- 374 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sancı
Muhabbet devam ediyordu. Naci babasını anlatıyordu: ’ A oğul! Ne olur memur olmaya bak! Kendini kurtar, oku, kavgaya girme! İstanbul’a git ve oraya yerleş. Ankara’ya sakın, ama sakın gitme! O ruhsuz şehirde kaybolursun. İstanbul ruhtur, şemaildir bizler için. Bir Bayburt kadar kerhanede olsa İstanbul’da, İstanbul, Ankara’dan yine iyidir.’
Babası neden böyle söylemişti ki? Umrumda mıydı? Nermin’e bakarken, ağlamak istiyordum. Gittikçe kendimden tiksinmeye başlıyordum. Karşımdaki kadını o kadar çok seviyordum ki, öl dese bana, onun için ölürdüm. Ama neden benden ölmemi istesin ki? Yoksa sevgim onu rahatsız mı ediyordu? Çayları tazelemek için ayağa kalkmak isterken, giydiği yumuşak kumaşlı kot pantolonun baldırları kısmından rahat olmak için yukarı doğru çekti. Oturduğu kanepede sıkışmış ve sımsıcak olmuştu pantolonu. İsteseydim bu pantolonunu da alabilir miydim?
Naci Osman agayla muhabbeti ilerletmişti. Bu sefer Naci cüzdanından bir şey çıkarıyordu okumak için. Naci geldiğinden beri, Nermin’i göremediğim için işi psikopata bağlamıştım. Her akşam, gecenin geç saatlerine kadar Nermin’in penceresini açmasını bekliyordum. Naci, eline aldığı kağıdı okurken, Osman aga manalı bir şekilde kafa sallıyordu.
-Hayatları boyunca kendileriyle çekişmekten geri durmadılar. Bir milletin seciyesini iftiharla açıklayacağı zaman sustular ve kendi sahte tarihlerini yazdılar. Kelimeye ihanet eden büyük insanlar, gelenekleriyle savaştılar ve asırlardır olanı, bir süs eşyası olarak benimseyip, var etmek istedikleri ruhsuz hayata binaen hâcete, ihtiyaç da taaccüp kalındı ve tebekkümleri sirayet eden bir hastalık olarak kendi yaşamları için kronik bir vaka olarak kaldı.
‘Maşallah ne güzel demiş değil mi?’ derken Osman aga, Naci’de tebessüm edip, Osman aga ile sinerji oluşturabildiği bir muhabbet sonrası rahatlamaya başlamıştı. Acaba benim Nermin’e bakışlarım, onu rahatsız mı etmişti? Bilmiyordum, her şey olabilirdi ve bildiğim bir şey varsa, bir erkek kıskanmak istiyorsa, kadınına karşı en küçük şeyden huylanabilirdi.
Bunalmıştım. Sigara içmek istiyordum. Nermin’in günlerdir açmasını beklediğim pencereye bakıyordum. Naci’nin bana baktığını bilmiyordum. Sesi, havada başıboş uçuşan düşünceler gibiydi. Ne diyordu ki? Havasız ise içeri, açabilirmişmiş… Bakışlarım önce Nermin’e, sonra da Naci’ye doğru yöneldiğinde, Osman aganın esnediğini fark ettim. Tüm gün dükkânda beklemek elbette bizim ihtiyar delikanlıyı yoruyordu. Bekliyordu, çünkü çoğu zaman işleri kesattı. Titriyordu sağ cebim. Kendime geldiğim andı.
Cep telefonuna mesaj gelmişti. Mesajı gönderen Bugül’dü. Bugün diye kaydetmiştim kendisini. Bir başka Bugül diye insan olamazdı ya da ben öyle zannediyordum. Serap ile alakalı olduğunu tahmin ediyordum ama Nermin’in garip hareketlenmemi fark edişi, beni daha çok tedirgin etmişti. İnce boynunu sıkarken elleriyle, rahatlıyor gibiydi. Arada gözleri de benim üzerimdeydi. Değişik bir duyguydu, tanımlayamıyordum. Nice nice krallara, padişahlara veirlen o azametli saygıların kaynağına inmiş gibiydim. Nermin’in bir bakışı bile, benim ruhumdan bir parçamı daha sonsuzluğa katabiliyordu. Mevzu Serap hakkındaydı tahmin ettiğim gibi: ‘Kız eve gittiğinden beri ağlıyormuş. Sen öküz gibi davranıyorsun kıza. Az insan ol, özür dile… Dilesen ne olacak sanki yaaa!’ Bu Bugül niye benimle uğraşıyordu ki? İhanet ediyor gibiydim Nermin’e ve onun aşkına. Omuzlarından beline doğru dökülen saçlarını yeni yıkamıştı. Naci geldikten sonra daha çok banyo yapıyor olmalıydı!
-‘E, haydi kalkalım biz! Hoş geldin ziyareti çok uzadı. Yorgunuz biz de.’
-Osman abi, yok Allahına sen ya! Oturun, yarın hafta sonu değil mi?
-Bize hafta sonu mu var? Sabahın yedisinde dükkânı açmaz isem, bereketi olmuyor.
-Sen bilirsin Osman abi, ama arayı açmayalım lütfen! Ben haftaya döneceğim tekrar. O güne kadar görüşelim bol bol. Gelirim ben senin dükkânına.
-Hayırdır, nereye döneceksin?
-Abi ben Belçika’da çalışıyorum. Buraya karımı ve çocuklarımı görmeye geldim.
-Nermin’de mi oradaydı mı Naci yahu?
-He abi he, ama buraya gelmesi hem onun hem de çocuklar için en iyisi olacaktı. Zaten orada da adamakıllı dil filan öğrenemedi. Nermin sevemedi oraları. Üç yıl dayanabildi!
-Sen ne işindesin orada?
-Operatörüm.
-İyi Naci, senin gözün kalmasın arkada. Bir ihtiyaçları olur, herhangi bir şey için hiç üşenmeden elimizden ne gelirse yaparım.
-Allah razı olsun abi, senin gibiler kalmadı inan dünyada! Of of…
Nefes alış sesim kısalıyor, yanık bir ağır geri verişim. Bıraktığım yer Nermin’in gözleri. Demek Naci gidiyor ha! Vay be gözünü sevdiğimin dünyası!
Nermin, kaybet beni kendinde. Kıvranıyorum, bu karşında tuttuğum oruç, milyon senelik bir uygarlığa bede. Tövbe ediyorum, sana bakmıyorum. Yine bozuyorum, sana bakıyorum. Bana anlamsızca bakıyorsun. Yoksa ben mi anlamsızca sana bakıyorum? Dişlerimin sesi, kanıyor dişlerim, hayır hayır gerçek değil bu veyl, hep böyle kalamam!
Ne güzel merasim! Nermin tekrar bekleriz derken, sanki o günü hatırlatmak istemişti bana. Demlediği çayın tadı damağımda, acaba çayı kaşıkla dökmüştü çaydanlığa, yoksa avucuyla mı? Korkmasam, banyoya girip, kirli çamaşırları var mı diye etrafa bakınırdım. Ama garip bir korku sarmıştı evlerine girdiğimden beri. Oysa bu evde başımdan geçen lavabo faciasını unutmak mümkün değildi!
Eve girdiğimde, her şey daha güzel olur diye ümit ediyordum. Ta ki Nermin’in evinin ışıkları sönene kadar.