Kendimden Öte Sen...
Susuyorsun…
Bu kadar soru yağdırdığıma bakma, bilirim sen susarken de benimle konuşursun.
Önce gözlerin dalar incesinden geçmişe, sonra ani bir kızgınlık gelir oturur içine… Atalarımız söylemiş bir kere “söz gümüşse sükût altındır” diye. Hangisi yalan umurumda değil. Sözlerine hasretliğimdendir bu aymazlığım. Hani sen konuştuğunda ışık düşüyor ya karanlık hücrelerime, ondandır bu telaşım. Öyle ağırdır ki içindekilerin, hangisi sevdiğinin dudağını uçuklatır diye korkarsın. Ya kırılganlığı düşerse yüzüne, nasıl dokunursun yanağına bir kez daha korkmadan…
Belki de yakacaksın bu ateşi, kendinle birlikte… Bil ki ben çok yakıldım, küllerim denize savrulmuştu küçük bir kâğıtta. Oysa kâğıt gemilerim olacaktı benim. Ne zaman ki deniz oldu adım kollarında, küçük dizeler uyandı içimde… Mısralaştım gitgide kocaman bir şiir oldum nerdeyse. Şimdi biliyorsun ki tenim acır benim.
Saçlarımı bir çırpıda kestiğim için acılara, çocukluğum bazen yaramazlık yapıyor. Olmadık zamanda küs parmaklarım çıkıveriyor ortaya. Ve sen görüyorsun beni, gözlerin yanıyor saçlarımı okşayamadığına… Bense şımarıklığa yenik düşüyorum sen sustuğunda. Cezalarım o kadar çok ki, korkuyorum yeni bir ceza almaktan. Tek ayak üstünde bekliyorum, parmaklarıma cetvel vurulmadığı için şanslıyım oysa…
Bilirim bu seni güldürecek, sana bakarken sanki Öğretmenimle konuşur gibi yanaklarım kızarıyor. Bazen yine geçer not alır mıyım diyorum kendime? Şimdiki zamana ne uysallığım kalmış ne de başarılarım…
Bir de kalbim çarpıyor adını gördüğüm her yerde. Kimi zaman doktorluğa özeniyorum. Acaba dün gece başın ağrıdı mı? Diye uyuyamıyorum. Bıraksa gerçekler beni bana, hemen yanı başında bitecek gibiyim.
Susuyorsun…
Ben anlatıyorum anlatmasına da, kim bilir sen hangi uykusuzlukta, hangi halimi düşlüyorsun? Sigaranı her yakışında bir bulut giriyor aramıza ve sen sol elinle dağıtıyorsun yeniden. Arada bir cebini yokluyorsun, parasızlık sarıyor dört bir yanını, kadere küfür yağdırıyorsun. Yüreğinden binlerce gül vermek geçerken, bir papatya demetinde tutuyorsun beni. Bense saydırıyorum sana “seviyor-sevmiyor” karmaşasında. Gülümsüyorsun, daha önce söyledim mi hatırlamıyorum ama susarak gülümsemek de yakışıyor sana.
Sabahın erken bir vaktinde çıkıyorsun yola, gözlerin nemli… Sahilin mavisinden yürüyorsun, ellerin üşümüş… Ansızın bir şiir dökülüyor dudaklarından, yine papatya demetiyle yolluyorsun bana… Gözlerim gül bahçesine düşüyor, içinde birkaç tutam eylül var bir de ağustos böceklerim. Kokluyorum hayatı, ciğerlerime çekiyorum bu onurlu sevdayı… Sonra bırakıyorum mutluluğu olması gereken yere, uzaklara çok uzaklara belki de bir sürgüne.................
Sen susuyorsun…
mine gültepe