- 2819 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yasemin Kokusu
Sevgili Dost;
Ne yapsam olmuyor sanki bu günlerde. Neden böyle aklım karışık ve dolaşık anlayabilmiş değilim. En çok da sana kızıyorum, beni yok sayan tavrına. Sahi neden bu görmezden gelişin. Ben yok muyum? Nar geliyor aklıma. Ateş kırmızı çiçekler açan kırılgan dalları arasında bir meyvede binlerce tanecik saklayan nar ağacı. Bu yüzden yok derken kastının çok olduğunu düşünüyorum çocukça. Biz seninle aynı mekânın delisiydik. Masalsı bir anlatının içinde gezinen gizemli, deli dolu kahraman gibi doru atınla varlığımı hissetmeden, görmezden gelip beni ve hayallerimi geçip gidiyorsun. Tüm genç kızların hayran olduğu ağır ağa/bey tavırlarıyla, kararlı adımların yankılanıyor sokakta. Kara bulutların sağanak sağanak yağmurlar yağdırdığı yalnız gecelerde, resmini buğulanan camlara çizdiğin peri kızıyım. Silinmesin diye soğuk camdaki buğusu, nefesinle ısıttığın. Kendinden sakına, saklaya kolladığın adını koyamadığın kız. Hayalle gerçek arasında sıkışmış, buğularla uçup gitmiş silik bir resim gibiyim. Bir vakit resmimi çizmişken cama artık düşünmediğin, düşlemediğin için sisler arkasında unuttuğun gerçeğim. Gerçek dediğin neydi sahi. Hangimiz daha gerçeğiz bu hayatta. Gerçek olan tek şey duygularımız desem, hayatın gerçeklerini küçümsediğimi sanarak kızardın biliyorum. İki yüreğin gerçeküstü bir azimle birlikte yürüyor olmasının sebebi aynı hayallerin ellerimizden bir an tutmuş olmasıdır belki. İkimizde biliyoruz ki yüreklerimizin umuda koşan, coşkun çığlığının önünü kesiyor gerçekler. Gerçeklerimiz aynı ama gerekçelerimiz farklı çoğu zaman. Yine kızacaksın biliyorum, ben fıtratın getirisidir bunlar desem. Beni değil fıtratımı sevmiyorsun sen. Biliyorum her savunmam "ama ben kadınım" demek olmamalıydı. Ne çare ki dost ben bir kadınım. Yine de gerçeğin varlığını bilerek yürüyoruz doğruya el ele. "Doğru dur" diyorsun ara sıra uyararak, fıtratımın eğri yanlarını bilerek. Doğrulurken ben, sabretmeyi öğreniyorum senden. Arada bir ellerimiz terliyor kaçıyoruz. Kaçışlarımız elbette ki doğrudan değil ya da gerçeklerden. Belki de elimizi terleten, yüreğimizin sıcaklığının hissedilmesi korkusudur. Ki biz; yanıyorken "yandım" demeyecek kadar cesur çocuklarıyız sevdanın. Belki de çocukça bir cehaletle, cesaretin altına saklamaya çabaladığımız şey sevdaya dair kırılganlıklarımız.
Sen yokluğuma inat ettikçe, çoğalıyorum ben. Çoğaltıyorum seni içimde, sana inat. Ben sevdanın güleç yüzlü çocuğu gibi duruyorum karşında, bülbül diliyle şakıyorum. Azimle karşında küsmeden duruyor, küstürmemeye çabalıyorum seni. Zaman zaman seni küstürme olasılığını düşününce aklım başıma geliyor. Sen ki söylevlerinin içinde her zaman kimseyi umursamayan, kimsenin incitemediği bir çocuk olduğundan dem vuruyorsun. Zaman zaman farkına varıp gerçeği, kabul ediyorum. Belki de ben kendimi korumak adına, umursamaz duvar duruşun karşısında ezilmemek adına, asıl ben küsüp gitmekten korkuyorum. Her şeyi kabul edebiliyorum da, anlayamıyorum bir türlü hayata katılmayan tavrını. Seni bana katmayışına edilecek sitemler yok dilimde, hiç olmadı. Ne yaparsam yapayım, ne yazarsam yazayım bir türlü gönlüme kabul ettiremiyorum duruşunu. Hayatın akışına katılmayışın beni çaresiz kılıyor. Sana isyanım en çok bu noktada başlıyor. Bunu kendine yapmaya hakkı yok diyorum. Ben, onu çok seviyorken demiyorum, diyemiyorum… Bu kadar güzel ve özelken ve açsan kollarını hayat akıntısından sana güzellikler bahşedecekken, tüm bu güzellikleri kaçırıyorsun diye gamlanıyorum. Sevgiye dair bana yaşattıklarından ötürü, pişman olmayacağımı biliyorum. Yolun sonunda kaçırdıklarını geç de olsa fark edeceksin. Belki pişman olacaksın. Ama hak ettiğin gibi yaşayamadığını görmek en çok beni üzecek, biliyorum.
Gitmek, kelimesi düşünce aklıma korkmuyorum. Gitsem bile; hatıralar yumağına, sevgiyle paylaşılmış binlerce an’ı, binlerce sözcüğü, kâh bir sevinçle, kâh bir hüzünle ama en çok da çocuksu bir sevinçle saracağım baştanbaşa. Bu yumağı istediğim zaman defalarca sarıp, çözeceğimi biliyorum. Nedense tek kaygım sen oluyorsun; gidersem, senin yalnız kalacağını sanıyorum. Gidersem senin çok üzüleceğini düşünüyorum. Onca güçlü duran, ayakları yere basan, bir dağ duruşu sergileyen zaman zaman huysuz aksi çekilmez yanları olan sen, karşımda umursamaz tavırlar takındığında ezilen ben olduğum halde, senin yalnız kalacağın kaygısını taşıyorum. Hayır diyorum içimden ben yalnız kalabilirim ama o yalnız kalmamalı. Saçma geliyor bu düşünceler bazen. Ne yani diyorum o şimdi yalnızlıktan mı korkuyor? Oysaki evet sen; pek çok söylevinde korkmadığını söylemiştin yalnızlıktan. Hatta bilakis en sevdiğin şey yalnızlık. Anlamıyorum; seni çok sevdiğin yalnızlıkla baş başa bırakmak beni neden böyle üzüyor. Benim yalnız kalacağım ihtimalini düşünemeyişim tek sebebi, seni istediğim yere alıp götüreceğimi bilmenin eminliğinden. Senden habersiz, yokluğunda seni alıp içimde yolculuklara çıkıyorum. Bu yüzden korkutmuyor beni; ne uzakta oluşun, ne umursamazlığın, ne de suskunluğun. İçimde bir kız çocuğu sürekli seninle konuşurken senin gidebilme olasılığını düşünmüyor. İnsan bir yürekten kovulabilir mi? Zaman zaman bunu istedim senden. Ben seni yüreğimden kovmaya razı değilim ama sen güçlü adam, güçlülerin dünyasındasın, kov beni yüreğinden diye direttim çocukça. Oysaki kelimelerin gücüne inanan küçük kıza inat suskuya sakladın sabrını, sustun. İçimdeki çok geveze kız pek çok kez suçladı senin bu suskuya sakladığın sabrı. Sakladığın şey sabır değil diye haykırdı içinden, "sevgindir". Cüssesinden beklenmeyen sıkı yumruklarla öyle çok yumrukladı ki duvarlarını. "Sevme beni" diye. Ne zaman hissetse susarak sakladığın gerçeğin ateşini, yandı elleri, kaçtı elinden. O kız. Evet, o küçük kızda biliyordu aynı oyunu oynadığını.
Nasıl da eminsin içimde saklanan, kocamanlaştırdığım senden. Karşında kollarını iki yana açmış bir kız çocuğu gibiyim, seni kocaman seviyorum diyen. Saklamadan, sakınmadan, korkusuzca açıyorum iki yana kollarımı çocukça. Bil istiyorum bende ki seni. Saklasan da, kendine yasaklasan da varım içinde. Keşke saklayabilsen... Keşke o mükemmeliyetçi ruhun içindeki varlığımın anlamını düşürsem. Manasını, hiçliğe eriştirsem, yok edebilsem. Şimdi sen terasta elinde bir roman, yüzünde bir tebessüm kitap okurken; bir elin çay fincanında ve kulağın radyoda eşlik ederken tüm o şarkılara, düşüncelerinin içinde ben hiç var olmasam keşke. "aşk her şeye değer" diyen bir şarkı çaldığında irkilmesen. Silinse aklından yağmura şükürlerim ve hatta şiirlerim. Hiç yaşlanma istiyorum, sakın yaşlanma. Neden bilmiyorum, benim değil de senin yaşlanma ihtimalin en çok beni korkutuyor. Çocuklar hiç yaşlanmamalı. Ne zaman elin bastona değse hatırlayacaksın, sözlerimi. Elin bastona hiç değmesin istiyorum. Ellerine hiç bakmamalısın mesela, buruşuyor mu diye. Baktığında hatırlamamalısın, benim sende hiç var olmamış ellerimi. Gözlerinin içi hep gülsün istiyorum. Ne zaman düşsen aklıma gülüyor gözlerin hep çocukça. Ne zaman konuşsak seninle, sesinin esrarengiz efsununa kapılıyorum. Birdenbire içime saklanmış bir çocuğun neşeli cıvıltılarıyla şakıyorum. Konuşurken, sana benzediğimin farkına varıyorsun. Bu yüzden kaçtığını biliyorum tüm konuşmalarımdan. Bu yüzden susuyorsun. Seni yapayalnız bırakırsam bu oyunda; tüm ipleri elinde tutup keyifle oynattığını sandığın bir gölge oyuncusu nidasıyla, gidip gelip kendi gölgene çarpacaksın her defasında. Gidersem ben… Yedi katlı ve çok sağlam sandığın, seni koruyan ama aslında söz konusu ben olunca çıplak kalan yüreğinin duvarına çarpacaksın. Ben giderken yüreğini yasemin kokusu saracak. Bu koku genzini yakacak. Hangi aynaya baksan içine işleyen çocukça tebessümlerin göğsünde taşınmaz ağırlığını hissedeceksin. Ağlamam ben, diyorsun ya çocukça. Ağlayacaksın, ben giderken… "yasemin kokusuydu" diyeceksin içinden. Çünkü yaseminler sarmaşıklar gibidir. İnatçı çocuklar gibi düz duvara tırmanır azimle. Aşkın gücüdür aşılmaz duvarlara tırmandıran yüreği. Ne zaman düz duvara tırmanan bir sarmaşık görsen, eşlik edecek yaseminlerin kokusunu arayacaksın, şaşıracaksın. Hatırlayacaksın uzaklarda yankılanan sesimi/sesini. Tüm yüreklerde yankılanan telaşla başlamadı mı bizim masalımız. Duy beni, tanı beni, anla beni diyen iki küçük çocuğun selamlaşmasıyla başlayan kısa bir mektuptu bana yazdığın. “Sev beni” diye bitiyordu, duy, tanı ama en çok da anla beni diyen tüm satırlar.
23 Ekim 2011
YORUMLAR
Harika bir yazı.
Ben Yasemin kokusunda yıldızları gördüm gecem sabah oldu.
Kelimeleriniz anlamını yitirmesin.
Yakamozmavisi
Saygılarımla.
Dosta mektup...
Dost dediğiniz aslında gönülde kendine yer bulan suskun kalan sevgili.belkide bu sevgiden haberi bile yok.Yaşanmış bir hikaye olma ihtimali olan ve suskun kalan sevgilerin dışa yansıması.
İnsana keyif veren bir anlatımın güzelliğinde okundu yazı.etkili ve insana huzur veren bir ahenk ve akıcı sunum.
kalemimize sağlık.
Yakamozmavisi
Teşekkür ederim yorum ve okuma için.
Saygılarımla.
mehmetmacit
saygılarımla