- 956 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Meryemi
‘Ey Beytü’l-Makdis!
Sen alemin yarası, hakikatin cehennem dereleri üzerinden köprü olup, insanı salaha ulaştırdığı yerdin. Sana geldi Musa a.s. ve seninle vahyin müşfik kanatlarıyla insanlara rahmete getirdi İsa a.s. Helecan ile biliyorsun ki, sen basamak oldun son peygamberin Allah (c.c) ile buluşmasına.
Zekeriya peygamber ellerini açıp, Allah’a yalvarıyordu: ‘ Rabbim! Vücudum zayıfladı. Kemiklerim iş görmez oldu. Hareket edemez oldum. Saçlarımda ağardı. Bu zamana kadar sana ne zaman dua etsem, hep iyilikle karşılık buldum ve hiçbir zaman zelil duruma düşmedim. Sana karşı açıkça söylemek istiyorum ki Rabbim, korkuyorum ben öldükten sonra başa geçecek olanlardan. Eşimde kısır, ama senden bir oğul istiyorum. O benden sonra bana varis olsun, Yakup soyunu yürütsün. Ondan da razı ol Rabbim!
Yahya a.s. dünyaya gelmişti. Bu bir peygamber içinde, Zekeriya imkansız görülüyordu. Ancak duasında yine de her şeyin sahibi ve de yaratıcısına yönelmesi, imkansız olan bir şeyi dahi olası kılacak olanın var olduğuna inanmasıydı. Rabbin her işinde mutlaka hikmet olduğu için, sual sorulmak yerine bu hikmetlerden ders alınması lazımdı. Zekeriya peygamberde ders alıyordu. Büyük peygamber Hz. Meryem’inde akrabasıydı.
Yahya a.s. dünyaya gelmişti. Ve birkaç ay sonrada, bir başka mucizevi olay gerçekleşecekti. İsa a.s. doğacaktı.
Dünyada doğarken ağlamayan çocuk yoktu. Her çocuk şeytanın dürtmesiyle ağlıyordu. Bir tek o ağlamamıştı: Hz. İsa.
Yüce Rabbimiz Cebrail a.s.’ı Hz. Meryem’in yanına insan kılığında gönderiyordu. Eğer insan kılığında gitmeseydi Cebrail a.s., Hz. Meryem korkabilirdi ve sözü anlamayabilirdi. İnsan kılığında dünyaya inen Cebrail a.s’ı görünce, Hz. Meryem ürkmüştü: ‘Senden çok esirgeyici Allah’a, Rabbime sığınıyorum. Eğer Allah’tan korkan biri isen, bana dokunma’ deyince, Cebrail a.s. Hz. Meryem’e şöyle demişti: ‘ Ben yalnızca sana tertemiz bir çocuk bağışlamam için Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim.’
Hz. Meryem korkmuştu. Düşünüyordu. Nasıl olabilirdi? Nasıl babasız olarak çocuğu olabilirdi ki? Cebrail a.s.’a baktı ve şöyle dedi: ‘ Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir?’
Allah (c.c.) büyük bir sınav hazırlamıştı. Bu sınavı verme konusunda Hazreti Meryem gibi iffetli, günahsız ve yalnızdı. Ailesinden ayrılmıştı ve Mescid’i Aksa’da bir odada tek başına kalıyordu. Arada sırada Zekeriya peygamber yemek getiriyordu ona. Ancak getirdiği yemekleri geri götürmek zorunda kalıyordu. Çünkü Hz. Meryem’in yanına ne zaman gitse, çeşit çeşit yemekler görüyordu. Hazreti Meryem burada vaktini ibadetle, zikirle geçiriyordu. Ta ki Cebrail a.s. yanına geleceği güne kadar, içinde kendini mahvedecek bir korkusu olmamıştı.
Cebrail a.s. bu olacak işin Allah tarafından olacağı için çok kolay olacağını ve bu çocuğun insanlar için Allah’a inanması adına bir delil olacağını söylüyordu.
Var edilen ve var olacak olan… Bu iş ezelden yazılmıştı ve olması gerekiyordu. Kadere inanmayan insanlar için böyle bir şeyi kabullenmek hiç de kolay değildi! Hz. Meryem’de hayatının sınavını veriyordu ve hamile kalmıştı. İnsanlardan uzaklaştı ve yalnız başına çocuğunun olacağı güne kadar yine Rabbine sığındı.
Hz. İsa dünyaya gelecekti. Mevsim kıştı ve soğuktu her yer! Kurumuş bir hurma ağacı eteğinde oturan Hz. Meryem’e doğum sancısı geliyordu. Dayanamayıp, sancının verdiği acıyla hurma ağacına dayandığında:’ Keşke bundan önce ölseydim de, unutulup gitseydim’ dedi.
O anda bir melek, Hz. Meryem’i teselli etmeye ve doğacak çocuğun çok şerefli olacağını söylüyordu. Dayandığı hurma ağacını salladığında, kurumuş dallar birden yeşillenip, Hz. Meryem önüne hurmalarını döküyordu. Hz. Meryem yiyip, içtikten sonra, kavminde de çok meşhur olan sükut orucunu tutup, kavminin arasına geldi.
Kucağında Hz. İsa, kavmi Hz. Meryem’i öyle görünce şaşırmışlardı. Ona kızıp, nasıl bir şey böyle yaptı diye Hz. Meryem’i sorguluyorlardı. Çünkü Hz. Meryem’in ailesi iyilerdendi ve böyle bir olay karşısında kavim tamamen şaşırmıştı.
Hz. Meryem’in konuşmasını istiyorlardı, ancak Hz. Meryem sükut orucu tutmuştu ve işaretle Hz. İsa’yı gösteriyordu. Kavmin ileri gelen büyükleri bu durum karşısında kızmışlardı: ‘ Biz bu çocukla mı konuşacağız?’ demişlerdi. Zekeriya peygamber bu olayı duyar duymaz, toplana ahali yanına gelmişti ve Hz. Meryem’in kucağında bebeği görmüştü. Zekeriya peygamber bebeğe seslenip, şöyle demişti:’ Eğer sen hakikat isen ve konuşman emredildi ise, konuş ve bize hakikati göster.’
Hz. İsa Allah’ın izniyle dile gelmişti ve konuşmuştu: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım o beni ali kıldı ve yaşadığım sürece namazı ve zekatı farz kıldı. Ben anneme saygılıyım ve zorbalardan değilim. Doğduğum ve öldüğüm gün benim için esenliktir. ‘
Kavimdeki insanlar Hz. İsa’yı hak olarak bilmişlerdi. Ancak zamanla yanlışa düşmüşlerdi. Kimi İsa’yı Allah, kimi onu Allah’ın oğlu kimi de Allah’ın resulü olarak bilmişlerdi ve öyle tasdik etmişlerdi.
Hz. İsa yaşarken, kendisine emredildiği dosdoğru yaşadı ve hakikatten hiç uzaklaşmadı. O’na kimi zaman diğer peygamberlerden örnekler sunuldu. Bu kendisine gelen İncil’de de vardı, ancak ondan ziyade bir başka kitabı da, Allah tarafından öğrenmişti. O Kuran’ı da bilmişti Allah’ın izniyle ve biliyordu kendisinden sonra son peygamberin geleceğini.
Kimi zaman tenha bir yere çekilir ve diğer peygamberleri düşünürdü. Hz. İbrahim’i düşünürdü. Hz. İbrahim sıkıntı içinde yaşamıştı. Babası bir türlü kendisine hiçbir fayda vermeyen putlara tapmaktan vazgeçmiyordu. Hz. İbrahim çok üzülüyordu, babasına diyordu ki: ‘Babacığım, nasıl olurda duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda vermeyen şeylere tapıyorsun? Neden? Sana gelmeyen bir ilim bana geldi, gel bana uy ve Allah’a itaat et ki, kurtul! Babacığım! Şu putlar şeytanın eseridir. Sen onlardan sakın, onlara kulluk etme. Şeytan Allah’a asi oldu. Korkuyorum babacığım ki, sana bir azap gelecek şeytana uyduğun için. ‘ Ancak Hazreti İbrahim’in babası kabullenmiyordu. Kendisini putlardan yüz çevirmesini isteyen oğluna karşı kin ve nefretle doluydu. Eğer Allah’a inanmaktan vazgeçmeze, onu taşlayacağını söylüyordu. Kendisine görünmesini istemiyordu ve ‘benden uzak dur’ diyordu. Hz. İbrahim yine de babasına karşı iyi davranmıştı ve ‘Allah’tan sana karşı esenlik dileyeceğim. O bana karşı çok lütufkardır’ demişti. Uzaklaşmıştı oralardan. Ve Rab ona iki esenlik kaynağı vermişti. Biri oğlu İshak peygamber, diğeri ise torunu Yakup peygamber olacaktı.
Kör olmuştu insanlar. Kendisini Allah’ın oğlu olarak görenlere karşı, yine yalnızca Allah’ın sözüyle sesleniyordu insanlara.
Hz. İsa doğumu, Hz. Meryem için asıl sınavın başladığı zaman olmuştu ve fitne-fesat güruhları durmadan yalanla, dedikodu ile ortalığı karıştırıyorlardı. Açık mucizeyi görmelerine rağmen, inanmıyorlardı. Bunalan ve uzaklaşmak isteyen Hz. Meryem, amcasının oğlu Yusuf ile beraber, Mısır’a yolculuk yapmıştı. Oğlunu, Hz. İsa’yı orada büyütmeye karar vermişti.
Böyle bir zamanda, aslında ihtiyar peygamber Hz. Zekeriya için sıkıntılar bitmiş değildi. Oğlu Yahya’nın doğumu onu çok mutlu etmişti ama iftiralardan, dedikodulardan bir türlü ortalık durulmuyordu. Hz. Meryem oğlu İsa a.s. ile Mısır’da yaşarken, bir gün Allah düşmanları, Hz. Zekeriya’yı takip etmeye başlamışlardı. Bu durumu sezen Hz. Zekeriya Allah’a sığınarak yürürken, yeniden başka bir hikmet ve mucizeye şahit olmuştu. Bir ağaç kendisine sesleniyordu ve içine girmesini söylüyordu. Hz. Zekeriya ağacın açılan kovuğuna girdikten sonra, ağaç kapanmıştı. Ancak uzun elbisenin topuğuna yakın bir yerinden dışarıda bir parça kalmıştı. Allah düşmanları Hz. Zekeriya’yı ararken, bu ağacın içinden bir parça kumaşın sallandığını görünce, Zekeriya peygamberin orada olduğuna karar kılıp, ağacı kesmişlerdi. Yüce peygamber, merhametli insan testere ile doğranıp, şehit ediliyordu.
… ‘
Ağlıyordum. Hırpani zaman geğirtili bir egzoz gazı ile bulandırıyordu penceremi. Yağmur yağıyordu ve penceremi açmam gerekiyordu.
Günlerdir Nermin’i görememiştim. Kendimi her an herhangi bir yerde bulabilirdim. Korkuyordum kendimden. Ama bu kitap gerçekten iyi gelmişti. Peygamberlerin hayatını Kuran’ı Kerimden alıntılayıp, çeşitli rivayetlerle birleştirip, anlatan bir kitaptı. Küçüklükten beri biyografik tarzda eserleri sevdiğim için, bu kitabı da elime alır almaz sevmiştim. Hazreti Meryem’i düşündükçe, aklıma kiliselerde gördüğüm resim geliyordu ve bu resim Nermin’e gerçekten çok benziyordu. Üstüne doğru yaşamak, Allah’a şirk koşmamak ile karışınca aklım, yüreğim yelkenleri fora vermişti. Ağlıyordum.
Sonunda yıkabilmiştim ve neredeyse iki haftayı bulan bezginliğim aniden yok olmuş gibiydi. Ama ruhum bu direniş karşısında yine solgundu. Renklerini tam olarak gösteremiyordu yüreğim. Raks eden bulutların artık saf olma ve huşuyla ağlama zamanı geldiği için, ben de ağlıyordum.
Cidden biz ne sıkıntı yaşıyorduk ki? Ya da yaşadığımızı sanıyorduk? Ama Nermin çekiyordu ve ben öyle hissetmekle beraber ona yardım etmek istiyordum. Yüzünü gördüğüm an tüm İsa’lar konuşacak gibiydi. Tüm lâllar ve amâlar buluşacaklardı sevgimde.
Direkler yıkılmalıydı! Devletler artık daha özgür olmalıydı gözlerimle. Yaşlı gözlerimle ısıtıp, eritebilirdim kutupları! Ne olacak, varsın tüm krallar soyunsaydı ya, tüm çıplaklığıyla yalanlar, sahtekarlıklar ortaya çıkardı ve rahatlardık bir nebze belki de!
Yatağın üzerinde Meryem’in elbiseleri duruyordu. Meryem’in; Nermin’in! Aslında o da çocuğunu emzirirken bu kıyafeti giymiş olabilir miydi? Sanki biraz geniş şu elbise, loğusa zamanından kalmış olamaz mı?
Defterimi açtım. Aslında birkaç tane defterim vardı ama defterim diyebileceğim bir defterim vardı sadece. Kimi zaman defterlerimin ilk sayfalarına bu dünya ve ukba arasında var olan dengeden bahseden cümleler yazardım. Bu deftere de şiirler yazıyordum ve arada şiirlerin sağına soluna küçücük harflerle özlü sözlerden ekliyordum.
Kalemi elime aldığımda, yazmak için neden kendimi zorladığımı düşündüm ilk başta. Gerçekten zorluyordum kendimi. Nermin’e, Meryem’ime bir şeyler yazabilirdim. Hiç olmazsa yazabilirdim, evet yazabilirdim.
Şiir yazmak istiyordum ya da güzel birkaç söz. Ama defteri açar açmaz şaşırmıştım. Bunları önceden ben mi yazmıştım diye şaşırmıştım.
Kalemi elimde oynatırken, ucunu dokundurdum ilk önce. Yazmıyordum, boyuyordum boşluğu.
‘Faili olmayan bir keder yüreğimde
Geceye ortanca aranır bu saatlerde
Hep düşeş sesleri denizin karasında
Nereye dönsem, seni ararım yine’
Olmamıştı. Bu sefer kendi edebiyatıma kızıyordum.
‘Bir gün geldi ve edebiyat artık yosmaların göğsünden akamayacak süt kadar imkansız bir hasret oldu ellerde. Ayaza direnen, yad edilmiş bir dayanıklılık sardı kalemleri, tek başına kalmak için uğraşan eserlerin gülümsemesi kaldı bir geriye! Ne varsa kalan geride, onlar geceye soyundu. En güzel ilhamlar hep ayrılıklarda kaldı, ayrılıklar alıp götürdü. Geriye ne kaldıysa, hep ayrılıktan yana kaldı… Hasretten, diz boyu geceleri ölüp, gündüz sürünmekten.’
Makale mi yazıyordum? Öğretim görevlisi gibi bir şey miydim?
‘Ah Nermin, Hazreti Meryem’in sancısı gibidir aşk! Biliyor musun sen de? Belki de aşk ile doğurduğun şu yavrucakları. Sahi babaları kimdi bu yavrucakların? Nermin, ben nereye gitsem ki, kaçıp kurtulsam şu sancıda. Hangi kurumuş asır bize hayat verir yeniden?’
Kağıttan evler misali yanıp yanıp sönüyordu ilhamım.
‘ayrı kitaplarda, aynı cümleleriydik hayatın
yağmurdan söz etmeyeli çok olmuştu
mihnet duyamazdık elbette, modern soytarıydı hayat
hasır sererken pembe hayaller üzerine
‘olabilir’ olmalarında vuslattık
deniz ikindiydi
ayrılık mağrip
kentin yüksek yerlerinde, gecekondular gibi kaçaktık
kaçtık
yüksek elektrik akımı geçen ayrılıklardan
aşa aşa aşkı aştık en sonda
sağanak bir izdi gibi saplandı şarapnelleri
sırtımıza
sırtımızı göremezdik olduk ayrı gayrı
gelseydin, belki çıkartabilirdim sırtımdan
adını bir türlü anımsayamadığım şu lanet şeyi’
Kendimi aşıp, Nermin ile birkaç hayat yaşamışlık hayali kurmuştum. Oysa o benim, günlerdir pencereye çıkmasını beklediğimden dahi haberi yoktu. Böyle sanıyordum. Meryemi yüzünü görebileceğim an hasretiyle, ağlıyordum.
Meryemi Yazısına Yorum Yap
"Meryemi" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.