuyan torununa seslendi. Kız önce duymamış gibi yaptı fakat kadın ikinci kere “Hatice” deyince ondan yana döndü.
“Nene bırakmadın şu haberi okuyayım.”
“Dayın aramadı mı hala?”
“Hat kesik. Daha kaç kere söyleyeceğim.
“Yusuf’u camiye gönder. Hoca efendiye bir sorsun bakalım.”
“Olur, ama sen de hele; neden bu kadar merak ettin dayımı? Şunun şurasında iki gündür yok. Biliyorsun ki, sınav akşamları arkadaşlarında kalır.”
“Ama beni habersiz bırakmaz Hatice. Hasta olduğumu da biliyor. Hem korkunç rüyalar görüyorum. Kabus değiller ama olan biten beni korkutuyor. Allah beni affetsin!”
Hatice, kadının buruşuk ve solgun elini avuçlarının içine alıp gülümsedi.
“Ah nene, neden anlamıyorsun? Senin oğlun sıradan biri değil. Ha deyince gelemez. Hem böyle kederlenirsen hiç iyileşemezsin.”
Avucundaki eli usulca yatağın kenarına bırakıp, kucağındaki gazeteye bir kere daha baktı.
“Eski Sümbül Mahallesinde Hücre evi baskını: Üç ölü.”
***
Adalet, odanın kapısına yaslanmış Ramazan’ın yarasını pansuman eden kızı izliyordu. Odadaki kan kokusu tam olarak yok olmuş değildi. Halıya, yastıklara, sımsıkı kapanmış perdelerin, divanın kenarından sarkan eteklerine bile kan bulaşmıştı.
Kız ifadesiz bir yüzle Ramazan’ın omzundaki derin kesiği temizlerken iki saat sonraki toplantıyı düşünüyordu. İşi bitince aletlerini çantasına doldurup ağaya kalktı. Kalkarken uzun sarı saçları Ramazan’ın solgun yüzünü süpürüp geçti. Genç, irkilerek gözlerini açtı. Gözünün önünde uçuşan beyaz sarı daireleri izledi bir süre. Sonra bulanık da olsa, kendisine gülümseyen Adalet’i ve Şermin’i gördü.
Bu, geldiğinden beri ikinci ayılışıydı. Dün gece birkaç saniyeliğine gözlerini açıp tavana doğru gülümsemiş ve belli belirsiz bir şeyler mırıldanıp tekrar kendinden geçmişti.
Adalet, yeleğinin yakasıyla burnunu kapatıp içeri girdi ve Ramazan’ın uzun saçlarını okşayıp,
“Korkuttun a oğul” dedi.
Şermin, Ramazan’ı nereden tanıdığını hatırlamaya çalıştı. Bu güzel saçları, bu gözleri bir yerlerde gördüğünden emindi. Saatine baktı. Durup onunla tanışmayı bekleyecek zamanı yoktu. Kapının arkasındaki pardösüsünü alıp, hiçbir şey söylemeden evden çıktı.
Hava soğuktu. Rüzgarda yüzüne dolanan saçlarını eline dolayıp bir tokayla başının arkasına tutturdu. Hızlı adımlarla caddeyi geçip, mahallenin arkasındaki yalnız ve eski gecekonduya doğru yürüdü. Kapının önünde birkaç dakika bekledikten sonra zile bastı. Önce kapının hemen yanındaki camları yosuna durmuş, pervazları ufalanmış pencerenin perdesi hafifçe aralandı. Sonra kapı açıldı. Şermin içeri girdikten sonra ihtiyar bir baş dışarı uzanıp, etrafı kolaçan etti.
Şermin sofadaki divana oturup çantasını açtı. Sargı bezlerinin arasına sardığı küçük beyaz şişeyi çıkarttı. Enjektörü hazırlayıp karşısında duran kadına uzattı.
“Nasıl yapılacağını biliyorsun değil mi?”
Kadın tülbendinin uçlarıyla dudaklarını sildi. Kibirle kıza bakıp,
“İlk düşürttüğüm çocuk yaşasaydı senden büyük olacaktı.”dedi.
İğneyi kızın elinden alıp kontrol etti.
“Bu ilaç fazla.”
“İşine bak. Ben ayarı biliyorum. Garanti sonuç istiyorum.”
“İyi de benim anlamadığım bir şey var: Neden bunu sen yapmıyorsun?”
Şermin cebinden çıkarttığı sigarayı yaktı. Paketi kadına uzattı. Karşılıklı nefeslerle sigaralarını bitirdiler.
Genç kadın “Ne saçma bir sahne” diye düşündü. “Elinde enjektörle bekleyen bu pislikle ahbabım şu an.” Sigarasını yerdeki çiçeksiz saksının toprağına gömdü ve divana uzandı. Gözlerini kapattı.
“Cevap versene kız! Niye kendin yapmıyorsun? Casus musun yoksa?”
“Katil değilim, başka her şey olabilirim? İşine bak şimdi.”
"Devam edecek."
A.ENGİNDENİZ
HİÇKİMSENİN ADAMLARI Yazısına Yorum Yap
"HİÇKİMSENİN ADAMLARI" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
bir seri yazısı için fazlasıyla güzel bir giriş sanki :)
öykülerinde konuşmalar fazla olunca daha anlaşılır oluyor,az olunca da daha gizemli ve daha sanatsal..bence :)
yine kaç kişiyi konuşturuyor yazar..küçük ayrıntılar serpiştirmiş aralara ve bir de esrarengiz bir adamımız var..tam da olması gerektiği gibi..bay s..
sevgiler sevgili yazarım..ilgiyle takipteyiz inş..