- 1744 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AŞAMADIĞIMIZ KONULAR
Batının kültür ve sanayi devriminden sonra kazandığı ivme sonunda Müslümanlar komplekse girmiştir. Özellikle Müslümanların önderi ve temsilcisi sayılan Osmanlı’nın yıkılması kompleksi iyice artırmıştır.
Osmanlı’nın son zamanlarında başlayan kompleks, Müslümanların kendi adlarına bir şey üretememenin sıkıntısıyla, kendine güvensizlik olarak öne çıktı.
Böylece Osmanlı’da başlayan batılılaşma hareketleri, Cumhuriyetle son buldu. Cumhuriyetle ortaya konulan batılılaşma, batı tipi insan yaratmanın içgüdüsüyle hareket ederek, yönetimi, eğitimi, yasalaşmayı, gelişmeyi batıya ayarlı yapmak oldu.
Cumhuriyet dönemine göre batılılaşmak, batı tipi insan yaratmak, insanlık erdemlerinin doruğuna ulaşmak algısı kabul edildi.
Doğulu normlara göre yetişen ve yaşayan Türkiye Cumhuriyeti halkının, batılı insan haline getirilmesi elbette kolay olmadı.
Asker kökenli gücün savaşta kurtuluşa doğru yürüttüğü toplum, tabii olarak yönetimi de, asker kökenli siyasetçilerin eline bıraktı.
Cumhuriyet döneminin ilk yılları olan tek parti döneminde, ülke askeri disiplin içinde yönetildi.
Yönetimin ortaya koyduğu batılılaşmaya dönük politikaların dışında,
- Her türlü siyasi görüş
- Toplumun Müslümanlığa dair istekleri
- Batıda ortaya çıkan sol – komünizm
- Doğu kültürlerinden gelen değerler
- Müslüman dünyasından gelen değerler
- Farklı görüşlere göre partilileşmeler
- Çok partili anlayışa göre seçimlere gidilmesi
Yasaklandı.
Siyaset sosyolojisine göre dikta rejiminin ilkeleri olarak görülecek bu yasaklamalar, o günün şartları olarak değerlendirildi.
Günümüzde; sayılan yasakların iktidarlar tarafından uygulanmasını önerecek hiçbir kimse yoktur.
Ancak hala günümüzde tek parti döneminin yasaklarını kendilerine ilke edinin bir parti, geçmişte kalarak, çağın gelişmelerine ayak uyduramadı.
Uyduramadığı bir yana, tek parti döneminde yasaklanan sol – komünizm anlayışlarını
partisinin görüşü olarak vurgular hale geldi. Vurgulama ötesine çıkarak dayatma düşüşlerini, düşüncelerini savundu.
Hâlbuki tek parti döneminin partisi olan CHP’nin geçmişi, sol – komünizm düşmanlığıdır. Bunun en büyük kanıtlarından birisi komünist şair Nazım Hikmet Ran 1923 – 1938 yılları arasında 11 kez yargılanmıştır. 1938 yılındaki son yargılamasında ise vatan hainliğinden yargılandı, cezalandırıldı. Yani Nazım Hikmet’i vatan haini ilan edenler CHP’nin tek parti yönetimidir. Günümüz CHP’si bunları unutarak veya ikiyüzlülük yaparak Nazım Hikmet’i bayraklaştırma, ya da istismar etme gayretleriyle prim toplamaya çalışmaktadır.
Çok partili dönem, tek parti döneminin dayatmalarını bir kenara iterek, serbestliği savundu. Tabi ülkenin kendi iradesiyle çok partili döneme geçtiğini söylemek yanlış olur. Yalta konferanslarında Amerikan’ın nüfuz alanında kalan Türkiye Cumhuriyeti zorunlu olarak çok partili sisteme geçti.
Ancak Türkiye Cumhuriyetinin tek parti düşüncesi hiçbir zaman ülkenin çok partili sisteme geçmesine sıcak bakmamış, sürekli asker kökenli darbeler yaparak, Türkiye Cumhuriyetinin temelinde var olan Askeri yönetim anlayışını ayakta tutmaya çalışmıştır.
Ülkede siyasi açıdan bunlar olurken, ülkede yaşayan ve tavını İslam’dan ya da Müslümanlıktan yana koyanların tavırları ilginç gelişmelere neden olmuştur.
Müslümanların 19 ve 20. asırda batıya karşı yenilmişliğinin karşısında,
Batıdaki, bilimsel, siyasal, felsefi, kültürel, ekonomik üstünlükler Müslümanların hayatını kuşatırken, okumaya başlayan Müslümanlar savunma mekanizmalarını çalıştırmaya başladılar.
Müslümanların savunma mekanizmalarını tarihsel olarak ele alırsak,
- 1970’li yıllar Müslümanların batıdaki bilim ve kültürün kökeninde Müslümanların payı olduğunu vurgulayan çalışmalar yapılmış. Bu yöndeki çalışmalarla, batıya karşı yenilmişliğin, ezikliğin karşısında doğan güvensizlik yenilmek istenmiştir.
- 70’li yılların sonunda İran’da meydana gelen devrim Müslüman dünyasına yeni bir boyut kazanmış. Kazanılan boyutla 80’li yıllarda, Müslümanlar yaşadıkları ülkelerde nasıl iktidar olacaklarını tartışmışlardır.
- 90’lı yıllar Müslümanların anlayışlarını devletle bütünleştirmiş. Müslümanlar, batıdaki bilimin, kültürün temellerinde Müslümanların bilimsel, kültürel gelişmeleri yanında, Türkiye Cumhuriyetinin temellerini oluşturan, laiklik, demokrasi, cumhuriyet olgularında iddialar üretilmeye başlanmıştır.
- Müslümanların 90’lı yıllarda ürettiği iddialar, en doğru laiklik, en güzel demokrasi, en iyi cumhuriyet bizdedir. Müslümanlık laikliğe, demokrasiye, cumhuriyete karşı değildir. Aksine, laikliğin, demokrasinin, cumhuriyetin temelleri Müslümanlıkta vardır.
- Laiklik; ülkede yaşayan farklı dinlere özgürlük vermekse, bunu en güzel geçmişte kurulan Müslümanların devletleri vermiştir. Selçuklu, Osmanlı yönetimlerinde Müslümanlığın dışındaki hiçbir din yasaklanmamış, insanlarına baskı yapılmamıştır. Bu tezi ileri sürerlerken, batıda laiklik anlayışının çıkma serüveni, laik kavramının din dışı düşünmek, fikir üretmek, yaşam üretmek olduğu tanımları, kavramları gizlenmiştir.
Felsefi açıdan batıda laik olmak, insanı, doğayı, dünyayı, yaşamı din dışı kültürlerin etkisinden uzak olarak algılamaktır. Batılı laikliği, İnsan ilişkilerini, insan doğa ilişkilerini, yaşamla ilgili düzeni din dışı bilgi, ilke ve kurallarla oluşturmak olarak algılar.
Bugün Müslümanların, batıdaki kavramlardan, hatta aynı tezi savunan CHP’nin tek parti anlayışından uzak olarak, laikliği dinlere karşı özgürlük algısı, çıkarımı, laik anlayışa karşı yenilmiş Müslümanların, laiklik kavramını kendilerine göre yorumlamalarından kaynaklanmıştır.
- Cumhuriyet zaten Arapça bir terimdir. Cumhurun yönetimi olarak algılanan Cumhuriyet zaten Arapça kökenli, İslami termolojide yerini bulan bir kavramdır. Bu nedenle gerçek Cumhuriyetçiler Müslümanlardır tezi, algısı, günümüzün, muhafazakâr Müslümanlarınca temel prensip olmuştur.
- Demokrasi, yani halkın kendini yönetecek, kendisi hakkında karar verecek, kendi üzerinde egemenlik kuracak, kendine düzen, yasa belirleyecek yetkili kurumları halk seçer ilkesi, zaten Müslümanlığın temelidir anlayışı, artık Muhafazakâr Müslümanların temel söylemi haline gelmiştir.
- Müslümanlar tarafından, laiklik, cumhuriyet ve demokrasi kavramlarının, Allah’tan gelen bilgiye, ilkelere, hükümlere göre, insanı, doğayı, yaşamı anlayacaklarına, yaşayacaklarına dair dinin temel ilkesini nasıl etkileyeceğinin düşünülüp düşünülmediği bilinmemektedir.
Görünen odur ki, batıya karşı birinci dünya savaşından sonra kesin yenilgiye uğrayan ve o günden beri kendini yeterli toparlayamayan Müslümanların, batıdan gelen, bilimsel, felsefi, kültürel, siyasal saldırılara karşı, anlamsız bir yarış içine girmiştir.
Batıdaki her şeyin kökeninde, yani bilimin, kültürün, felsefenin, siyasi düşüncelerin kökeninde, Müslümanların tarihteki gelişmelerinin, fikirlerinin var olduğunu söyleme algısı, günümüzdeki aşağılanma fobinsin bir özgüvene dönüştürme çabası olarak ortaya çıkıp çıkmadığı tartışılır.
Müslümanlar uzun yıllar. Yani bin yılları aşan yıllar. Kur’an-ı rafa kaldırmış, düşüncelerini, yaşamlarını, siyasetlerini, devletlerini Kur’an-ın ortaya koyduğu bilgi, ilke ve kurallara göre düzenlememişlerdir.
Müslümanlar Kur’an-ın ortaya koyduğu bilgi, ilke ve kurallardan öte, müçtehitlerin ürettiği ilke, kurallara göre yaşamışlardır. Müslümanların kurduğu devletlerdeki yönetim biçimi, toplumsal düzenler, siyasi iktidarların istek ve arzularına göre oluşturulan içtihatlara, fetvalara göre oluşmuştur.
Böyle bir yaşam algısının, yaşam biçiminin, günümüzde de, düşüncelerini, Kur’an-dan üretmesi mümkün görünmemektedir.
Geçmişe baktığımızda, siyasi iktidarlara sahip olan sultanların din, yaşam üzerine galebelerinin ürettiği anlayış, siyasal iktidarları, iktidarların kavramlarını kutsanmasını sağlamıştır.
Binlerce yıldır. Ne olursa olsun, yönetimlerini, yönetimlerin kavramlarını kutsamayı, kültürüne, yaşamına alan Müslümanlık öğretisinin günümüzde farklı davranması mümkün müdür?
Günümüzde hâkim yönetim biçimi, cumhuriyet, demokrasi, laik kavramları üzerine kendini oturtmuştur.
Geçmişte Müslümanlar nasıl kendilerine egemen olan, sultanları, padişahları kutsamış, onların yönetim kavramlarını dinselleştirmişse, sanki günümüzde de Müslümanlar aynı yoldan giderek, hâkim olan Türkiye Cumhuriyetinin temel ilkelerini dinselleştirme eğilimine girmektedirler.
Kur’an-a göre bilgilerini, kavramlarını, hayat anlayışını üretemeyen Müslümanlar geçmişte nasıl sultanlara boyun eğerek, onların kavramlarını dinleştirerek yandaş olmayı düşünmüşler ise, sanki günümüzde de Müslümanlar aynı yoldan gitmektedirler.
Laiklik; din dışı düşünmek, felsefe üretmek, insanla, yaşamıyla ilgili kuram, yaşam kuralı üretmek algılarında, acaba dinle uzlaşabilir mi?
Veya din her şeyi Tanrı’nın eline verirken, insana sen Tanrı’ya rağmen, bazı konularda veya yaşamınla ilgili her konuda din dışında üretimde bulunabilirsin diye laik düşünceyle uzlaşabilir mi?
Günümüzde insanın kendisi olmak kavramının üst düzeye çıktığını varsayarak, kavramların peşine düşenlerin, kavramların gerçeğine göre hareket etmeleri gereği önemlidir.
Değilse her insan çıkarları doğrultusunda, hâkim kavramlara, özgüven sağlamak için sahip çıkarsa,
İnandığını söylediği kavramların gerçeğini öğrenerek kimliğini, kişiliğini oluşturmazsa,
Kavramların kendisiyle değil, çıkarlarına eğip büktüğü kavramları inancına, yaşamına alırsa,
Böyle bir insanlığın gerçek insanlık olduğu tartışılır.
Ne yazık ki, günümüzde Müslümanlar için, galiplere karşı özgüvenin kazanıldığı söylenemez.
Bu nedenle hala, dünyada ve ülkedeki galiplerin düşüncelerine göre, fikir üretmek düşünen insanların aşamadığı önemli bir basamaktır.
Kendi inançlarının temel ilkelerine göre, düşünemeyen, kavramlar üretemeyen, hayatı yorumlayamayan her insan, başka inançların, düşüncelerin, kavramların, hayatların kölesi olmak durumunda kalır.