BENİM TORPİLLİ BABAM
Ben, babamın torpilli kızı...
En çok beni sever.
Ne dersem olur.
Kral gibiyimdir evde.
Babamın yanında kimse bana yan bakamaz.
Babam beni dizine oturttuğunda onun dizi benim için yüksekçe bir taht oluverir.
Hafta sonu evimize gelen teyzem, büyük bir titizlikle badana hazırlıklarını yaptı ve boyaya başladı.
Çok disiplinli, temiz ve titiz bir kadın; ama lanet olası gelince bize yaşama hakkı vermiyor. İnce bacaklı, zayıf, uzun bir kadın. Temizlik yaparken hep eteklerini toplar beline sokar, saçını kulakları dışarıda kalacak şekilde bağlar o nedenle biz teyzemi hep öyle hatırlarız, ömrü temizlikle geçer. Temizlik için ölebilir. Birde bize çok pismişiz gibi davranması yok mu?
O kadar ahenkle ve zevkle boyuyor ki, dayanamadım.
O, merdivene çıkmış yukarıları boyarken, ben aşağıda yeni boyanmış yerlere parmaklarımla harika şekiller veriyordum.
Ben hayallere dalıp tam eserimi izlemeye koyulmuşken, çığlıklar atarak merdivenden indiğini gördüm.
Anlam veremesem de onun hışımla inişinden doğal olarak kaçmaya başladım.
Biraz geç kalmış olacağım ki, uzun saplı fırçayı bir iki kez sırtımda hissettim. “Ben sana sorarım, kan ter içinde uğraşayım sen gel boz şımarık cadı” dedi.
Ne yaptım ki anlayamamıştım, çığlık atacağına yaptığım şekillere baksa aferin diyecekti. Çok kırılmıştım bu kadar güzel bir eser yap ve hakaret işit anlamak mümkün değildi. Kaçarken babam önüme düştü, dizlerine yapıştım öğle yemeğine gelmişti.
Bir anda cennete düşmüş gibi oldum. İçimden: “şimdi görürsün pis çalı bacaklı temizlik hastası” dedim. Babam: “ne oluyor yahu” dedi.
Babamın gözleri büyümüş teyzem ise çekinmişti, keyfime diyecek yoktu. Ben bir çırpıda olanları anlattım, teyzemde kendini savundu. Babam: “Ne… Sen benim kızıma vuruyor musun? Hemen git buradan, bir daha da gelme” dedi. Teyzemi döver gibi yaptı, anlayamadım ki neydi bu teyzem kovulduğu halde gülüyordu. Ben de babamın kucağından ona ezici bir bakış yollamıştım. Hem gururlu hem de gariptim anlayamadığım bir şeyler dönüyordu.
Evimize yardım ettiği için kendini kral sanmıştı oysaki kral bendim. Artık hem iş yapacak hem de evde ağırlığı olanlara dokunamayacaktı, tabi tekrar gelmek isterse.
Oh olsun ben babamın torpilli kızıydım bunu unutmamalıydı.
Annem çalıştığı için bu lanet olası akrabalar sık sık evimizi istila eder, yardım bahanesi ile bize eziyet ederdiler.
Dayım ve yengem ayrı bir âlemdi.
Sanki şeytan ve melek evlenmiştiler.
Dayım: “Bu divandan ineni gebertirim” derdi.
Evin içinde gezmek bile yasaktı divandan mahallede oynayan arkadaşlarımıza bakardık, bazen işaretleşirdik.
Cama manyak dayım geldi yazmıştım beni yakalamıştı ve gülerek dövmüştü.
Yengem yapma diye dayıma yalvarırdı, ona kızardı; ama o dinlemezdi. Hiç çocukları olmamıştı kendi aramızdaki konuşmalarımızda Allah işini biliyor diye karar vermiştik. Hazır ol, rahat deyip aniden attığı tokatları babama söylemiştim ama babam her seferinde ben ona sorarım der çok kızmış gibi davranır dışarıda sorduğunu ve kavga ettiklerini söylerdi. Nedense bir kere benim yanımda onu dövmedi hep dışarıda halletti. Anneme dayımın yaptıklarını anlatınca annem kızar sonrada gülerdi, garip bir aile. Artık canıma tak etmiş hesap sormasını istemiştim babamdan. Babam ona kızdı bağırdı çağırdı ama ikisi de gülüyordular.
Bu büyükleri anlamak gerçekten çok zordu.
Babam: “hadi yatın sabah erkenden yayla ya gideceğiz” dedi. Bütün kızgınlığımı unutup hayallere dalmıştım. Yayla da ne? Nasıl bir yer olabilirdi diye düşünürken uykuya daldım. Sabah olunca bir minibüse doluştuk yayla için bize özel tutulmuştu. Saatlerce gittik ve kocaman bir tepenin altında işte burası bu yokuş çıkılacak dediler.
Ben ağlamaya başladım çıkamayacağımı söyledim. Babam beni omuzlarına oturttu bu müthiş manzarayı izleyerek çıktım.
Ara sıra arkama bakıp kıpkırmızı insanları görünce halime şükrediyordum.
Ben babamın torpilli kızı, hayat çok güzeldi.
Babam çok güçlüydü. Atik bir adamdı. Diğer insanlar çok yorulmuştu o beni taşıdığı halde iyiydi. Bir pınar görünce durup biraz mola veriyorduk. Kocaman elleri ile bana su içiriyordu. Hazırladığı ekmek arası peynir ve domatesi bana veriyordu, karpuzun en güzel yeri benimdi.
Ben babamın torpilli kızı, hayat pek güzeldi.
Babam siyaset ile çok ilgilenir olayları iyi bilirdi, herkes ona sorardı. Genelde o konuşur herkes dinlerdi.
Yayla evlerini görünce şaşırmıştım. “Taşları üst üste koymuş ev yapmıştılar. Ya başımıza dökülürse gece” dedim. Ablam: “şımarık yine başladı” dedi. Babam ona kızdı ve bana güzelce yapılışını anlattı ne kadar sağlam olduğuna ikna etti. “Ya gece hayvanlar gelirse” dedim. “Ben varken kimse sana bir şey yapamaz” dedi. Babam çok güçlüydü. Doğru, ayı falan gelse iki tane vurur öldürürdü, öldürmese de merhametinden olurdu herhalde benimki de laf işte.
Ben babamın torpilli kızı, hayat o zamanlar güzeldi.
Babam: “Yarın sabah sizi bir yere götüreceğim” dedi. Çok sevindik ama neresi olduğunu anlatmadı sürprizmiş, bizde hayallere dalarak uyuduk. Sabah olunca kahvaltı yapıp yola koyulduk. Bir saatlik bir yürüyüşten sonra tepeyi döner dönmez Tanrının bizim için kırlara serpiştirdiği, yeşillikler arasında simsiyah boncuk gibi duran leziz meyvelere ulaşmıştık. Tek tek toplayıp yenilen bu meyvenin adı merahauk imiş. Bir müddet sonra babam kocaman avuçları merahauk dolu geldi “al kızım ye” dedi.
Herkes koştu onlara da verdik. Ağzımız, ellerimiz simsiyah olmuş çıkmıyordu. Babam : “olsun yayladan geldiğiniz belli olmalı” dedi. Bu fikir hoşumuza gidince bilerek kendimizi boyamaya başlamıştık. Ben babamın torpilli kızı orda da havam yerindeydi babam bütün gün bana meyve topladı, sırtında taşıdı.
Hasta olduğumda “Dile benden ne dilersen” derdi babam.
Ben hasta olduğum için canım hiçbir şey istemezdi.
Küçük kardeşim sürekli kulağıma fısıldardı “muz iste muz” derdi.
İstekleri bitmezdi her şey isterdi söylemem için beni zorlardı. Bir gün o kadar abarttı ki, kamyon iste dedi. Aramızda küçük bir diyalog geçti, tartışacak halim yoktu sadece “salak mısın ben kamyonu ne yapacağım, hemen anlar” diyebildim. Bütün gün etrafımda dolaşır, bana gelenleri yer içerdi.
Yıllar geçti, şimdi annem ile tartışıyoruz. “Hayır, anne babam çok büyüktü, kocaman elleri vardı, hiç yorulmazdı çok atik bir adamdı, yıkana yıkana çekmedi ya” diyorum.
Annem: “Hayır kızım o hep minyon küçük bir adamdı” diyor.
Kulağı da duymuyor o nedenle insanlar konuşurken gülerek bakıyor, istese de konuya katılamıyor.
Onu bakkaldan gelirken gördüm bir sağa bir sola yatıyor.
Kulağındaki problemden dolayı başı dönüyormuş.
Tam içimden “Annemde ne zalim kadın erkek diye hasta adamı bakkala yollamış, kaç yaşında insan” diye kızarken bana yaklaştı ekmekleri almak istedim, elindeki poşetleri falan.
Asla izin vermeyince anneme haksızlık ettiğimi, onun istediğini anladım.
İnsanlar yaşlanınca çocuğa dönüyor.
Şimdi, o benim torpilli babam.
Tarih tekerrürden ibarettir.
Bir zamanlar benim gözümde dev olan babam meğer minicik bir adammış.
YORUMLAR
Hep annelerin kıymeti bilinmeli denir. Babalar olmasaydı anneler olur muydu be kardeşim. Her kadını anne yapan bir baba vardır. Babalara gereken değeri vermiyoruz. Adam dışarda çalışıyor, didiniyor, ekmek parası kazanıyor; eve dönünce kendisini güler yüzle, temiz kıyafetlerle karşılayan bir kadın bulamıyor. Böyle kadınları sabun fabrikasına gönderip sabun yapacaksın. Babalarından su getirmesini isteyen kazma çocuklar da cabası.
Güzel bir yazı okudum. Tebrik ediyorum.
Bir baba ile kızı arasındaki sevgi ve ilgi ne kadar güzel anlatılmış.
Kız çocuklarını neden çok sever babalar?
Ya da asıl şöyle mi sormalıyım "Kız çocukları babalarını neden çok sever?"
Ben bunu anlamak için çocuk giysileri satan bir mağazaya girin derim. Bakın erkek çocukların giysilerine . size "Faşizm" i anımsatacak.
Ya kız çocukların elbiseleri ; " Demokrasi" aklınıza gelecek.
Bir kızım olsaydı bilirdim...
Kız çocuğu sevgisini...
Ben eminim çok severdim.
En az oğullarım kadar.
Selam ile.