- 1206 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SUDA RENK VE ZAMAN
Size bir anımı anlatacağım ve açacağım düşlerimi...
Fethiye Yat Limanı kıyısında, yıl 1996, bir çay bahçesinde oturuyorum. Konya Selçuk Üniversitesi’nin Kazım Karabekir MeslekYüksek Okulu Turist Rehberliği bölümünde okuyan öğrencileri karşılayacağım ve onların bir haftalık eğitim gezilerini, deneyimli rehber olarak, ben fahri olarak gerçekleştireceğim. Keza kız kardeşim de aynı okulda öğrenci idi.
Limanda akşam üzeri güneş batmak üzere ve gurubu beklerken gözüm sulara ilişti. Suda bir renk yansımasına takıldım kaldım. Renklere dikkatle bakınca, suda esen rüzgârın etkisiyle yüzeydeki su aynasında , ebru sanatını andıran, efil efil renk kırılmalarına tanık oldum, renkler o kadar güzel dansediyorlardı ki, bunu görüntülemek istedim. Canon EOS 600 kameramı çıkardım 100-300 elektronik objektifi taktım ve zumladım görüntüleri; çok muhteşem bir renk oyunu vardı; sarı kırmızı bir teknenin üstündeki can simidi de dahil olmak üzere, can simidindeki EUROPA yazısının harfleri de kıpır kıpırdı efil efil esen rüzgârda, çırpıntıdaki su dalgacıklarında. Güneşin kızıllığı, renkler muhteşem bir armoniye dönüşmüştü. İyice konsantre olunca BİR SANİYELİK ZAMAN DİLİMiNDE renklerin ne kadar değiştiğini gördüm. Yelpazeler sunuyordu renkler suda ebrudan sanki; makinanın teknik özelliklerini kullanarak seri çekim ayarına getirip, deklanşöre basarak bu kareleri ölümsüzleştirdim; deklanşöre basışımda makina bir saniyede beş görüntü kaydederek filme aktardı SUDA RENK VE ZAMAN’I. Peşpeşe 16 kare çekmişim.Yani bir kez tekli, üç kez seri çekim yapmışım, baskılar çok nefis çıktı, her kare de bir diğerinden çok değişikti ve bu fotoğraflar bende çok farklı bir felsefi değişimin başlangıcını yarattı.
Sorgulamaya başladım resimleri seyrederken; bir saniyede neler oluyordu dünyada...
Her şeyin bir öncesi vardı, her şeyin bir sonrası vardı...
Öncenin bir öncesi vardı...
Sonranın bir sonrası vardı...
En önce ne vardı, en sonra ne olacaktı...
Bu sorular altında şu şiiri yazdım resimlere bakarak...
UMUTLARINI SÜSLE!
Düşlerini umutla
Umutlarını inançla
İnançlarını bilgiyle
Bilgilerini sevgiyle
Sevgilerini kararlılıkla
Kararlılığını eyleminle süsle!
...
Sonra yeni düşler;
İlkbaharda çiçekler,
Suda renk ve zaman
Gün batar,
Sularda kaybolur insan...
...
Şimdi kül ve cüz konuları tasavvufta yoğun olarak incelenmiş. Bazıları suyu bulanık okumuş , bazıları daha berrak okumuştur.Yunus Emre, Ömer Hayyam, Hoca Ahmet Yesevi, Hallacı Mansur suyu doğru okuyan tasavvuf şairleridir. Çünkü onlar bütünü benliklerinde kavrayabilecek ve tanrıya kendi benliğinde yer açacak bir kabulu savunmuşlar ve bu düşünce ile ’ENEL HAK’ demişlerdir. Ama onları anlamakta zorlanan bağnaz kesim, asıp kesmekte, derisini yüzmekte, Madımak’ta aydınları yakmakta hep önde gitmişlerdir. Bu bir nevi kısır menfaat çekişmelerine yol açan tarikatların, cemaatların kavgasından başka bir şey değildir. Ardında emperyalist oyunların tezgahına açık durumdur. Bu anlamda bilimin önderlik etmediği bir toplum, inanç toplumu olmayı da beceremez.
İlk oluş konusunda ortaya atılan ’Büyük Patlama ’ tezinin karşısında başkaca daha sağlıklı bir görüş henüz konulamamıştır. İnanç ise bilim değildir. Bilim bir şeyi kesin olarak tereddüte mahal vermeyecek biçimde ispatlar ve göz önüne serer. Tekrar edeyim ve bağlamak isterim; öz maddedir, madde yaşamı içinde taşır; toprak gibi, KOŞULLARA GÖRE DEĞİŞİR YAŞAM, BU KOŞULLAR, FİZİKSEL, KİMYASAL, BİYOLOJİK, ZAMAN VE MEKÂN V.S. bir çok farklı değişkenlere tabidir.
Aynı ağacın yaprakları sıcak iklimde farklı, soğuk iklimde farklı biçimler alabilir. Bu tüm canlı türleri için geçerlidir. Bizler de bize uygun yaşam koşullarının dışına çıktığımız anda metabolizmamız değişir. Zeytin ağaçları 900 metreden daha yükseklerde görülen bir ağaç değildir, neden; çünkü sıcaklık , havadaki nem, su faktörleri belirleyicidir.
Bilim dallarının daha da çeşitlendirilmesi gerekmekte, her yeni bilinen, yeni bilinmezlere de kapı aralamaktadır. Ancak bilim en sağlıklı yoldur. Yoksa ellerini göğe açan toplumlar, tepesinden bomba yemek tehlikesiyle ve yok oluş tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Bu nedenle ATATÜRK ,” Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır… Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur…
Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.”
(1933, Cumhuriyet Bayramı Açılış Konuşmasından)
demiştir ve bilim yolu en güvenli yoldur.
Dünya görüşümü hangi felsefi temele oturttum konusu ise,’ŞAMANİZM ’ VE ’PAN/TE/İZM’ çok ilgimi çekmiştir.
Bilime vakıf olan her insan tanrının varlığı konusunda bağnaz insanlara göre çok daha sağlam inançlara sahiptir, kişisel düşüncem bu yöndedir. Buna akıl erdiremeyenleri veya buna karşı düşüncesi olanları suçlamak kabil değildir. Bu nedenle din ve inanç özgürlüğüne saygı duymak gerekir.
Ancak inanç, her zaman sömürüye açık bir duygu olduğu için din ve devlet işlerinde ’LAİKLİK ’ anlayışı da inananı da inanmayanı da koruyan bir yasal güvence olarak idrak edilmelidir. Laikliğe karşı olan düşünce bilimsel olamaz. Bu konuda değerli bilim adamlarımızın çok çok ayrıntılı kitapları var. Mesela ALLAH İLE ALDATMAK adlı kitap, bu konuda okunması gereken çok güçlü bir çalışmadır. (Yaşar Nuri ÖZTÜRK).
Yaratıcı bizzatihi evrenin kendisidir. Bunu dışında gizil bir güç yok. Evrenin sırlarını çözüldükçe yaratanın da sırları çözülmüş oluyor. Her nesne bir CÜZ, evren ise KÜL’dür, KÜL yani bütün anlamında kullanılıyor burada. Cüzün, külü külliyen idraki mümkün değildir. Bu mutlak bir kabulü gerektirmektedir. Sen, ben, o, hepimiz birer bilinç taşıyız. Tüm nesnelerin ortak özellikleri toplamı KÜL’ü verir; bu konuda da ortak aklın bunu kabulü gerektir. İşin içine çıkar düşüncesi girdiği an ayrılıklar başlar. Bu atılan adımdan, gidilen yola kadar farklılıklara yol açar. Bundan dolayı dinler, inançlar, mezhepler doğmuştur.
Yani çocukluğumda anlatılanlardan şöyle düşlere girerdim, bir tanrı tasavvur etmek için, göğün herhangi yüksek bir noktasında bir koltukta oturuyor ve evreni oradan yönetiyor; böyle bir şey yok!
Yaklaşan Yeni Yıl 2013 hepimiz için barış, kardeşlik ve huzur içinde geçsin. Yeni çağdaş ve bilimsel hedeflere kilitlenelim. Din ve inanç isitismarcılarına, asalak sömürgenlere prim vermeyelim. Unutmayalım ki insan olmanın bir koşulu da başkalarının çektiği acıları kendi yüreğinde duyabilmek ve tepki göstermektir.
Herkese selam, sevgi ve saygılarımla...
Şaban AKTAŞ
2009
(Güncellemedir, sitemizde ilk kez yayınlanmaktadır.)
Fotoğraf: Şaban AKTAŞ
Fethiye Yat Limanı- 1996
__________________