- 2243 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
KORE 'den GELEN MEKTUP
KORE’DEN MEKTUP VAR
Yıllar önce Türkiye NATO’ya üye olarak bile alınmamışken Kore’ye asker göndererek nice yiğitlerimizin kanını oranın topraklarına dökmüştük. 900 şehit, 2000 yaralı. (Sula Mehmet’im sula! Arabistan çölleri, Yemen, Galiçya, Mısır, Filistin yetmedi, Kore’yi de sula kanınla!)
Bugün Birleşmiş Milletler belki o yiğitler tugayının yaptığı kahramanlığı unutmuş olabilir, ama Kore Halkı Türk Askerini hiç unutmadı. Çünkü onların geleneğinde, karakterinde, unutmak, vefasızlık ve iyi gün dostluğu yok. Türk’ün Anadolu Selçuklu Beyliği’ni kurduğu zamanlardaki gibi saf ve yalınlar.
Bu gönüllüler tugayının bir ferdi de babam, Yüzbaşı Hayri Ovalı idi. Çok küçük olduğumuz için benim ve kardeşimin onun gidişi ile, dönüşü ile ilgili hiçbir anımız olmadı. Zaten sonradan konuşmalarda duyduğumuz, bana bir oyuncak araba, kardeşime pilli bir tank getirdiği yerin neresi olduğuyla hiç de ilgilenmemiştik.
Bizim evde kırmızı bir kurdele ile bağlanmış, büfenin alt gözünde duran ve her ay gelen mektupları çok merak eder, durmadan kimden geldiğini kardeşimle birlikte sorup dururduk babama:
-Bu mektuplar, uzak bir ülkede yaşayan ablanızdan geliyor. Benim manevi kızımdan, derdi.
1965 yılında Kore’den elçilik vasıtası ile gelen son mektup, babamı mutluluktan ağlatmaya yetmişti. Koca adam, elinde tuttuğu renksiz fotoğraflara ve Kore dilinde yazılıp tercüme edilmiş mektuba bakarak iç çekiyor, sızan gözyaşlarını bizden saklamaya çalışıyordu.
Savaş hiç özlemi duyulacak, arzu edilecek, hatta göze alınabilecek bir şey değildir. Ama ne yazık ki bu geri dönüşü çok zor olan dalaşmayı siyasiler, menfaati olanlar veya milli çıkarcılar bir zorunluluk gibi ortaya atar ve geriye de binlerce ölü, sakat, yoksul, kayıp ve anasız, babasız çocuk kalmasını görmezden gelirler.
Sonunda bazen ölümün ötesinde ayrılıklar, terk edilmeler hatta akli dengeyi yitirmeler yaşanır. Tecavüz, gasp, hırsızlık savaşın genel karakteridir. Hele o öldürmenin dayanılmaz mutluluğu zayıf inançlıların ruhlarına bir bulaşsın, hemen öldürdüklerinin sayısını artırmaya, usullerini daha gaddarlaştırmaya uğraşırlar.
Onlar kendilerini, kendilerince kahraman ve dinine, vatanına en çok hizmet etmişlerden sayarlar, işledikleri günahları düşünmeksizin. Allah hem savaş göstermesin, hem de asla yenilgi... Milletim bunu çok acı yaşamış, her haneden birçok aslanı kurban vermiştir.
Mezalimin ortasında olmak, emin olun hayat boyu ya sürekli ürkeklik ya da kabuslar görmekten, halüsinasyonlarla yaşamaktan başka iz bırakmaz insanda. Ne uyku kalır ne de yaşama bir gram güven... Hatta normal insan olmaktan bile çıkabilirsiniz, biraz daha kaptırırsanız kendinizi.
Türk birlikleri emrinde oldukları Amerikan Ordusu’yla birlikte Seul’e çekilirken Kızıl Çin ve Kuzey Kore saldırılarından, onların zalim süngülerinden kurtulabilmek için kaçan binlerce Kore’li yolları geçilmez hale getirmişti.
Askeri İnzibat Kıtaları geriye çekilen tank, top ve askerler için kimi zaman silah kullanarak yolları açıyor, kimi zaman da onlarla yiyeceklerini paylaşıyorlardı. Kızıllar yetişmeden orduyu Seul’ün güneyine geçirmek için zamanla yarış başlamıştı. Kunuri’de Kızıl Çin ile süngü süngüye çarpışarak Amerikan sekizinci ordusunun kuşatılmasını önleyen ve büyük zaiyata rağmen görevini aslanlar gibi yapan Türk Tugayı, Amerikan ordusunun yenilerek güneye çekilmesi sırasında onlarla birlikte hareket ederek disiplin içinde Seul’e doğru çekilmekteydi. Bu savaş sonrası 241’inci Alay sancağına altın madalya takılmıştır.
Yol boyunca öksüz, yetim pek çok çocuk Seul’ün güneyine götürülsün diye artık onları sırtlarında taşımaktan bitap düşmüş anaları tarafından askerlere uzatılıyor, fakat yasak olduğu için başları önünde, ağlayan askerler içleri kan ağlasa bile yardım eli uzatamıyordu.
Oysa arkadan süratle gelen Kızıl Orduları yakaladıkları her sivili kadın veya çocuk demeden süngüleyerek yok ediyordu. Böyle bir can pazarı görülmemişti. Ne güzelliğin, ne paran, ne kuvvetin sökmüyordu, elli santimlik sivri çelik süngüye.
Hayri Yüzbaşı, konvoyun duraklaması esnasında aracından inerek arkadaki erlerine şöyle bir göz attı. Hepsi tamam ve silahlarını çelik pençeleriyle sımsıkı kavramış, yaralılar hiçbir şey olmamış, “göreve hazırız” der gibi vakur, şehitler düşmana bırakılmamış, sanki kamyonların içinde uzun yolculukta uyuyor gibiydiler.
Yüzbaşı Hayri yolun kenarında kimsesiz, sadece ağlayan küçük bir kız çocuğu gördü. “Bu çocuk kimin, alın bunu” diye bağırarak düşman korkusu ile kaçan halka boşuna soruyordu. Kaçanlar yürüyüş hızlarını bozmadan, işaretlerle yavrunun kimsesiz olduğunu anlatabildiler sadece.
O küçük kızın annesi de, babası da ölmüşlerdi bir saat önceki bombardıman sırasında. Daha güçlü olan Amerikan Hava Kuvvetleri halkı konvoya ölümüne dalan Kuzey Kore uçaklarından bazen koruyamıyordu.
Dayanamayıp kucağına aldığı kızı, onun küçücük boynuna doladığı kollarını açıp da yerdeki kar yığınlarının üzerine bırakamadı. Konvoy tekrar harekete geçiyordu. Şoför korna çalarak çabuk olması gerektiğini anlatmaya çalıştı. Kız buz gibi olmuştu, onun yüzünü kalın Amerikan Parkasının içine sokmak istiyordu. “Bırakırsam donacak” diye düşündü.
Birden Amerikalı iki İnzibat eri koşarak gelip selam vererek bu çocuğu almasının yasak olduğunu hatırlattılar. Hayır, hayır kenetlenmişti bu yavruya ve artık onu bırakamazdı. Askerleri eliyle iterek önünü açtığı parkasının içine soktu yavruyu. Koşarak Jeep’ine yetişti, küçük kızı arkada oturan yaşlı başçavuşun kucağına yatırdı. Kıza yanlarında bol olan Amerikan konservesi yedirerek bomboş olan karnını doyurdular. Üzerine de kocaman bir çikolata verdiler.
İşte o gün benim de bir ablam olmuştu. Onu Tugay’ın konuşlandığı Seul güneyindeki köyde yaşayan, savaşta eşini ve çocuğunu kaybetmiş, dul bir kadına verdiler. Bu tip kadınlara Mamasan derler. Onlar artık evlenmez ve ölen kocalarının akrabaları olan erkekler tarafından gözetim altında tutulurlar.
Kore’de subaylara ayda 25 dolar, erlere 10 dolar ek ücret verilirdi. Bu paranın on doları küçük kız için hep ödendi. Altı yaşlarında ama çok zayıf olan bu kıza ordunun Seul’de kaldığı dört ay boyunca babama verilen erzak ve artan erat yemeği de yollandı. Bu dört ay içinde babam o kadar alışmıştı ki bıcır bıcır konuşan küçük kıza. Çektirdikleri tek resim, hep babamın masasında durdu. Aynı resmin diğeri ise küçük kızın defterinin arasında.
Karşı hücum harekâtı, birliklerin toparlanması ile başlayıp Kızılların bugünkü hudutlara kadar sürülmesi ile son buldu. Zaferden sonra Türk Tugayı’nın görevi sona ermiş, yerine gelen yeni tugayla yer değiştirme tamamlanmıştı. Büyük bir Amerikan gemisi ile Türkiye’ye hareket edeceklerdi. Son üç gününü Japonya’da izinli olarak geçiren babam küçük kıza bebekler, kıyafetler almıştı.
Rıhtıma Mamasan’ nın elinden tutarak gelen küçük kızı çok merak ettiği gemiye çıkardığın da komutanları, “Sakın bir de memlekete götürme” diye espriler yapmışlardı. Ayrılık, her ikisi için de acı olmuştu. Uzun uzun el sallayarak ayrılabildiler.
İşte bu küçük kız, her ay mektup yazarak okuduğu okulunu, derslerini, yaşantısını babama anlatırdı. Her mektupta sürekli gönderilen küçük paraya teşekkür etmeyi hiç ihmal etmezdi. Çalışmaya başladığı ay ise artık para kabul etmedi.
Kore Elçiliği’ne gelen mektuplar tercüme edilerek bize ulaştırılır, babamın yazdığı mektuplar da yine Kore diline çevrilerek ablama gönderilirdi. O gün gelen, babamı ağlatan mektupta kendisi ile evlenmek isteyen elektrik teknisyeni, askerliğini yapmış, soyunda asil insanların, gazilerin bulunduğu, babasını savaşta kaybetmiş, bir gençten bahsediyor ve evlenebilmek için izin istiyordu. Babamın şerefine leke sürmeden on sekiz yaşına geldiğini de ilâve ediyordu.
Şimdi anlıyorum ki, babamı o mektubu okurken ağlatan, kızım diyerek kabullendiği ablamın saygısı ve ananelerine bağlılığıydı.
Ankara’daki Kore Elçiliği’nden Seul’deki Türk Elçiliği’ne önce bir araştırma isteği yollandı. Damat için gelen soruşturma yazısında onun üç göbek ecdadı ile dürüst ve şerefli bir aile çocuğu olduğuna karar verildi. Birden zor bir kayınpeder olmuştu babam.
Bunun üzerine çocuk yazılı olarak ablamı babamdan istedi. Onayı alınca evlendiler. Düğün resimleri, sonra doğan çocuklarının, aldıkları arabanın, evin resimleri hep geldi, kızlarının evlenmesine kadar... Babama saygı hep zarfın içinde, mektupların kelimelerinde, noktasında, virgülündeydi.
2002 yılında ölen babam için Kore’de gazeteye verdiği “Canım Babamı Kaybettim” ilanını da kesip yolladı ablam.
Hiç unutmam, İzmir Bornova’da, cami avlusunda sınıf arkadaşım Merkez Komutanı Albay Atıf Yurdakul ile ayakta sohbet ediyoruz. Cenaze teneşir üzerinde, Bando ve Merasim Bölüğü yerini almış, namaz saati beklenmekte. Dostlar, sevenler, garibanlar, esnaf, komşular herkes orada. Gören şaşırır bu büyük kalabalığa.
Kutsal Türk Bayrağına sarılmış ve üzerinde dedemin İstiklâl Madalyası’nın yanında Kore’de aldığı Silver Star gümüş Liyâkat Madalyası da asılı duruyor. Ne de olsa hem Kore hem de Kıbrıs gazisi. Yakışıklı bir resmini de tabuta dayamışlar.
Bir çiçek geliyor, üzerinde “Kore Büyük Elçiliği” yazan. Arkasındaki çiçek de aynı onun gibi. Üzerinde “Soylu Kız” yazıyor. İnsanlar “Bu kim?” diye birbirine sormakta. Arkadaşlarım acılı günümüzde çok sevdikleri babama takılmadan edemiyor, “Ne o Hayri Amca, genç bir sevgilin mi vardı yoksa?” Ben sesimi yükselterek, “O benim ablam, ismi CHUNG- CHA, manası SOYLU KIZ demektir” diye cemaate izah ediyorum.
Artık ablamla değişen adreslerimiz, ihmal ve dünya dertlerine düşmemiz yüzünden irtibatımız yok. O da yaşlandı bizim gibi üç günlük dünyada. Yine de böyle bir ablam olduğuna ve onun “Soylu Kız” manasına gelen ismi gibi soylu ve asil hareketlerini, ince ruhunu yaşadığım için çok mutluyum.
Sanırım vefa denilen şey, işte bu! Hiç değişmeyen sadakat, hiç bitmeyen bağlılık, hiç azalamayan sevgi...
NOT: 1949 yılında NATO’ya alınmayan Türkiye, 1952 yılında Kore’de gösterdiği yararlık göz önüne alınarak NATO Üyeliğine kabul edilmiştir.
E.Yaşar Ovalı 17.12.2012
YORUMLAR
kukurikuu
Sayfamda olmanız bana gurur verdi. Güzel yorumunuza teşekkür eder, saygılarımı sunarım.
Ne denebilir ki, öyle bir yazının içinde kaybolup gittim ki, yazının siyasi kısmına mı değineyim, savaşın o iğrenç iç yüzüne
mi bedua edeyim, yoksa gözlerimi buğulandran o baba, kız karelerini mi anatayım bilemedim... ben en iyisi bu lezzetli yazıyı kaleme döken ustayı gönülden tebrik edeyim.
Tebrik ve teşekkürler.
kukurikuu
Sayfamda olmanıza ve güzel yorumunuza teşekkür ederim.
Savaşın çirkin yüzünü gören her millet, nefret ediyor ama yeni nesiller ,
hala sürdürmekte kararlı oluyorlar.
Baba yadigarı olan bu hikayeyi,sizlerle paylaşmaktan,
gurur duydum
Saygılarımla.
Yapılan iyilik ve bir abla insan oğlu yapılan iyiliği de kötülüğü de unutmuyor .Millet olarak insanız o kadar savaşta bile olsak.Tebrik ederim saygılarımla.
kukurikuu
Savaş,insanın insanlığını ,gerçekten yok edemez.
Saygılarımla.
kukurikuu
İnanın Soylu Kız ile , temasa geçebilmek için, neler neler yaptım.
O irtibatı sağlayanlardan pek çoğu hayatta değil. Olanlar da,
hep yer değiştirmiş, kimse yok yardım edebilecek.
Ama bunlar önemli değil. Önemli olan, o andaki yaşanmış lıktır.
Saygılarımla.
AYSE 09
o günü yaşamş babanız ya unutulmamış unutmamış ya
güzel bir anı olmuş
saygımlasınız
Benim dikkatimi çeken nokta 'Ben ne diyorum, sen neye takılıyorsun!' dedirten bir şey olacak. Türkiye kurucu bir üye olarak 1945 ten beri Birleşmiş Milletlerin üyesi. Bu yüzden Kore'ye asker gönderirken üye devlet sıfatıyla harekete geçiyor. Türkiye'nin o dönemde ğye olmadığı ama savaş sonrası alındığı uluslararası kurulus Kuzey Atlantik Paktı Örgütü (KAPÖ). Anlatının ruhuna değinmese de bu minik düzeltmemi mazur görün. Saygılarımla.
kukurikuu
Çok önemli bir noktayı yanlış yazmamı bana hatırlattığınız için çok teşekkür ederim. Türkiye'nin, Kurucusu olduğu B.M. teşkilatının kuruluş tarihi 1945 yılıdır . NATO'ya ise 1952 de kabul edildik.
Teşekkür eder, saygılar sunarım.
Gözleri yaşarıyor okuyanın:(
İşte biz böyle bir ecdadın torunlarıyız
Allah yerini cennet eylesin babanızın
Size de uzun ve sağlıklı ömürler versin komutanım
saygılarımla
kukurikuu
Sayfama onur taşıdığınız için teşekkür ederim.
Hayatta hep barışı ,hep dostluğu ,
din farkı gözetmeden yaşamayı çok arzu ederdim.
Bazıları oldu galiba. Ablam, Budist tapınağında ayin düzenletip,
çiçek ve meyve dağıtmış Babam için, taa Kore 'de.
Bazen küçük bir anı hayatımız boyunca saklar,
bazen de koca bir yaşamı ,silip atarız.
Saygılarımla.