- 1302 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
TIRNAK ÇOCUK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Cesur Usta, kardeşinin yoldan çıkmasından korkuyordu. İş işti; ekmek parası için şerefiyle yıkık dökük binaların, badana boya, kartonpiyer, kapı pencere tamiratlarına kadar bütün işlerinin altından kalkmıyor muydu? Saç ayakları gibi üç kardeş omuz omuza destek vermemişler miydi? Cesur Usta. Cüneyt Usta, Cemil Usta…
İşte bu isimler, üç kardeşin isimleriydi. İsimlerinin önündeki sıfat, babalarından yadigardı. Bir zamanlar aranan adamdı babaları Hüseyin Usta. Ustalığı dekorasyon işlerinden geliyordu. Bütün tanıdıkları “ Boyacı Üseyin “ derlerdi. Boyacı kelimesi zamanla Usta’ya dönüştü. Ondan böyle de Hüseyin Usta oldu çıktı. Mimar Sinan’nın hemşerisi olmaktan gurur duyardı. Sorduklarında, “Gayseriliyim, “derdi böbürlene böbürlene. Devlet destek versin dört kubbeli değil, dinime imanıma on dört minareli cami yapmazsam ibneyim,” diye ulu orta konuşmaktan kaçınmazdı. Üç kardeş, yoksul bir çocukluk devresi geçirdiler. İki gözlü döküntü bir baraka. Gözlerinden birini üç kardeş paylaşıyordu. Babaları işten dönüşte sallana sallana gelirdi eve . Gelir gelmez de şarap kokan ağzıyla “ gızz Fatmaaa!” diye analarının “hoş geldin” demesine bile fırsat vermeden mahallenin içinde ağız burun demeden sille tokat girerdi. Çok küçüktüler ; o zamanlar. Ezik büyüdüler. Mahalleli hep horladı onları. Mahalleli neyse de akrabalarının dudak büküşlerinden, kendilerini itelemelerinden çok etkilendiler. “ Şarapçı Hüseyin’in enikleri ne olacak sanki…” derlerdi, doğup büyüdüğü muhitte. Doğanyurt! Varoşların en terk edilmiş gotik bir bölgesiydi. Her bölgeden, her kültürden insanlar iç içeydiler. Birbirleriyle sorunsuz yaşıyorlardı ama; devletle araları limoniydi. Polisten yılmışlardı. Sık sık aramalar yapılırdı. Kanun kaçağı var mı, esrar eroin satılıyor mu gibi eften püften sebepler. Esrar içiyorlarsa kendilerine zararları vardı. Zaten o mereti içmeden yaşadıkları ızdırablardan kurtulamıyorlardı ki bir türlü. Her şey toz pembe oluyordu o zaman. Lağım çukurları bir anda kapanıyor, sağa sola hoplayıp zıplayan sıçanlar güvercinlere, yeni yetme gençlerin kız yüzünden kavgaları halaya dönüşüyordu adeta.
“ Çalışmaya gidiyoruz, iş elbiseni giymeyecen mi? “ Dedi ortanca kardeşi Cüneyt Usta’ya.
Ağbeysi de olsa kimseye eyvallahı yoktu. Kendi işini ağbeysi yapmıyordu ya. Alın teri dökmekse döküyordu işte. İşin zorluğundan kaçmıyordu da. Takım elbisesini üzerine çekti. Saçlarını biryantinle sağa yatırdı. Pembe mintanını iki üç düğme açtı. Göğsünün siyah kılları kabarık duruyordu. Başının üzerinden altın kolyesini geçirdi, göğsünün üzerine yatırdı. Yalım yalım parlıyordu kolye. Vücudunun her tarafına koku fısfısladı. Topukları ezik, sivri burunlu ayakkabılarını giydi, elindeki iri taneli tespihini sallaya sallaya dışarı çıktı. “Tövbe estağfurullah, bir türlü işçi gibi işçi olmayacak bu velet “ diye geçirdi içinden Cesur Usta. Sanki işveren gibi yürüyordu Cüneyt Usta. Mahallenin kedileri, köpekleri, fareleri sağa sola kaçıştılar. Kaçamayanlar da selam durdular. Ne de olsa “ Yedi Bela Hüsnü” gibi biri geçiyordu yanlarından. Mahallenin kızları, görünmemek için acele ettiler. Alimallah; pat küt girişirdi; “ Sizleri sokakta görmeyecem ha, kırarım ayaklarınızı “ diye bir kükremeye görsündü, babaları bile alamazdı elinden. Mahalle ondan sorulurdu. Destursuz bir Allah’ın kulu bile giremezdi o sokağa…
Üç kardeş, Bedderesi’nde minibüsten indiler. Minibüstekiler, yan gözle baktılar peşlerinden. İçlerinden yirmilik bir sarışın “Üf be!,” diye burun kıvırınca “ bedava losyon kokluyon hanımefendi, daha ne istiyon” diye terslemişti. Gençlerden biri ise kıza yaltaklanmak için bir şeyler diyecek olmuştu ama ; Cüney Usta’nın vahameti karşısında ağzını açmaktan vazgeçmişti. “ Sinek gibi ezerim ulan,” ifadelerini çağrıştıran bakışlara kim karşı koyabilirdi ki!
Cüneyt Usta önde, ağbeysi Cesur Usta ve küçük kardeşi Cemil Usta arkasında kapıdaki polise aldırmadan içeri girdiler. Polis yan gözle baktı Cüneyt Usta’ya. Senin yüzünden başım belaya mı girsin hiç yoktan! Diye yutkundu. “Ne halt edersen et bana ne dedi, “arkasından. Az sonra yeni oluşmaya başlayan kalabalığın arasından “ açılın lannn” diye kadın sesi ortalığa yayıldı. Takunyaların takırtısı gittikçe yaklaşıyordu üç kardeşe doğru.
“ Tırnağımm, goçummmm” diye atıldı Cüneyt Usta’nın boynuna Naciye. Naciye de essahtan avrattı hani. “Bütün kazancım senin olsun lan “ tırnak çocuk “ derdi. Orospoluk yapmadığım mekan kalmadı ama, senin gibisine ilk kez rastlıyom lan “ derdi Cüneyt Usta’ya. O’ nun adı;“Tırnak Çocuk” kalmıştı erkeklerin cirit attığı genelevde. Halbuki, boyu bir seksen beş, kilo da yüz beşti. Ankara’nın türküleri çaldıkça boya yapmayı bırakır genelevin sokağına çıkar başlardı şakır şakır oynamaya. Bütün kadınlar, O’nun şakırtısını duymak için işlerini kısa süre de olsa paydos edip etrafında çember olurlar, arada bir ellerindeki takunyalarla da hafiften hafiften sırtına, omuzlarına vurdukça; O da; “ Ne vuruyorsunuz tırnak kadar çocuğa” diye yalandan hayıflanırdı. Aslında kadınların ilgisinden hoşlanıyordu her erkek gibi. Buraya sanki boya yapmaya değil, kadınların gönlüne girmeye gelmiş yağız biriydi. Burada asıl ününe; bir zavağın( fahişenin para yedirdiği güvenebileceği, belalardan çekip alabileceği korkusuz, kabadayı erkek.) boynuzlarını kırdıktan sonra elde etmişti. İşte o zaman zavaklar kraathanesi’nde bile kendi borusu ötmeye başlamıştı da pek umursamamıştı. Cilveli Naciye ; “ Sen benim zavağım ol yeter ki. Çalışma, git zavaklar gahvesinde akşama gadar otur, akşam olunca da gel eline mangırları sayayım, diye yalım yalım yalvarmamış mıydı. Güçlü ve korkusuz bir zavak, her fahişenin arzusuydu.
Cesur Usta;
“ Hadi çabuk olalım Cüneyt bir an evvel şu genelevin badana boya işlerini bitirelim de çıkalım şuradan. Sessiz kaldı, ağbeysinin mızmızlanmasına. Aç tavuk kendisini darı ambarında görürmüş ya ben de darı ambarına düştüm valla, diye geçirdi içinden. Halinden memnundu Tırnak Çocuk. Ağbeysini kırmak istemedi; ne de olsa babasından sonra O geliyordu. Kendisi gibi boylu posluydu abisi de ama içinde fitne fesat yoktu. Kurt kaynamıyordu bağırsaklarında. Dört yıllık evlilikten sonra yengesinden şiddetli geçimsizlikten ayrılmıştı da harama uçkur çözmemişti. İlk aşkını sayıklayıp duruyordu zavallı ağbeysi. Ne vardı bu ilk aşlarda bir türlü anlamış değildi. Gözünü kestirdiğin ilk kızı avrat edineceğin hepsi buydu işte. Bir de aşık olup kalpten olmak vardı. Kendi raconuna ters düşerdi böyle ince işler. O yönden de çok rahattı. Kadınların sayısını unutmuştu. Son zamanlarda Naciye çıkmıştı da karşısına biraz dizginlerine sahip çıkıp kendine getirmişti.” Ulan Naciye, seni alacam almasına ama; bana da gavat ,dürzü, pezevenk, derler diye gururuma yediremiyom,” diye iç hesaplaşması yapıp duruyordu zaman zaman. Halbuki planlar yapmıyor değildi; Naciye’nin teklifleri üzerine. “ Ulan Tırnak çocuk, seni ömrünün sonuna gadar besleyecek servet edindim, yeter ki senin gölgende kalayım. Uzaklara gider; iş gurar,geçinip gideriz. Kim bilecek benim orospu olduğumu…Ben hanımefendi, sense beyefendi olursun valla. Hem gerçek hayatta da öyle şeyler olmuyor mu ki!..”
Naciye’nin gıdığından öptü.
“ Yavrum, biraz badana boya yapayım da sonra…”
“ Tamam, akşama bırakmam ha. Gece de benimle olacan. Yetti artık ha. Başka zavak bulurum yoksa”
Kendisi yaşadıkça başka bir zavağın boynuna atılacağına inanmıyordu. Eskilerde kalmıştı. Şimdi kendisinin borusu ötüyordu bu genelevinde. Naciye gitse de önemli değildi. Diğer kadınların timsah gibi paçasından kapacağını adı gibi biliyordu. Naciye’nin dudaklarını parmağıyla bastırdı;
“ Asla başkası olamaz!”
Cesur Usta, küçük kardeşi Cemil Usta’ya:
“ Spatulayla eski yerleri kazı, sonra da sıva alçısıyla düzelt ve zımparala. Ben de biraz sonra astar atıp boyaya başlayayım. Cüneyt sen de, dünkü işine devam et, “diye iş taksimi yaptı.
Cüneyt Usta, yan odaya geçti, ruloyla duvarlara boyayı yedirerek sürmeye başladı. Öğle saatine yaklaşıyordu zaman. Ter içinde kaldı. Kolunun tersiyle sildi yüzünü. Pencerenin camını ayna gibi kullanıp saçlarının düzenini kontrol etti. O kadar boya yapardı bir damlasını bile yüzüne sıçratmazdı. Pencereden Naciye’nin sokağına göz gezdirdi. Yine tıklım tıklımdı sokak. Erkekler, birbirlerin üzerinden pencerelerin camlarına hücum ediyorlardı adeta. Arada bir zılgıtlar ortalığa yayılıyor, bazen de kahkaha ve küfürler, ayyuka çıkıyordu. “
“Ulan ibne, hiç mi gadın yüzü görmedin lan. Ayı gibi saldırıyon!”
Naciye’nin bulunduğu yerden “Ankara’nın gızları “türküsü yükselmeye başladı.
“ Oh be paydos zamanı geldi demek ki, “diye içinden geçirdi. Hemen elindeki ruloyu, kovanın içerisine bırakarak dışarıya fırladı. Naciye elindeki radyo ile sokağın tam ortasındaydı. Sonuna kadar açmıştı radyoyu. Bir taraftan türkünün nağmelerine göre yaptığı figürlerle kıvırıyor, diğer taraftan da Tırnak Çocuğun gelmesini bekliyordu. Tırnak Çocuk, kalabalığı yara yara Naciye’nin karşısına geçti. İkisi birlikte başladılar oynamaya. Odalardaki bütün kadınlar, kapılarının camına “ kapalıyız “yazıp kendilerini dışarıya attılar. Erkekler ve kadınlar çember yapıp, tempo tuttular Naciye ve zavağına.
Cesur Usta, Cemil Usta kardeşlerini içleri burkularak seyrettiler, isteksiz de olsa. Gidişat iyi değildi. Bu gidişle Cüneyt Usta elden çıkacaktı. En iyisi mi babama söylemeli, terbiyesini vermeli,” diye düşündü.
Akşam eve döndüklerinde; babası Hüseyin Usta; “ Cüneyt niye gelmedi?” diye sordu.
“ Bu gidişle pezevenk olacak Cüneyt, babaaa. Yine orospuyla beraberler…”
Dudaklarını ısırdı şarapçı Hüseyin Usta. Hiddetlendi. Bu zamana dek her ne kadar yerlere yıkılarak eve geldiyse de onuruyla gelmişti.
“ Peki, ders verme zamanı geldi de geçiyor bu ibneye,” diye kükredi.
Not: İsimler hayali olup benzemeler sadece tesadüf olabilir.
- Devam edecek-
YORUMLAR
Mustafa Beye de söylediğim gibi, iki öykünün de aynı tarz insanlar etrafında dönüyor olması ilginç bir tesadüf olmuş.
Maşallah bir gelip pir gelenlerdensiniz ikiniz de. Bu yüzden kalemlerini özlediğimiz iki arkadaşımızı seçkide görmek sevindirici bir durum.
Kutluyorum Ayhan Abi.
Saygılarımla.
yine hayattan ve yine bir Ayhan Sarıkaya klasiği
güzeldi Ayhan ağabey
güne çok yakışmış
bekliyoruz devamını
saygı ve selamlar
ayhansarıkaya
Kızların sınavları ne oldu?
Selamlar.
sevgili yazarım arayı uzatmayın lütfen..
özlüyoruz öyküleriniz..
canı gönülden tebrikler..
ayhansarıkaya
Selamlar.
Merhaba Ayhan'cığım,çok güzel üç konu seçmişsin.Toplumu kemiren,uyuşturucu ve alkol.Yine toplumun ahlak değerleriyle,devamlı çatışma halinde olan genel evler.Üçünçüsü,toplumda dışlanan ve hor görülen insanlar.Toplumun,kanayan bu üç yarasını bir potada buluşturup işlemek erdemli bir iş...Candan kutluyorum.Okuyucunun bir çoğu kendini, konuların bir yerinde bulçaktır..
Girişin çok güzel..İnsanı sürükledikçe,su gibi akıyor.Konuların derinliği düşünüldüğünde bir romandan fazlası çıkaçağına eminim..
Erdemli yüreğini ve cesur kalemini kutluyor,devamını bekliyorum..Selâm ve saygılarımla.
ayhansarıkaya
Selamlar.
Durmuş Çağlayan
Ayhan bey, bu yazı uzun soluklu bir yazı olacak kesin. Giriş güzel, konu seçimin güzel. Hayatın içinden ve okuyanı sürüklüyor.
Hayat, hepimiz için aynı değil, ekmeğmizi değişik işlerden kazanıyoruz. İşte, burada da bir genel ev kadınıyla boyacı ustasının aşkına şahit olacağız. Giriş soluksuz okundu, bakalım gelişmeler nasıl olacak.
Bence, bu yazıyı devam et, güzel ve değişik bir konu.
Tebrikler...
ayhansarıkaya
bu kaleme sınır koymayacaksın.....bırakıp sadece yazılışını izleyeceksin...bak dereler ırmak ırmaklar umman olur....muhteşemdi saygılar
ayhansarıkaya
Selamlar.