- 831 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Arap Baharı’ndan bugünlere nasıl geldik?
Merhaba değerli okurlarım.
Size bu hafta Erzurum’dan yazıyorum. Hafta sonu Karadeniz sanatçılarından Tanju Çelik kardeşimin konseri için Erzurum’a gitme fırsatı bulduk ve Karadeniz Kültürünü bir kez daha Erzurum’da yaşattık…
Karadeniz gecesinde bir ahbabımızla siyasi birkaç konuda konuşurken konu ülke ekonomisi ve petrole geldi. Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde eğitim gören ve ideolojik olarak bir çok konuda söyleşiler yapan Jeoloji Mühendisi Sayın Faruk Süne ile ufak bir söyleşi yaptık. Söyleşide Faruk Bey’in düşüncelerini bir yazı dizini şeklinde sizlere aktarmak isterim.
Arap petrol ambargosu
16 Ekim 1973 tarihinde OPEC petrol üretimini düşürüp, Batılı ülkelere özellikle de ABD ve Hollanda’ya petrol taşıyan sevkiyatlara ambargo koyar. Savaş sırasında Hollanda, İsrail’e silah sağlamış ve ülkesindeki havaalanlarından ABD’nin yardım uçuşları yapmasına izin vermiştir. OPEC ayrıca petrol fiyatlarını yükseltmiş ve arz azalmasına rağmen talep sabit kalınca fiyatlar muazzam artmıştır. Üretimin de sınırlanmasıyla petrol fiyatı sınırsızca artmaya başlar. Bretton Woods Antlaşmasının bozulmasıyla dünya finans sistemi zor durumdayken 1980’li yıllara kadar ekonomik durgunluk ve yüksek enflasyon çok sık yaşanacaktır…
Şimdi diyeceksiniz ki biz buralara neden geldik ve bu konular neden bizi ilgilendirir..
Arap petrolleri dünyadaki ekonomiyi her zaman etkilemiş ve bu ülkelerde bulunan petrol yatakları birçok ülkenin gözlerini buraya dikmesine neden olmuştur. Sömürgeci ülkeler bu Araplardan faydalanmak için baştaki yöneticilerine destek sağlamış ve bu durumda ezilen her zaman bölge insanı olmuştur. Sonrasında durum bu günlerde patlak vermiştir.
Kısaca tanımlamak gerekirse Arap baharını 1. Dünya savaşına benzetmek mümkündür orta doğuda yüzlerce yıl baskı içinde ve diktatörlerin yönetimi altında yaşan halkın fitilini ateşlemek için küçük bir kıvılcım lazımdı ve bu kıvılcım ortaya çıkınca domino etkisi yaratarak arap kıtasını yavaş yavaş demokrasi anlayışı sardı başta Tunus, Mısır, Libya ve son olarak Suriye’de patlak veren isyanlar daha çok demokrasi yolundan saparak kaosa dönüşüp gene aynı toplumların daha kötüye gitmesine yol açtı…
Diktatörlerin yıkılmaya başlamasıyla orta doğuya yayılan bu isyanlar, Tunus ve Mısır’ın ardından Libya, Suriye, Yemen, Bahreyn, Ürdün, Fas ve Cezayir’in yanı sıra Irak ve Suudi Arabistan’da da halkı sokaklara dökmüştür. Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan olayların sonucunda, önce Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin-Ali, ardından Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ve Libya lideri Muammer Kaddafi’nin devrilmesiyle diğer Arap ülkelerinde tansiyon daha da yükselmiştir. Bu isyanlar, Arap ülkelerinde halkın artık kaderlerine mahkûm olmalarından ziyade yönetime karşı bir başkaldırışın göstergesidir. Arap ülkelerinde yaşanan olayların arkasındaki nedenlerden en önemlisi, ülkelerindeki yönetim şekli ve adaletsiz gelir dağılımıdır. Ülkelerin gelir kaynakları olan petrol ve yer altı kaynaklarının yönetimi, ülkedeki iktidarın ve yakın çevresinin tekelindedir. Halkın söz hakkının olmadığı bu yönetimler domino etkisiyle birer birer devrilmiştir.
Arap Baharı sonucunda bazı ülkelerde yönetim değişikliği nedeniyle seçimler yapılmış, bazı ülkelerin iktidarları ise, reformlar yapmak zorunda kalmıştır. Tunus’ta Zeynelabidin Bin-Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer El-Kaddafi devrildi ancak ülkeye getirilmesi planlanan barış, demokrasi hayalleri tam olarak yerleşebilmiş değil. Devrimin üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen bugün ne Tunus’ta ne Mısır ne de Libya’da siyasi istikrardan bahsetmek mümkün değildir.
Öncelerde diktatörleri destekleyen büyük sömürgeci devletler orta doğuda yanan ateşin sönmesine bu şekilde izin vermemiş. Fakat çıkar çatışması yüzünden diktatörlere verdikleri destekleri keserek halka destek veriyor görüntüsünde orta doğuda büyük bir ateş yakıp uzaktan izlemekle meşguller…
Arap ülkelerindeki iç karışıklık nedeniyle çıkar çatışmasına dönüşen olaylardan bu şekilde faydalanıyorlar…
Şimdi bunları bir kenara bırakalım ve başka bir konuya değinelim ve orta doğudan gözlerimizi ayırmayalım.
Osmanlı devletinin orta doğuda gücünü yitirmesiyle bölgeye yerleşen sömürgeci devletler (Fransa ve İngiltere ) bu bölgenin denetimini ellerinde tutmak ve ham madde kaynaklarını kullanmak istemişlerdir. Filistin ve civarına İngiltere yerleşmiş ve buradaki yerel halkın topraklarını gasp etmiş ve bölgede kendi egemenliğini ilan etmiştir. Bunun yanında Fransa Cezayir ve Fas gibi ülkeleri kendine sömürge olarak bağlamış bu bölgeye kendisi yerleşmiştir nitekim 1. Ve 2. Dünya savaşları sırasında çok fazla güç kaybeden İngiltere 1948 yılında Filistin’den çekilmiştir.
II. Dünya savaşı sırasında Polonya ve Almanya’da Nazi soykırımından kaçan Yahudiler Filistin topraklarına yerleşmişlerdir. 1948 yılında İngiltere’nin bölgeden çekilmesiyle Filistinli mülteciler geriye topraklarına dönmek istemiş fakat bu seferde bölgede kurulan Yahudi devletiyle sorunlar ortaya çıkmıştır. Nitekim bu sorunlara Arap ülkeleri de karışmış ve orta doğuda yıllarca sürecek bir istikrarsızlık süreci baş göstermiştir. Batılı devletlerin destekleriyle güçlenen İsrail hükümeti bölgede hak idea edip Filistinli kardeşlerimizi halen daha zulüm ve vahşet içerisinde bırakmaktadırlar.
Karar sizin…
Faruk Bey’e bu güzel yorumundan dolayı teşekkür ederim.
Saygılarımla
Hasan GÜÇLÜ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.