- 590 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
bir gün daha esmerleşiyor gönül tuvalimde...
Bir gün daha esmerleşiyor gönül tuvalimde. Üstelik zamana hükmedecek ne boya var, ne de fırça ellerimde...
Bütün yaşanmışllık hudutları; küçük ve başıboş suların ürkek ve titrek kabarmalarında minik taşları aşma debisinden ibaretti.. Nefesimin ciğerlerime yüklüğü bundandı. Ve bundandı yoksunluk zamanlarımda mideme inen kramplar ve bileklerimi çevreleyen prangaların esareti...
Firari uykularım arsızca bölünüyorken, mülteci bir el omuzlarımı morartırcasına abanıyor etime. Kollarımın dermansızlığı teslimiyet sınırlarını zorlarken, yediğim deniz dibi vurgunlar bir tükeniş çığlığı gibi birikiyor avuçlarıma Kabullenilmiş mağlubiyetimin mahçubiyetiyle gözlerimi aralayıp uyanıyorum yeni güne...
ne kulaçlarımda derman,
ne çekebileceğim bir kürek...
boğuluyorum!
ey sevgili tut beni,
tut ellerimden
tut ve çek…
Seçim yapmaya zorlandığım seçenekler kısırlığında ” A” ya da ” HİÇBİRİ” nin birbirine bu kadar benzeştiği tek renkli coğrafyada bulanırdı birbirlerine renkler... "Erk"ti baskın belirleyiciliğin asimile adı. Ötekilerin değil, ötedekilerin iklimini yeşertememenin çaresizliği yanaklarımı ateşlerken, gözlerim tarih kitaplarının yazamadığı cebelleşmelerden artık kimsesizlikleri utangaçlıkla seyrederdi koca bir döngüyü. Kalabalıkta yalnızsızlaşan içimdeki metanet, kör kuyularda boğardı kendini. Düşerdi kumdan kaleler bir bir. Ve... uzadıkça uzardı itilmişlik duygusu.
Ne kadar güçsüz ve edilgen olduğumuz yuvalanırdı beyninin en dirençli hücrelerine. Kemiriliyordum diş diş. Vuruyordu usumu ısırgan otları gibi kuşatan o bıçak ağzı öğreti ve mutlaktı onca çelişki…
Hala olmazlarımız olanca kudurmuşluğuyla azar
ve hala kesiklerimiz içimize sızar.
Yaşam bazen meydan okumaktır gökyüzüne. Bazen akmaktır ırmaklara hesapsızca... Ama ıslanmıyor muyduk bir bardak suda? Yüreğimizi körük körük vuran o irin sellerine set çekebildik mi usumuzda...
Sahi kaç şiddetinde bir üflemede titrerdi gönül telimiz?
Kaç yaşındaydı çığlık ve ağıtlarla bölünen o kan uykular ve tespih taşı gibi yanaklarımızı vuran göz yaşlarımız...
Dağ dağ büyüttüğümüz sevdaların kaç tanesinin ne hali varsa görsündü...
Kaçında alevlenir çocuksu küskünlüğümüz? Ve... salıyorken kendimizi en olmazından boşluğa, bir çöpe tutunmuşluğumuz, bu toz zerresi savrulmuşluğumuz hangi rüzgarlara emanetti?
Kaç vurguna oksijendi soluduğumuz metan gazı çöplükler...
Kaç rotatifte döngüdür bizli yalnızlıklar...
Kaç dişli de turnusoldu al kanımız ve kaçında yenilirdik bir saksağanla yarıştıramayacağımız yaşanmışlıklarımıza...
Daha ne kadar sarsacak bu arbedeler... Bu aptal cenneti deryasında kaç dalgaya daha analık eder bu kısır ve kabız geceler. Bire on, bire bin veren topraklar bizi kaçında taşır koynuna. Sahi zamansız sevmelerimiz kaç yaşında…
hasan polat
bozyazı/mersin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.