- 1976 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Köylü Kızı
Çapkındı, çok çapkındı…
Çapkın sözcüğü o’nu anlatmaya az bile kalıyordu, adam sapıklığın eşiğindeydi.
Uludağ/ Sarıalan’da yeni kurulan et mangal gazinosunda garson olarak çalışmaya başladığından kısa bir sure sonra foyası ortaya çıkmıştı, patron bir iki kez uyarmış, işten atmakla tehdit etmiş, nihayetinde sözden anlamayacağına kesin kanaat getirince de kapının önüne koyuvermişti
Aslında belki de daha ilk geldiği gün işten atılmayı hak etmişti.
Gelen müşterilerden 7’den 70’e yaşı kaç olursa olsun, gözünü dikiyor, sanki karşısındaki hatun kişiyi gözleriyle soyuyordu, cinsel ilişkiye giriyormuşcasına keyifleniyordu.
Böyle birini hangi işveren yanında çalıştırırdı ki?
Pek çoğu Bursa dışından gelen yolculardan oluşan müşteriler Uludağ’ın kekik kokulu etini yemeği düşünürken, karşılarına dikilen garsonun aç gözlü bakışlarına kim tahammül edebilirdi?
Bir ikisi görmezden gelse bile nihayetinde biri durumu fark edecekti, haklı olarak arıza çıkaracaktı, muhtemelen de ortalığı karıştıracaktı.
Yanındaki bayan; ister eşi, ister kızı, isterse kız arkadaşı olsun, hangi Türk erkeği yanındaki kadına dik dik bakılmasından rahatsızlık hissetmezdi?
Ekmeğinin peşinde koşması gereken bir çalışan orada asli vazifesini yapacağına, mekana gelen kadın müşterilere salça olursa elbette ki o’na verilecek ceza belliydi.
Bu ceza da işe son tepliğini vermeden once sapık çalışanı arka depoya çağırıp, 90-100 kiloluk iki kişinin sapığın ifadesini almasıydı.
Bu ifadenin de dozajı vardı elbet…
Sözlü uyarılardan desr almayan hele birmasum ayağına yatarak de diklenmeye kalkanlar kalın meşe odunundan imal edilmiş özel sopayla tanışması kaçınılmaz olurdu.
Abidin adlı çalışan daha içeri girer girmez durumu fark edince başına geleceğini anladığından kendisine çekilen sinkaflı söylemi başını eğerek dinlemiş,bir kre olsun itiraza yeltenmemişti.
Bu saatten sonra itiraz etmesi neyi değiştirebilirdi ki?
Ahklaksızlık yaptığını da, adi bir yaratık olduğunu da, bunun cezasının ne olduğunu da çok iyi biliyordu.
Abidin o gün çok sağlam bir dayak yemeden oradan ayrıldıysa, bunun tek nedeni kendisine yöneltilen suçlamalara hiç itiraz etmeyip kendini kurtarabilmek için yaltaklanması, Türkçesi köpekleşmesiydi.
Adam geçinip de sıkıyı görünce köpeklenmekten başka bir çaresi kalmayan bir insan müsvettesi de her türlü hakareti peşinen kabul ettiğinden, iş sopaya ihtiyaç duymadan halledilmiş, Abidin’in o dakikada işine son verilmiş, ilk teleferikle Bursa’ya gitmesi tavsiye edilmişti.
Eğer söz dinlemeyip buralarda eğlenirse bu defa ormanın içine çekilip hesap sorulacağı da kendisine hatırlatınca da Abidin içinde şahsi eşyalarının olduğu spor çantayı kaptığı gibi bir kez bile geriye bakmadan koşar adım Teleferik istasyonuna girmiş, ilk teleferikle Bursa’ya kaçmıştı.
Bir zaman sonra Abidin Bursa- Kestel arasında Ankara asfaltının alt kenarında faaliyet gösteren bir kır lokantasında işbaşı yapmıştı.
Uludağ’da aldığı ders galiba biraz işe yaramıştı, Abidin gelen bayan müşterilere baksa bile dikkati çekmemeyi öğrenmişti.
Bu kır lokantası çalışanları sigara vs.ihtiyaçlarını tesise 2 km. uzaklıktaki köyden karşılıyorlardı. Abidin; bisikletle köye gidiş gelişlerinden birinde köyün tesis tarafındaki en dış evlerden birisinin önünde genç bir kız görmüştü.
Buradan her geçişinde gözünü köylü kızından ayıramıyor, ne yapsam da bu kızla konuşabilsem diye plan üstüne plan yapıyordu.
En sonunda kızla konuşablmek için ne yapması gerektiğini bulmuştu, planını bir an once hayata geçirebilmek için sabırsızlanıyordu.
O gün de her zamanki gibi bisiklete atlamış, köye gitmiş, köy bakkalında alacağını almış, köy meydanındaki asırlık çınar ağaçlarının dalları altındaki kahvede iki çay içmiş, geri dönüyordu.
Gözü kızın evine odaklanmıştı.
Kızın evin önünde olduğunu görünce, sanki kaza geçirmiş gibi bisikletini yolda devirmiş, boylu boyunca yola uzanıvermişti.
Gözünün önünde bir insanın kaza geçirmesine yüreği dayanamayan genç kız birden fırlamış, yolda boylu boyunca yatan kazazadenin yardımına koşmuştu.
Abidin’in gözüne kestirdiği köylü güzeliyle ilk konuşması, ilk teması o istenmeyen kaza nedeniyle gerçekleşmişti.
Abidin puşlavatı boylu poslu, yakışıklı olmasının yanı sıra ağzı çok iyi laf yapabilen biriydi.
Kadın kısmından birisini etkilemek için edebiyat parçalamayı,konuşmasının arasına duygusal, aşk kokulu mısraları yerleştrmekte çok ustaydı.
Kendisine yardıma koşan köuylü kızına da teşekkür üstüne teşekkür ederken gözlerini kızın gözlerinin içine dikmiş, en saf ve en masum bir ses tonuyla yardımına müteşekkir olduğunu,böyle güzel bir varlığın elleriyle bakım göreceğini bise çok önceden kendini yola atabileceğini söyleyince, once mesafeli duran köylü kızının da içi kıpır kıpır etmeye başlamıştı.
Köylü kızı pek çarpıcı bir güzelliğe sahip olmasa da yüzüne bakılmayacak gibi de değildi.
Hatta giyimine, kuşamına biraz dikkat etse eni konu güzel de sayılabilirdi.
Yaşı 22 di.
Bursa civarındaki köylerde bir kız 18-20’yi geçmişse evde kalmış sayıldığından, 21 yaşındaki bu köylü kızı da karşısına çıkan bu delikanlının kismeti olabileceğini düşünmüştü,kısa bir tereddütün ardından delikanlıyla gizlice flört etmeye başlamıştı.
Muhabbetin ileri aşamasında Abidin, seni daha yakından tanımazsam aklımı toparlayamam, aklım, fikrim sende kalıyor, işime odaklanamıyorum, güzelliğinden mecnuna döndüm, elim ayağım iş yapmaz oldu.
Bu gidişle kovulursam hiç şaşırma deyince kız insafa gelerek bir gece sevdiği adamı eve aldı.
Alış o alış…
Her gece değilse bile 2-3 gecede bir Alaattin işyeri kapanınca soluğu kızın yanında alıyordu.
Önceleri karşılıklı konuşma, sonra yavaş yavaş el peşrevine dönüşünce ataşle barutun yanyana gelince ne olacağı bilindiği gibi olmuştu, minik minik öpüşmyle başlayan tensel temas, aşama kaydetmiş,bir anda samanlıkta kendilerini birbirlerine sarılı olarak güreşirken bulmuşlardı.
Benim ol, seni en kısa zamanda isteteceğim, Bursa’daki evimin hanımı olacaksın.
Köy hayatından kurtulacaksın.
İnek sağmak, tavuk yemlemekle uğraşmayacaksın.
Seni sinemaya, tiyatroya, konserlere götüreceğim.
Bursa’nın hanımları hangi şartta yaşıyorsa seni de o şartlarda yaşatacağım diye vaat üzerine vaat duyan kız en sonunda yelkenleri, daha doğrusu ayağındaki şalvarı da şalvarın içindeki pazen donuna fırlatıp çıkarmış, samanlıkta kendini, kendinin en kıymetli varlığını, bekaretini sevdiği. adama hediye etmişti.
İki gönül bir olunca samanlık seyran olur sözü boşuna söylenmemiş gibiydi.
O samanlığın ağzı dili olsaydı da yaşanan ateşli aşk dolu geceleri anlatabilseydi.
Sen benim karım olacaksın sözüyle başlayan oynaşma; kızın her defasında alta yatmasıyla, altta yatarken de erkeğin üzerine abanıp vucudunun derinliklerine girerek dalgaların sahile vurduğu gibi üzerinde gidip gelmesinin ardından bütün bedeni pelteye dönüşüyordu.
Madem çok yakında eve dünür yollayacaktı, en kısa zamanda karısı olacaktı,birlikteliklerinden bir sakınca çıkmayacağı konusunda defalarca söz verilince kız kendini sevdiğine teslim etmekte bir sakınca görmemişti.
Daha dune kadar öpüşmesini bile bilmeyen köylü kızı, sevdiği erkeğin koları arasında aldığı onca dersten sonra hem kendi zevk alan hem de karşısındakine çılgınca zevk veren bir seks makinesine dönüşmüştü.
Haftalar, aylar boyu gece kaçamakları devam etti. Komşular bir şeyler döndüğünden işgillenmişler, dedikodular ayyuka çıkmıştı.
Ama köylü kızı söylenen sözlere zerrece aldırmıyordu.
Milletin ağzı torba değildi ki büzebilsin, konıuşur, konuşur, bıkarlardı.
Hem sonra o’nlara da ne oluyordu ki?
O, eve gece misafir alıyorsa, aldığı erkek, çok yakında resmi nikahlı kocası olacaktı.
İşte o gün ilk fırsatta yetiştiği köye gelecek, aslan gibi kocasının koluna girecek, köy meydanında salına salına yürüyecekti.
Bakalım dedikodu kumkumaları o zaman ne halt edecekti?
Gösterecekti ilişkisini çekemeyen fesat insanlara.
Aaahh aaahhh, bir de sevdiği adam yoğun işlerden fırsat bulabilseydi de işi bir önce resmiyete dökebilseydiler ne iyi olacaktı.
Bu gece geldiğinde sevdiğini bir kez daha sıkıştıracak, söylentilerin kendisini çok üzdüğünü, bir an once evlenmeleri gerektiğini kim bilir kaçıncı defa dillendirecekti.
Tabii ki aşkım diyecekti genç adam sevdiğini koları arasına alınca.
Ama biliyorsun, bu aralar çok yoğunum.
Hem annem de kalp krizi geçirdi, şu an Devlet hastanesinde tedavi altında.
Sağlığına kavuşur kavuşmaz anamı da alacağım, evine gündüz vakti geleceğim, ne olur bana inan, bir kaç gün daha zaman tanı diyeceği dünden belliydi.
Zaman, zaman, zaman.
Köylü kızı elbette zaman tanırdı ama köylü kısmı kızı aşkını çekemediğinden türlü türlü sözler çıkarır olmuşlardı.
Artık utancından köyün içinden bile geçemiyordu.
Ne zaman köy meydanından geçmeye kalksa, bakışlar bir anda üzerine kilitleniyor, imalı gülüşler yüzlerden eksik olmuyordu.
Köylü güzeli evleneceği günün hayaliyle yaşrken bir gün komşularından bir kadının söylediklerini işitince beyninden vurulmuşa döndü.
Kızım, kızım… A benim akılsız kızım
Senin gece eve aldığın adam evil barklı biriymiş,üstelik de iki çocuğu varmış.
Sen hangi akılsız başınla evil bir adamla fingirdiyorsun? Deyince can evinden vurulur gibi olmuştu.
Komşu kadının söyledikleri gerçek olamazdı.
Mutlaka kuyruklu yalandı.
Aşkını çekememişler, şimdi de sevdiği adama çamur atıyorlar, sevenleri birbirinden ayırmaya çalışıyorlardı.
Köylü kızı kendisini uyaran komşu kadının söylediklerine inanmamıştı inanmasına ya, içine de bir kurt düşmemiş değildi.
En kısa zamanda sevdiğine evli olup olmadığını soracak, yalancıların yalanını ortaya çıkaracaktı.
İlk fırsatta sordu, aklını, fikrini kemiren soruyu.
Sevdiği erkek ağzını açtığında ne alakası var, sana yalan söylemişler diyeceğini sanırken karşısındaki pişmiş kelle gibi sırıtmış, evet bunlar doğru ama ben karımdan ayrılacağım, seni alacağım deyince köylü kızın başına balyozla vurulmuşcasına sarsılmış, ayakta duramaz hale gelmişti. Doğru olamazdı kulaklarıyla duydukları.
Sevdiği adam şaka yapıyor olmalıydı.
Ama arlanmaz adamın suratında şaka yapan birinin bakışları yoktu, o bakışlarda; daha çok; ’’ben seni nasıl aldattım’’diye soran bakışlar vardı.
Durdu, düşündü kız bir anlığına.
’’Bekle beni, geliyorum’’ dedi erkeğe.
İçeri gireceğim, bir eşya alacağım,hemen geliyorum.
Dediğini yaptı köylü kızı.
İçeri girip çıkması göz açıp kapayıncaya kadar ancak sürmüştü.
Samanliğa geldiğinde köylü kızınn elinde bir çifte vardı.
Ateşlendiğinde, çiftenin ölüm saçan iki namlusuna korku dolu gözlerle baktı ahlak düşkünü adam.
Başına ne geleceğini anlamıştı.Köylü kızı çiftenin namlusunu karşısında korkudan titremeye başlayan adamın kasıklarına nişanladı, tetiği çekti.
Loş samanlık bir anlığına şimşek çakar gibi aydınlanmıştı, arrdından bir gök gürültüsü duyulmuştu.
Genç kızın çifteyi ateşlediği yer, kendisini kandırarak kızlığını kaybettiren erkeklik organının olduğu bölgeydi.
Namludan çıkan iri saçmalar adamın kasık bölgesini tamamen parçalamıştı, çıkıntının olduğu yerde şimdi oluk oluk kan akan koca bir delik vardı.
Bir fişekle yetinmedi köylü kızı.
Namluyu, asırlar gibi uzun bir geçmişte kaldığını sandığı aşk fısıldayan ağzına soktu, tetiğe bir kez daha hırsla asıldı.
Namlunun ağzından çıkan ikinci ateş adamın kafasının yarıya yakınını koparmıştı, adam şimdi yerde cansız yatıyordu.
Köylü kızı, kendisini evlenme vaadiyle kirleten namussuza dersine vermiş, cezayı kesmişti.
O, bir şerefsizin yüzünden elini kana bulamıştı ama ırz düşmanı da bir bundan böyle başkasının ırzına, namusuna göz dikemeyecekti.
Bu düşünce de içini biraz daha serinletti,elindeki çifteyi fırlatıp attı, gitti, sokak kapısını açtı, kapı eşiğine oturup jandarmanın gelmesini beklemeye başladı…
YORUMLAR
eeeee her kuşun eti yenmez....kalem kadife uçlu adeta buzda dans ediyor çok güzeldi saygılar sevgiler
Ümit İpekçeker
Ümit İpekçeker
İşn enteresan yönü, ''Sapığın'' adı hariç, bu olayın tamamı ile gerçek olduğudur.Ana hatlarını bildiğim gerçeklere hayal gücümü kuulanarak ayrıntı yazdım, ortaya bu öykü çıktı.İlginize teşekkürler.