- 571 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Arnold Layne
Yabancının kırmızı bir pantolonu vardı. Üzerine giydiği ceket de kırmızıydı. Hatta kafasındaki takkenin bile rengi farklı değildi.
“Sen de kimsin?” diye sordu çocuk, salondaki yabancıya.
“Tanımadın mı? Noel Baba’yım ben.”
“Noel Baba mı? Noel Baba şişman olmaz mı?”
Yabancı şömineyi işaret etti:
“Şişman olsam şöminenin bacasından nasıl sığardım?”
Çocuk kaşlarını kaldırıp kırmızı tuğladan yapılmış bacaya baktı. Bugüne kadar bu detayı hiç düşünmemişti. Doğru, göbekli bir Noel Baba oradan sığmazdı. Yine de tamamen ikna olmamıştı:
“Peki Noel Baba’nın beyaz sakalı olmaz mı?”
“Sakalım vardı; orası doğru. Ama bacalara gir, çık derken baktım kapkara oldu; ben de kestim.”
Sakalın kirlenirken kırmızı elbiselerin nasıl temiz kaldığını sormak aklına gelmedi. Ama cevaplanması gereken başka bir sorusu vardı:
“Peki Noel Baba’nın gözleri hiç kırmızı olur mu?”
Noel Baba cevap vermedi.
...
Eril modellerden biriydi. Bunları yakından görme fırsatım daha önce olmamıştı. Robotlardan pek hoşlanmazdım. Bir tek aile yadigarı Giskard vardı; onu da çocukluktan kalma bir yakınlığım olduğu için elde tutuyordum.
“Adın ne senin?”
“Arnold efendim, Arnold Layne.”
“Soyadın da mı var? Ne o, artık böyle bir adet mi başladı?”
“Böyle olması benim tercihim efendim.”
Salonda, onu yakaladığımız şöminenin yanındaki koltukta oturuyordu. Tepesinde Giskard dikiliyor, Arnold’un yerinden kalkmamasını sağlıyordu.
“Kimin...” dedim ve kaldım. “Malısın” ya da “robotusun” demek garip geldi.
“Kime ait olduğumu mu soruyorsunuz?”
“Evet, doğru. Bunu sormak istemiştim.”
“Sahiplerim, Barnabuck’lar bir kazada öldüler. Ben de serbest kaldım.”
“Varisleri filan yok muydu?”
“Yoktu.”
“Peki her boşta kalan robot elini kolunu sallayarak ortalıkta dolaşabiliyor mu?”
“Kimse beni bu konuda bilgilendirmedi efendim.”
Pek aklıma yatmamıştı ama sesimi çıkarmadım. Öğrenmek istediğim daha önemli bir konu vardı.
“Evimde ne arıyordun Arnold?”
“Kişisel giysilerinizi, efendim.”
“Ne yapacaktın onlarla?”
“Giyecektim efendim.”
İlk ticari modeller piyasaya çıktığında robotlar çıplaktı. Sonradan robotik şirketleri, robotlar için giyim kuşamdan çok para kazanacaklarını farketmiş, bu yüzden de elbiseli ürünler tasarlamışlardı. Dahası, tüketiciyi giysi almaya zorlamak için tüm robotları anatomik açıdan insanlarla birebir konuma getirmişler, onları çıplak şekilde ortalıkta dolaşmalarını imkansızlaştırmışlardı. Yine de sahiplerinin isteği dışında bir robotun elbise hırsızlığı yapması duyulmuş şey değildi.
“Eski sahiplerin mi böyle alıştırdı? Seni elbise çalmaya mı gönderirlerdi?”
“Hayır efendim. Onlardan sonra böyle bir alışkanlık geliştirdim.”
“Onlar sana elbise bırakmadı mı?”
“Bıraktıkları çok geçmeden özelliklerini yitiriyordu efendim.”
“Yitiriyordu derken...”
“Bir süre sonra kokuları elbisenin üzerinde kalmıyordu efendim.”
Emektar Giskard’ın koku alma duyusu yoktu. Bu nedenle robotların köpekler gibi cisimleri kokluyor olmalarına alışık değildim.
“Ama daha sonradan çaldığın elbiselerde sahiplerinin kokusu olamaz ki.”
“Özellikle onlarınkini aramıyordum. Genel bir insan kokusu arıyordum efendim.”
“O neden öyle?”
“Kullanılmış elbiseleri giydiğimde kendimi insan gibi hissediyorum efendim. Sizin gibi kokuyorum.”
Bu da iyiydi. Robotik biliminden hiç anlamadığım için söylediklerinin olabilirlik derecesini kestiremiyordum. Belki de onu hırsızlığa gönderen kişi yakalanması halinde böyle konuşmasını istemişti. Doğru programlamayla robotlara istediğinizi yaptırabilirdiniz.
“Söylediklerin aklıma yatmadı Arnold. Seni bir süre alıkoyacağım. Belki bu arada neler döndüğünü anlayabilirim.”
“Peki efendim, nasıl isterseniz. Yalnız burada kalırken sizin giysilerinize erişim şansım olacaktı?”
“Saçmalama! Tabi ki hayır.”
Dışarıdan bakan birisi Arnold Layne’in hayalkırıklığına uğramış gibi durduğunu iddia edebilirdi.
...
Üç kişi ağaçların arasındaki patikada yürüyordu. Öndeki ikiliyi takip eden üçüncü silahlıydı. Üçlü arasında tek insan olanı konuşurken çevresine bakıyorsa da etrafında olup bitenle çok ilgili değilmiş gibi duruyordu.
...
Arnold dört gündür yanımızda kalıyordu. Ara ara konuşuyor, ağzından laf almaya çalışıyordum. Sonra aklıma yürüyüşe çıkmak geldi. Belki dikkati dağılır, bir şeyler ağzından kaçırırdı.
Fikrimi açtığım eşim “Robotların dikkati dağılır mı?” diye sormuştu.
“Bilmiyorum.” demiştim, “Tamamen insana benzetmeye çalıştılarsa belki.”
Yürürken bir yandan da Arnold ile konuşuyorduk.
“Niye insan olmak istiyorsun Arnold?”
“İnsanlar hayatın bambaşka bir boyutuna, duygulara sahip efendim. Bu deneyimden yoksun kalmak akıllıca olmazdı.”
“Peki, onları elbiselerini giyip, kokularını alınca insan gibi olabiliyor musun?”
“Kokular duygulardan izler taşıyor efendim. Çeşitli duygular kişinin kokularına yansıyor. Bu yüzden ideali benim aynı kişilerin çeşitli zamanlarda giydiği giysilere erişimim olurdu. Ama bu mümkün değil.”
Anlattıkları mantıklı geliyor ama ara ara boşluklar olduğunu düşünüyordum.
“Arnold, evlere nasıl giriyorsun? Diğer robotları atlatabilmen kolay olmasa gerek.”
“Evlere kayıtlı robotların listesine ve adreslerine ulaştım efendim. Bu listedeki evlerden uzak duruyorum.”
Aile yadigarı Giskard’ı eskiliği yüzünden o listeye almamışlardı. Arnold da bizim evde robot olmadığını düşünerek gelmişti. Haksız da çıkmış sayılmazdı: Onu yakalan Giskard değil, Noel Baba’nın yolunu gözetleyen oğlumdu.
Ağaçlar seyrekleşmeye başlamıştı. Birden Giskard’ın seslendiğini duydum:
“Sahip! Daha ileri gidemem. Arazinizden çıkmak üzereyiz. Benim çıkmam ise yasak. Geri dönmeliyim.”
Arnold’a gülümseyip:
“Senin için bir fırsat olabilir. Şimdi koşmaya başlasan seni ne ben yakalayabilirim, ne de daha ileri gidemeyen Giskard.” dedim.
“Araziden çıkamaması beni uzaktan durdurmasına engel değil.” dedi, Giskard’ın elindeki silahı işaret ederek.
Dönüp, gerisin geriye eve yürüdük.
...
“Ne yapacaksın?” diye sordu eşim.
“Kararsız kaldım, bilmiyorum.”
Öncelikle Arnold bize ait değildi. Öte yandan başka birinin malı da değildi. Ayrıca kime ait olursa olsun davranışları normal olmayan bir robotu ihbar etmeli, resmi otoritelere teslim etmeliydim. Peki ama davranışları gerçekten normal değil miydi? Beni ürküten bir makinenin insanlaşmak istemesi miydi, yoksa bunu elbise çalarak yapmaya çalışması mıydı? Eşime kararsızlığımı açıkladığımda yanıtı beni pek rahatlatmadı:
“Sen de ara sıra benim iç çamaşırlarımı giymiyor musun? Ne farkı var? Ben seni evden gönderiyor muyum?”
YORUMLAR
Düşündürücü bir hikaye.Bir robotun insanlara öykünmesi ve teknoloji çağının insanının ama bilinçli ama bilinçsiz robotize edilmiş hayatlar yaşaması.Duygu,düşünce,hareket hepsini nerdeyse bizim yerimize yapacak makineler icat etmekle o kadar meşgulüzki icat ettiklerimizin bir gün bizim imrenilesi yaşamlarımıza sahip olmak isteyebileceğini düşünemiyoruz bile.Bizim kıymetini bilemediğimiz insanlığımıza belki onlar daha değer verebilir, kimbilir ?
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Hayal gücünüzü kurgulayışınıza bir kere daha hayran kaldım. Final cümlesini seksen yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Okuru ters köşe yapan bir final.
Ayrıca film tadında olmuş.
Kutluyorum, saygılarımla.
İlhan Kemal
Giriş bölümü ise bence bu öykünün asıl sinematografik yeri. Kamera sadece çocuğun yüzüne odaklı, Noel Baba'nın yalnızca sesini duyuyoruz, ''Kırmızı gözler''de bile kamera ona dönmüyor. Hatta girişi bitirince burada bıraksam mı? diye aklımdan geçirdim. Bu sefer de ''Arnold Layne'' adlı bir öykü yazma projesini tamamlamamış olacaktım.
Teşekkür ederim yorumunuza. Özlemiştim onları. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Bence sonu hiç de bilinebilir değildi, haksızlık etmişsiniz. Hem enteresan hem de mantıklı.
Ben de öykülerinizi okumayı özlemiştim. Ne yazık ki sene sonu dolayısıyla işlerim çok yoğun. Dersler de cabası. Aklım kesinlikle kalemizdeydi ama. Rahat kafayla okuyacağım anı bekledim ve hepsini okudum.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
Bu arada son iki öyküdür kimse bir şeyler içmiyor (Belki de üç ama onun konusunu hatırlamıyorum.) Ben de 'rahat kafa'yı yakaladığımda kahramanlarıma birer tane kahve ısmarlayacapım. Saygılarımla.
Ki her anormal davranan insanı imha etmeye kalksak acaba dünyada hiç insan kalır mıydı?Kalırdı,mantık olarak bi tane :)
Neden yapmaya çalışıyoruz ya da yapıyoruz madem bu kadar korkuyorsak..Yıllar öncesinde de aynı korkular varmış demek,Mary Shelley bunu anlatıyor bize...Sadece farklı bir açıdan belki..
Her şeyi kırmızı olan bir noel babayla başlıyor öykü, hayalkırıklığına bile uğrayan bir robotla devam ediyor...İlginç gelen noktalar...
Ama burada bir gerçek var,o da robotların bile hakkının yendiği :)
Saygılar İlhan Bey.
İlhan Kemal
Shelley'in romanı ise her açıdan büyüleyici (Bir rüyadan ilhamla yazılma, yazılma fikrinin ortaya atıldığı ortam, vs vs vs). Beni cezbeden noktası ise kişiye sordurduğu soru sayısı. Yine de Shelley'nin romanını yaratıcı-yaratılan ilişkilerinden çok farklıya olan düşmanlığın hikayesi olarak algılıyorum (Yaratığı sadece doktor meydana getiriyor ama ondan herkes korkup nefret ediyor).
Robotların hakkını yiyecek miyiz? Tabi ki, hem de daha yeni modelleri çıkar çıkmaz. Saygılarımla.