ESKİ ÇENGELKÖYDEN BİR ÖYKÜ
Yıl 1969 Şimdiki Yapı Kredi Bankasının karşısındaki iki katlı ahşap evin alt katında rahmetli terzi Bakî amcanın evi vardı. Eşi ve kızları mandolin ustası Feride abla ile beraber otururlardı. Ahşap evin üst katında ise, Rum arkadaşımız Taki ve annesi Marika teyze otururlardı. Bakî amca evinin sokağa bakan bir odasını tek makineli bir terzi atölyesi yapmıştı. Penceresinin üzerinde ise, kırmızı tahta tabelasında beyaz yazı ile “Terzi Bakî Haspolat” yazılı idi. Kızları Feride abla ahşap evlerinin caddeye bakan sundurmalı tahta kafesli pencerelerinin arkasından öyle güzel şarkılar çalardı ki, yoldan geçen insanlar birkaç adım sonra duraklayıp şarkıyı sonuna kadar dinlemeden gitmezlerdi. Feride abla daha sonra bir Kuleliye gönül verdi ve evlendi. O sıralar bizde onların karşısındaki iki katlı ahşap evde otururduk.
Efendim, 1968’ lere geldiğimizde, Bakî amcanın atölyesinin yerine teyzemin oğlu rahmetli Baba Tahir yanında koca ardiyesiyle ufacık bir bakkal dükkânı açtı. Yanındaki dükkanlarda ise, kuaför Hulûsi (Güllü), sazcı Erdoğan ve bir emlekçı ofisi vardı. Sazcı Erdoğan, dükkânında hem saz dersi verir hem de el işi saz, ut ve gitar imalatı yapar satardı. Ayrıca, plak, kaset ve diğer enstrüman yedek parçaları da satardı. Burası bir bakıma Çengelköylü sanat severlerin de buluşma yeriydi. Bizler burada toplanır, artık kim eline ne (tabii ki çalmasını bilmek kaydıyla) geçirirse, çalar, söyler kendimizden geçerdik. Hatta arada bir bizim cadde üzerinde oturan rahmetli saz üstadı Adnan Ataman, bu küçük ama amatör ruhlu sanat yuvacığına uğrar, meşk’e katılırdı.
Baba Tahir ve Güllü Hulûsi akşamcıydılar. Dolayısıyla, akşam üzerine doğru ikisini de bir “kaşıntı” tutmaya başlardı. Gün boyu iş icabı birbirlerine uğrayamayan iki neyzen, akşama doğru sebepsiz birbirlerinin dükkânına sadece na’ber (sinyal) demek için gidip gelmeye başlarlardı. Bizler, “ dur bakalım önce hangisi patlayacak” diye beklerken, bir bakarsınız onlarla aynı tavadan berber Macit gelir ve; “ te be Tahir baba, buğazcığımız gurudu ha şuracıkdan bi biracık ve de geçsin be ya” der. Aynı zamanda iyi bir bas gitarist olan Baba Tahir’in kaşıntısı artar, birayı açar ve verir. Berber Macit birayı bir dikişte içer ve “ e eh, kesmedi be ya, te be bi biracık da ve be baba” der. Macit birasını içer, gider.
Akşam yaklaşmaktadır, o sırada kapıdan komiser Cezmi Bey amca gelir, “ Tahir oğlum bana bir bira aç, şimdi eve gidip yengenin ağzına sı..cam” der. Komiser birayı orada götürür ve “ sen bir bira daha ver, sı...cam, a..ko..cam” der. Baba Tahir, “ Cezmi bey amca, yenge ne yaptı sana ya” der. Komiser, “ arkamdan konuşuyormuş or..pu” der. Tahir abi, “kim dedi” diye sorunca, komiser, “rüyamda gördüm oğlum, benim rüyalarım hep çıkar” diye cevap verince, baba Tahir’in kaşıntısı daha da artar.
Eee artık, “haydi abbas vakit tamam” zamanı iyi ce yaklaşmıştır. Baba Tahir, güllü Hulûsi ile akşam neler yapabileceklerinin planlarını yaparken, ressam Fikret abi, dükkânın kapısından içeri giresiye, “Tahir paşa na’ber, bana bir kesekağıdı versene” der. Kesekağıdı bir şişe kırmızı Marmara şarabıdır. Ressam Fikret, kesekağıdını bir dikişte yarılar ve anlatmaya başlar... Azizim yıl 1944...
Kaşıntısı kurdeşene dönüşen baba Tahir daha fazla dayanamamış ve soluğu kuaför güllü Hulûsi’nin yanında almıştır. Hulûsi’nin zaten onu beklediği besbelli, baba Tahir; “güllü, bu akşam rakı içelim ha, biraz sert olsun be” der. Güllü Hulûsi,önündekipapazın karısının saçlarını yıkarken, “tamam baba, şey yapalım o zaman tuzlu balık, pilâki filan ha olur mu?”. Baba Tahir; “yok be güllü, fazla masraf etmeyelim, sen git kepazeden iki palamut al, biraz da midye versin, midyeleri kabuklarıyla patateslerin içine gömeriz, soğan, sivri biber, domates filan palamutlarla beraber fırına veririz” der. Hulûsi; “tamam da yanında ne içicaz, kesekağıdımı?”. Baba Tahir; “ dalgamı geçiyorsun oğlum rakı dedik ya”.
Sevgili okur, bu dört rahmetli, baba Tahir, Kuaför güllü Hulûsi, berber Macit ve ressam Fikret gönül adamları idi. Onların içkisinden kimselere zarar gelmemişti. Kendilerinden başka. Çocukla çocuk, hocayla hoca, adamla adam olan tam anlamıyla sanki ahi’lik kuşağı kuşanmış esnaf kişiliklerdi. Herbir şeye pozitif yönüyle bakan, fanî olan şu dünya ile dalgalarını geçerlerdi. Bir Neyzen Tevfik, Ömer Hayyam veya Nasrettin Hoca gibi fizik ötesi insanlardı...
Efendim, onların ortamlarına, muhabbetlerine zaman zaman katılmış biri olarak, sizlerle bir anımızı daha paylaşalım. Bir akşam güllü Hulûsi, kuaför dükkânını kapatmış, üç beş kişi içeride demleniyoruz. Aman Allahım mahallede bir feryad-ı figan, yeryerinden oynuyor. Hemen dışarıya çıktık, sağa sola bakınıyoruz. Birileri bize doğru geliyor. Baktık ki bir arkadaşımızın annesi, kocası fenalaşmış bizlere; “çocuklar gelin bir bakın” diyor. Kuaför Hulûsi, “yürüyün diyor... İleri... ”. Biz, “yahu güllü bi dur lan, nereye gidiyorsun?”diye soruyoruz. Baba Tahir ile biz acaba gibilerden birbirimize bakıyoruz. Sonunda komşu teyzeye; “teyzeciğim, şey yani biz biraz içki içtikte, yani şey olmasın hani”diyoruz. Komşu teyze; “aaa aşk olsun olur mu çocum, yok hiç bi şey olmaz, bizi yalnız bırakmayın yeter” diye cevap veriyor. Bunun üzerine bizde teyzenin peşinden eve girdik. Hastanın yanına geldik, hasta amcada hiç ama hiç bir kıpırdama yok, bir süre öylece baktık. Güllü Hulûsi dayanamadı ve amcayı şöyle bir sarstığında ürpererek geri çekilerek; “ hişşt baksana lan ölü gibi ölmüş galiba “ dedi.
Biz; “oynama lan amcayla manyakmısın, dinleniyor amca. Hasta oğlum çok hasta, üzerine abanmayın amcanın” dedik. Fakat amcanın rengi birdenbire yeşil oldu, Hulûsi korktu ve; “ben gidiyom oğlum, bu iş sakat sonra üstümüze kalır, baksana koyu yeşil oldu” dedi. Baba Tahir kendinden son derece emin; “oğlum insanlar ölürken yeşerir” dedi. Güllü; “hastir lan olur mu, bizim amcaoğlu ölürken bembeyazdı” dedi. Biz; “o gençti herhalde, bi du bakim kalbini dinleyelim” dedik. Başımızı amcanın göğsüne yasladığımızda ise güllü; “kalpten dinlenmez oğlum, nabız ile dinlican” dedi. Baba Tahir; “nabız neresi lan ensesi mi?”diye sorunca, güllü Hulûsi gülerek; “ensesi olur mu, manyak doktor dinleme aleti denir ona” diye, steteskop’u kafasına göre açıklıyordu...
Baba Tahir; “asıl sen manyodun oğlum, nereden bulcaz lan o nabız denen aleti” dedi. Biz; “abi herhalde vefat etti” derken, kızılca kıyamet koptu. Çünkü kapıdan annemle teyzem (Baba Tahir’in annesi) girmişlerdi. Annem bizleri hastanın başında görünce, gözlerinden ateşler saçarak; “ ne yapıyorsunuz siz bakim meftanın başında, öyle cenabet cenabet, haydi yaylanın bakalım” dedi. Baba Tahir dişlerinin arasından; “hastir lan bunlar nerden çıktı” dedi. Komşu teyze ise; “ Aaa Muallâ’nım ben çağırdım çocukları, yapmayın no’lur” dediysede, annem kararlıydı ve cevap verdi; “ben bilirim onları, biraz zıkkımlanınca doktor kesilirler Alimallah”. Biz; “ ya anne ya” dediğimizde, nur içinde yatsın annem; “tamam tamam anladık, haydi şimdi dışarı” diyerek bizleri sepetledi.
Sevgili okur, neden sonra doktor gelmiş, meğerse amcacık tam dört saat önce vefat etmiş, mekânı cennet olsun. Ama burada o komşu teyzenin biz mahallenin gençlerine olan güveni ön plana çıkıyor, değil mi sevgili okur...
Hüseyin Tuna
Tunacan
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.