- 7986 Okunma
- 10 Yorum
- 1 Beğeni
Aşkın Meâli - Yusuf ve Züleyha / Sinan Yağmur
Sinan Yağmur Aralık 2012 tarihinde “Aşkın Meâli Yusuf ve Züleyha” adlı kitabını Karatay Akademi Yayınlarından çıkardı. 215 sayfadan oluşuyor. İlk izlenim yine bir Sinan Yağmur klasiği dedirtecek iken, farklı bir sesin buram buram kokusu siniyor edebî anlam arayan yanımıza. Aşkın eteklerinden şiirsel tanımlar dökülüyor bu defa usul usul. İki farklı yazı karakteri kullanılması okuyucuya sunulan ince bir detay olmuş. Züleyha’nın mektupları bölümündeki ince zarif karakter ve kitabın asıl akış bölümündeki klasik yazı karakteri ve her bölümün konu başlık sayfasındaki yusufçuk temalı minik motifler, okuyucuyu kitabın içine alıp çekiyor. Tıpkı bir mıknatısın gönüllü güç göstergesi gibi!..
“Aşkın Meâli - Yusuf ve Züleyha” kitap kapağı şimdiye dek Sinan Yağmur kitaplarında rastladığım en kaliteli en hikâyesi olan ve okuyucuyu içine çeken en gerçek tasarım. Öyle ki, kitabı okuyup bitirdikten sonra ilk işim yeniden kitap kapağını açıp resmedilen kuyunun derinlere doğru inen taşlarını tek tek saymak oldu! Duvarlarını saran taşları tek tek saymaktaki amacım belki de kuyunun dibine ruhumun inmesini sağlamaktı. Sanki o taşları göğün alnından kuyunun dibine dek sayarsam Yusuf’un imtihanına şahitlik eden o derin sessizlikle hemhâl olacaktı ruhumun manevi aşka çığlık büyüten yanı. Ayrıca kuyunun ağzında romanın asıl şifresi olan on bir yıldız ve Ay’ın bize göz kırpan duruşu var. “Buyurun Yusuf ve Züleyha’nın hikâyesini bir de bizden dinlemeye” der gibi.
Mavinin huzur ve inanç ile örülü anlamının yüklendiği kapak rengi, siyahın gerçeği hatırlatan asaleti ile tamamlanmış. Sinan Yağmur kitaplarındaki kapak tasarımlar renklerin hükmünde yansıyor okuyucunun dimağına. Ve hep söylediğim gibi bir kitabın kapağı, misafirleri kapıda karşılayan ev sahibinin çehresindeki samimiyetin tonunu saklar. Kitap kapağı, sunulan anlatıma açılan ilk penceredir ki bilirsiniz pencereler güneş ile aramızdaki tek köprüdür! Sinan Yağmur bu kitabında da penceresini sonuna kadar açarak güneşini cömertçe sunan bir iklimin bereketli örtüsü olmuş okuyucusuna.
“Bir yusufçuk kuşu gibiyim, ne toprağa konmuş, ne suya doymuş; açlığım Yusuf, hasretim Yusuf… “ bu cümle ile karşılanıyorsunuz kitabın ilk sayfasındaki başköşede. İçinizde garip bir his kanat çırpıyor sayfaların arasındaki o âleme. Yusufçuk kuşunun bu kitapta yeri ayrı çok ayrı… Sanki yusufçuk, aşkın mealini toprak ve su arasındaki dergâhta çözen gizli bir el gibi! Belki de Züleyha’nın çıkmaz sokağını, tövbenin bereketine çıkaran duânın kanatlı resmiydi yusufçuk.
Aslında “Yusuf ve Züleyha” ile ilgili çok şey yazıldı çok şey çizildi. Bu, Sayın Sinan Yağmur için çok büyük bir risk de olabilirdi! Ama o, aşkın zirvesine bağdaş kuran yüreği ile herkesin bildiğini kendi yürek dilindeki alfabe ile yazarak ilk defa okuyormuş izlenimini verdi. Çünkü o Yusuf’un atıldığı kuyuya bizzat giderek gözyaşlarının duâlar büyüten sağanağında doğurdu kitaba sığınacak cümleleri. Çünkü o, Züleyha’nın Nil nehrine akıttığı pişmanlığın izini çölün vefalı rüzgârındaki ıslıkta aramak için gittiği Mısır’da doğurdu kitabının sayfalarına teslim edeceği kelimeleri. Gerçeği gerçek ile kucaklaştırmanın kurgusu okuyucunun yazara inancındaki bakir teslimiyetir! Değerli yazarın kitap satma kaygısına değil daha çok okura ulaşmak için kelimelerindeki “insan yüreğine şartsız inmek felsefesini” gütmesi sanırım başarıyı peşin peşin getiren sebeplerden biri.
Sinan Yağmur kaleminde aşk, beşeri anlamdan mutlaka Hak makamına kanat çırpan anlama varıyor! Ve yazar yaşamsal kıpırtıları edebî ayrıntılar ile tamamlarken seçtiği dilin akıcılığı, duruluğu ve netliği ile de kendi tarzının zirvesini yapıyor. Konu başlıklarına geçişte öyle bir zincir kurulmuş ki okuyucu bir önceki konunun acısını yudum yudum içerken bir sonraki konu başlığının o acıyı emzirecek derman olacağını bilerek aç bırakıyor yüreğinin bir tarafını! İnsan doymak istemiyor. Zira doymanın diğer adı bitmektir. Konunun şiirsel anlatımla da desteklenmesi aşkın sorgusundaki keskinliği yumuşatmış.
Yusuf, peygamberliği bir rüyası ile müjdelenen iffetin, sabrın, Hak aşkına yağmur olup yağan yanışın adı. Yusuf, kardeş hasetliğinin kurbanı, bir kuyunun soğuk duvarlarında ömrünün sınavını verecek olan hikâyenin adı…
Kuyu, taşlarının sancısına merhemini saklayan sobelenmiş ağrı!
Kuyu, düşmek ile uçmak arasındaki şifreyi yüreğe dolayan anahtar!..
Kuyu, kimsesizliğin konağında gök gürültüsüne mabet olan kıblesi H a k nefesli ağıt!..
Züleyha, nefsinin duvarlarındaki kirli arzularını nur yüzlünün bedeninde, yüreğinde yıkamak isteyen şehvetin anavatanı. Züleyha, aşkın beşer toprağında yanınca gerçek aşkın göğüne kavuşan âmâ pişmanlık! Züleyha, günahının doruğunda tövbesinin yağmuruyla yıkanan bir yanık gül külü !
“Aşkın Meâli - Yusuf ve Züleyha” kitabındaki en özgün bölüm mektuplar bölümü. Bu bölüm kitabın şahdamarından akan tövbe ırmağı gibi sanki! Züleyha’nın günahının ve tövbesinin şahidi olan mektuplar! Bir insanın içindeki savaşı dışındaki göğün saltanatına teslim ederek kendinden vazgeçmesinin adı o mektuplar! Hatalarını sorguladıkça Rabbinin aşkına giden yolu kendini kanata kanata bulan gerçeğin gözyaşları ile yıkanmanın yuvası o mektuplar! Şehvetin küflü duvarını utancın sabıra soyunan erdeminde yıkandır o mektuplar! İşte o mektuplar, Züleyha’nın vav harfinin anlamına sığınarak kâinatın sonsuzluğunda kendini bulduğunun kutsal aynasıdır!
“Aşkın Meâli - Yusuf ve Züleyha “ kitabındaki en hassas noktaya gelmek istiyorum. Züleyha, Sinan Yağmur kaleminde yerden yere vurulmamış. Yazar herkesin yaptığını yapmamış. Evet, hikâyenin aslına sadık kalmış. Ama hatalarının, günahının, kirlenmiş ruhunun bedelini öderken zaten kirlenirken arınmanın yangınından geçmiş olan Züleyha’nın tövbe ırmağındaki hıçkırıklarını da yazmış Sinan Yağmur. Bu hıçkırıklar yalnızlığın hırkasını giydirmişti Züleyha’nın ruhuna. O, hiçliğin paha biçilmez mânâsında bulmuştu asıl gerçeği. Yazar, Züleyha’nın hidayete erişindeki anları tek tek anlatmış üzerindeki sorumluluğun ciddiyeti ile. Bunu okuyucuya aksettirme şekli ise tam da Sinan Yağmur’ca tarzıydı. Utandırmadan, “vurun kahpeye” cümlesindeki karanlığa teslim etmeden! Ve acının, yaranın, utanmışlığın kekremsi duruşunu okuyucuya ham haliyle aksettirerek kitabın akışına okuyucuyu da dâhil etme becerisinin mimarı olarak.
Ve üç gömleğin kitabın finalindeki kompozisyonu!..
Yusuf’un kuyuya atıldıktan sonra babasına getirilen ve hasrete, acıya, büyük bir sınavın başlangıcına açılan kapının eşiğindeki gömlek.
Züleyha’nın iffetsizliğinin şahidi olan arkadan yırtılmış, zindanın kapılarını Yusuf’a açan ama aslında o karanlığın bağrında aydınlığın toprağına yüz sürmenin adı olan gömlek.
Ve…
Bir babanın evlat acısındaki özlem kıvranışının kör karanlığa açılışındaki vuslata bir adım daha dedirten son gömlek!
Aşkın, merhametin, affedişin, iffetsizliğe karşı sabrın savaşının, tövbenin, rüyalardaki manevi mesajların insanlar üzerindeki etkisinin, kirlenmişliğin en karanlık yerinde eğer istenilirse bir ışık damlası ile arınışın, teslimiyetin vuslata giden yolda asıl yoldaş olduğunun meâliydi bu kitap.
“Aşk; nefsinin kırbaçlanmış duvarında kendini terbiye edebilen yüreğin zikridir. “ cümlesi ile putlarından vazgeçen tövbekârların kırık dallarını inanç ağacındaki duâlı mânâlar ile nasıl onardığının özetiydi bu kitap.
Kısacası, edebin meâline edebî dokunuşun resmiydi bu kitap…
Mehtap ALTAN
Aralık/2012
YORUMLAR
Sinan Yağmur son dönemlerde edebiyatımıza yeni eserler katan bir yazarımız.Özellikle lise dönemi, üniversite dönemi gençliğin böyle kitapları otobüste, vapurda ders aralarında gece yatarken okuyor görmek beni ziyadesiyle sevindiriyor.Buda Sinan Yağmur gibi yazarların yeni jeneresyon gençliği kazanmasıyla oldu.Sizin kaleminizden kitabın analizi okumadan bile kitabı okumaya teşvik eden bir yazı.Her zaman sanatsal faaliyetlerinizi takip etmeye çalışıyorom.Mehtap hanım bu yolda sizede yeni ufuklar diliyorum.
Merhaba...
Ben de bir eser yazsam sizin tanıtmanızı yeğlerdim inanın...
Eserin kırmızı çizgilerini bile zorluyorsunuz pozitif imgelerle...Hani "bu kitapta daha da fazlasını bulacaksınız" gibi bir duygu yüreğe ikamet ediyor...
Var olan unsurları öylesine duygularla beziyorsunuz ki daha bir şaşaalı...daha bir cezbedici yansıyor benliğimize..
Öğretmenokulunda bir resim çalışmamızda resim öğretmeni Şevket bey bana; " çizgileriniz bu resim bana vız gelir diyor" diye bir yorum yapmıştı. Yıllarca bu ifade yüreğime yer etti...
Ben de size; "söylemleriniz nesir bana vız gelir demekte" ifadesini izninizle yakıştırmak istiyorum...Bu gerçek bir saptama...Hakikatin kendisi...Bazı konuların mütevazılığı olmaz... O bakımdan nesirlerinizin gücü ve estetiği karşısında hayranlıkla tebessüm ediyorum...
Hayatta hep insanların güzel hasletleri ve başarılarından mutlu oldum. Bu hususta katiyetle bir kıskanmam yok. Zira kendime karşı en acımasız eleştirmenimdir. Zaman zaman kendime ceza ile verebilirim...
Eğer kıskanma duygum olsaydı sizin nesirdeki üslubunuzu kıskanırıdım(tabi ki sofistik duygu yüklemelerini zaman zaman eleştirmişimdir, benim yaklaşımım beni bağlar elbette, doğru olduğunu da göstermez).
Tebrikler değerli kalem...
Estetik ve belagatın usanmaz kalemine saygılarımla...
Entellektüel-41 tarafından 12/21/2012 11:07:05 AM zamanında düzenlenmiştir.
İsmini bildiğim kitaplarını okumadığım yazardı Sinan Yağmur...Sayende hem kendisiyle tanıştım,hem kitaplarıyla...
Kitap tanıtım yazısı bundan daha iyi olamazdı dedim satırlar arasında gezerken.Hem kitabı bu derece güzel tanımlamak hem de kitabı edinmek için merak uyandırmak ancak usta bir anlatımla olur ki,sen bunu çok güzel başarıyorsun.
Tebrikler emeğine...
Yüreğin dert görmesin canım,mükemmel bir tanıtım yazsıydı...
Sevgimle kocaman...