- 582 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AYI
Sık gürgen ağaçlarından oluşan ormanın kenarında pusuya yatmıştı, müsait fırsat kolluyordu.
Kararlıydı, mutlaka yapması lazımdı.
Pusuya yatan genç bir dişi ayıydı.
Boz renkli tüyleri pırıl pırıl parlıyordu.
Ayağa kalktığında boyu 2 metreye yaklaşıyordu.
Kantara çıksa, 300 kiloyu rahat geçerdi.
Günlerden beri açtı, aç karnını mutlaka doyurmak zorundaydı.
Açlığa daha fazla dayanamazdı, bir an önce yiyecek temin etmeliydi.
Dahası; tabiatın ona yüklediği görevleri vardı, görevini aksatamazdı.
Sonbaharın sonlarına doğru yağmaya başlayan kar aylarca yerden kalkmıyor, dağdaki yaban hayvanlarının yaşamını zora sokuyordu.
İnsanoğlu karnını doyurmak için gerekli malzemeyi çarşıdan, pazardan, süpermarketlerden karşılarken, onlar, Uludağ’daki yaban hayvanları, hayatlarını idame ettirebilmek için avlanmaya mecburlardı.
Aç ayı oynamadığından, karınlarını doyurmak için dağ eteklerindeki köylere iniyorlar, bahçelere dalıyorlar, meyvenin hasını yiyorlardı.
Boşuna dememişlerdi, armudun iyisini ayılar yer diye.
Bazen de köylerin dışına koyulan bal kovanlarına dadanırlar, hasada toptan el koyarlardı.
Şu insanoğlu denilen yaratıklar da amma da bencil oluyorlardı.
Bal kovanlarının yakınlarına özel hazırlanmış ses bombaları koyuyorlardı, ayının dokunmasıyla harekete geçen tetik tertibatının bombayı ateşlemesiyle ayıları kovanlardan uzak tutmaya çalışıyorlardı.
Bir gece iki arkadaş anlaşarak Gürsu’nun arkasındaki tepelerde kurulu köylerden birisine gitmişler, kovanların tamamını paralamışlar, kovandan çıkardıkları balları afiyetle yemişler, sonra da Uludağ’daki inlerine dönmüşlerdi.
Kovanları zarar gören köylüler ayılara ölesiye kızmış, silahlanıp peşlerine düşmüşlerdi ama onlar çoktaaan olay mahallini terk etmişlerdi.
Öfkeli köylüler ayıları yakalayamayınca, hırslarını alamayınca yerel TV’leri aramışlar, salya sümük, ayıları muhabirlere şikâyet etmişlerdi.
Yetti gari diyordu köylünün biri, yerel söylemle, kendisine uzatılan bir mikrofona.
Bu civardaki kaçıncı baskın kardeşim diyordu sitemle.
Bir senelik ürünümüz bir gecede elimizden alındı.
Yetkililer bu hırsızlığa önlem alsınlar, bizi bu dertten kurtarsınlar.
Ülkeleri soyulurken sesini bile çıkarmaktan aciz kalanlar, üstelik seçim zamanı köylerine gelen sorumluların sırtını okşayıp, karnını doyuranlar, zarar ziyan kendi mallarına gelince birden bire hırsızlara düşman oluyor, yetkililerden yardım dileniyorlardı.
Onlar istediği kadar, ağlayabilir, yalvarıp yakarabilirlerdi.
Sanki ayıların çok umurundaydı.
Onların cebinde nakit para ya da cüzdanlarında kredi kartı mı vardı da , süpermarkete gitmiyorlardı, keyfi hırsızlık yapıyorlardı.
Dağda bilindik kuraldı, kim bulursa bulunan onun olurdu.
Onlarda onca zahmete girmişler, dağı boydan boya kat etmişler, Bursa –Ankara karayolunu bölmüşler, karşıki tepelere çıkmışlar, ziyafetten sonra aynı yoldan geri dönmüşlerdi.
Ellerinde süpermarketlerden alış-veriş yapacak imkânları olsaydı gecenin karanlığında o kadar yolu teperler miydi?
Onlar çarşıya, pazara, marketlere gidemiyorlardı, o halde karınlarını nasıl doyuracaklardı?
Elbette ki önlerine çıkan her fırsattan istifade edecek, karınlarını doyurmanın bir yolunu bulacaklardı.
Sık ağaçların arkasında pusuya yatan ayı da geniş çayırlığın tam ortasındaki çok büyük çam ağacının altına kurulu bulunan küçükbaş hayvan barınağının içindeki kuzulardan bir tanesini kapıp kaçma derdindeydi.
Barınaktaki çoban köpekleri ayının kokusunu almışçasına havayı kokluyor, acı acı havlıyor, koyun sürüsüne çobanlık eden insanoğlunu uyarmak istiyorlardı. Çobanlar biri yaşlı, diğeri genç iki kişiydiler.
Gecenin karanlığı çökmeden akşam yemeklerini yemişler, döşeklerini yere sermişler, çok zorlu geçen bir günün getirdiği yorgunluğa yenik düşmüşlerdi, bir an önce uyumak, dinlenmek istiyorlardı.
Köpeklerin havlamaları azalacağına, giderek artınca yerdeki döşekte yatan yaşlı adam kafasını kaldırdı, yarar yatmaz horlamaya başlayan gence seslendi.
Ali, Ali, oğlum kalk bir hele.
Bu köpekler boşu boşuna bu kadar havlamaz.
Boş ver dede dedi Ali yattığı yerden.
Mutlaka yakınlardan bir tavşan geçmiştir de köpekler ona havlıyorlardır.
Genç adamın tasasız hali yaşlı adamın canını sıkmıştı, belki de yakınlarda bir kurt dolaşıyordur.
Kalk da eline tüfeğini al, apansız yakalanmayalım.
Amaan dede dedi genç adam uykulu sesiyle.
Koca dağda kurt bula bula bizi mi bulacak?
Hem biliyorsun, bizim köpekler canavar gibidir.
Hele o akılsız kurt bir sokulsun, bizim köpekler onu paralar, parçasını bile bırakmazlar.
Kalk hadi dedi yaşlı adam inatla.
Sende amma genişsin ha.
Hem biliyorsun, bu hayvanları satınca kazanacağımız parayla seni baş göz edeceğiz.
İster misin, bir kuzu eksik satalım da bir, iki sandalye eksik alalım?
Dedesinin baş göz etmekten kastının evlenmek anlamına geldiğini çok iyi bilen Ali birden şevke geldi, silkindi, döşekten fırladı, koca çam ağacının gövdesine dayadığı çifteyi aldı, dolu olup olmadığını kontrol etti.
Çiftenin bir gözünde domuz, kurt gibi yabanıl hayvanları vurabilecek irilikte domdom kurşunu tabir edilen fişek varken, öteki gözde iri saçmalı bir fişek vardı.
Gelen kurt ise iri saçmalı fişek de hayvanın garip canına yeterdi ama o büyüklerinden öğrendiği gibi davranıyor, her ihtimale karşı gözün birinde domdom kurşunu bulundurmayı da ihmal etmiyordu.
Artık hazırdı.
Kurt gelse bile bir kıymık bile alamazdı buradan.
Gelenin ayı olduğunu nereden bilecekti ki.
Doğrusu onlarınki de çok büyük talihsizlikti.
Tek amacı taze et bulabilmek olan ayı kuzulardan birini almayı aklına koymuştu.
Birden pusuya yattığı kuytudan fırladı, barınağa doğru koşmaya başladı.
Gecenin karanlığında koşarak gelen mahlûkun kurt değil de ayı olduğunu gören dede-torun birden dehşete düştüler, paniklediler.
Dağda kızgın bir ayının neler yapabileceğini dede ve torunu çok iyi biliyorlardı.
Havaya bir el ateş et dedi dede torununa oldukça kaygılı bir ses tonuyla.
Havaya ateş edilirse ayının korkup kaçacağını sanıyordu.
Oysa ayı geceyi bölen yoğun sesten bir anlığına irkilse de koşmaya devam ediyordu ve attığı her adımda da kendilerine yaklaşıyordu.
Köpekler çıldırmış gibiydiler.
Ayıyı köpekler de görmüştü, kendilerine yaklaşan büyük tehlikenin farkında olarak ayıyı amacından caydırmak istercesine sürekli havlıyorlardı.
Ne havaya ateş edilmesi ve ne de köpeklerin havlaması ayıyı yolunda çevirememişti.
İri gövdesine rağmen çok hızlı koşarak barınağa yaklaşıyordu.
Ayının barınağa 8-10 metre kadar yaklaştığını gören dede, torununa döndü, vurmak için ateş et dedi.
Torun da dedesinden gelecek ateş emrini heyecanla bekliyordu, ayıya nişan alarak tetiğe bir kez daha dokundu.
Karanlık geceyi bir anlığına aydınlatan tüfekten fırlayan domdom kurşunu koşan ayıya isabet etmiş olmalıydı ki ayının koca gövdesi sarsılır gibi olurken, ağzından, duyanın kanını donduran bir böğürtü çıktı.
Ayı vurulmuştu ama koşmaya devam ediyordu.
Köpeklerin havlamasını duyunca her iki göze de domdom kurşunu koydurmadığına pişman olan dede şimdi can derdine düşmüştü.
Kendini ölü taklidi yapacağı ağacın altına atarken, kaç diyebilmişti torununa.
Kaç, saklan, bu ayı şimdi çıldırmıştır demesine zaten hacet yoktu, mal meydandaydı, ayı süratle üstlerine geliyordu.
Tüfeği yeniden dolduracak zaman kalmamıştı.
Tek çare ya olabildiğince uzağa kaçmak ya da ağaca çıkmaktı. İsterse ayının da ağaca çıkabileceğini iyi bilen Ali, buna rağmen ayının şerrinden kurtulabilmek için şansını ağaca çıkmaktan yana kullanmaya kararlıydı.
Yaralanan ayı, can acısıyla zıvanadan çıkmış gibiydi.
Yüklendiği gibi barınağı çevreleyen çiti yıktı, çitin kazıklarından birini tuttu, havada çevirdi, havlayan köpeklerden birisinin üzerine fırlattı.
Ayının fırlattığı ucu sivri kazık en öndeki köpeklerden birine isabet etmişti, yaydan boşalan oka benzeyen kazık köpeğin bir yanından girmiş öteden çıkmıştı.
İsabet alan hayvan anında ölmüştü.
Köpeğin acı ölümüne şahit olan diğer köpekler korkmuş, pısmışlardı, çareyi kaçmakta bulmuşlardı.
Meydan tamamen ayıya kalmıştı.
Ayı, sağa sola kaçışan koyunlardan birisine hamle yaptı, bir pençede koyunun kafasını gövdesinden ayırdı, havaya kaldırdı, sol omzunun üzerine attı, koşar adım geldiği istikamete doğru kaçmaya başladı.
Koştu, koştu, koştu.
Koşusu zaman geçtikçe yavaşlıyor, soluk alması hızlanıyordu.
Geçtiği arazide kan izi bırakıyordu.
Ayı aşırı kan kaybetmesine rağmen sanki bir misyonu varmış gibi davranıyordu, menziline varmadan ölmek istemeyen varlıkların çabasını gösteriyordu.
Nihayetinde bir yamacın dibinde yıkılıp kaldığında, yamacın ortalarındaki bir mağaradan çıkıp gelen iki yavru ayı sevinçle annelerinin üzerine çıktıklarında anaç ayı ölmüştü.
Şu kısacık ömründe yaptığı son iş, yavrularına et temin etmek olmuştu…
Yavrularının açlık çekmesine tahammül edemeyen anne ayı başına gelecekleri bile bile zalim insanoğlunun koruduğu bir ağıla saldırmıştı, bedelini de canıyla ödemişti.