25
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
4159
Okunma
ÖNSÖZ
Şiir, insanı ılık bir meltemle Sahralara, okyanuslara, yüce dağlara, erişilmez gönüllere, kırılmaz zincirlere, iflah olmaz kederlere, tarif edilemez neşelere, hepsinden önemlisi, belki de yalnızca bize ait müstakil bir ülkeye götüren en ince fakat en sağlam köprü…
Bir şiire merhaba demek, bir yakadan bir yakaya geçmeyi murad etmekle başlar. Bir tarafta biz, köprünün sisle örtülü ucunda ise bilinmez bir ülke. Bu bir serüven…Hüma kuşu, Semender, Şahmeran, belki Pegasus, Medusa ya da Frankenstein birer masal kahramanı olmaktan çıkacak, bir şairin dizelerinden geçip karşılayacak bizi. Belki bir ana kucağı; mor entarisine gizlediği hüzünlü ve müşfik şefkatiyle sarmalayacak üşüyen yanlarımızı. Belki vefasız bir yar, hülya olmaktan çıkacak, ezel ve ebede açılan kollarını sunacak kırık kalbimize. Ya da, Fırat kenarından aşırdığı bir taş ile bin beter ezecek umutlarımızı. Kurak bir ovada top peşinde koşan çocuklar arasına karışıp, tepemizdeki sonsuz ve lekesiz maviye kaldıracağız başımızı. Ya da yıkık bir duvarın dibinde, dizlerini karnına çekmiş ağlayan yetim bir çocuk, bize acı şehrine ne yönden gidileceğini gösterecek küçük çamurlu parmaklarıyla. Yumruklarımızı sımsıkı mühürleyen kavgaların içinde açacağız gözlerimizi. Kör bir kurşun bütün bir ömür içimizde gizlediğimiz ne varsa vuracak; düşeceğiz. Sonra bir turna geçecek üzerimizden, güneşli bir ikindi vakti. Gözleri gece karası…Varıp ahvalimizi anlatacak Hüda’ya…Perde yavaşça kapanırken ömür sahnesinde, bir huri, -ki adı ille de Mimoza- bir tas içinde ab-ı hayat sunacak kurak dudaklarımıza. Belki en güzel oyunları da bu bilinmez yakada oynayacağız. Belki balon satan amcalar bekleyecek bizi bin yıllık bir muştu gibi. Sislerin ardında, ta doğumdan kulaklarımızda kalan bir ezgi yıkayacak alın yazımızı. Bütün bunları bilmeden, köprüyü, yani bizi bir başka boyuta taşıyacak olan şiiri adımlamaya başlarız. Ne çıkarsa bahtımıza. Yeter ki, gidelim.
Bizi ağlatacaklar, bizi kollarına alıp avutacaklar, bizi silecekler, bizi yüceltecekler, velhasıl; uzun tasvirler gerektirmeyen yavan ve sıradan yaşamımızı farklılaştıracaklar hep o yakada; şiirin ötesinde. Endamı tasvirlere sığmayacak Leylalarımızı, dillere destan aşklarıyla Mecnunlarımızı, dertli bir meyhane şarkısını andıran gecelerimizi, kırıla kırıla şekli kalbimize dönen misketlerimizi bizi orada beklerken bulacağız.
Şiir köprü dedik evvela. Bu okuyan açısından baktığınızda yerine yakışacak bir imgedir. Ki okur; şair ağlamasına bir son verdikten sonra, şiirin biricik sahibidir. Fakat şair gözünden nasıl bakmalı şiire? Bu soruyu en güzel cevaplayanlardan biri, şu an ellerinizin arasında tuttuğunuz ve sınırlarına girmek üzere olduğunuz bu efsunlu ülkenin şairi Mehmet Selim Çiçek şöyle diyor:
“Şiirdir benim rengim. Şiir olmalı beni ayakta tutan. Şiirdir beni geceleri uyutmayan. Şiir olmalı beni kitapçıdan kitapçıya sürükleyen. Şiirdir aslımı doğrulayan eylem alanım. Şiir olmalı çiçeklerime solmaz günler yaşatan. Şiirdir yarimi gözümde okyanus okyanus büyüten. Şiir olmalı mübalağa sanatımın terbiyeli çocuğu. Şiirdir içimdekini adabına göre ha bire dilediği mekanda kusan...”
Görüldüğü üzere aslında şair önce kendisi için var ediyor şiiri. Fakat kendi girdapları, heyulaları, özlemleri ve neşeleri için bir merhem, bir ilaç niyetine ak kağıtlara şiir sürerken; elbette uzaklarda bir yerlerde acısı acısına denk birileri daha olduğunu biliyor. İşte bu bilinçle, şiiri kişisel gözyaşı şişesi vazifesinden çıkartıp, bir köprü olarak kitlelere armağan ediyor. Ve işte burada şair ve okurun yolları kesişiyor.
Bu kitapta kaç şiir varsa, o kadar köprü var. Şairimiz Mehmet Selim Çiçek, sizi o köprülerin başında bekliyor olacak. Siz onu görmeyeceksiniz, çünkü o artık şiirin takva makamında. Gizli bir pencereden sizi izliyor olacak. Ta ki, köprüden geçip sisli yakada yittiğiniz ana kadar…
Bu seyahatin, dolayısıyla serüvenin en güzel yanı ne biliyor musunuz? Kimse size kimlik sormayacak, kimse size süren doldu demeyecek, kimse sizi yargılamayacak…
Bir de burnunuzda daimi bir mimoza kokusuyla şiirden şiire geçerken, zaman bildiğiniz tanımının dışına çıkacak. Umulur ki, bu günahsız hırsız, takvimlerinizden çaldığı yaprakları bir bir geri diker yokluğunuzda. Bir şiir, bir ömürdür ne de olsa.
Sislerin ötesindeki size ait ülkeye hoş geldiniz.
&
KİTAP VE ŞAİRİ ÜZERİNE
Mehmet Selim Çiçek. Nam-ı diğer Meselci.
Onu yıllar önce bir coğrafyanın kaderini tırmalamaya çalışan şiirleriyle tanıdım. Toplumdaki hakim tepkinin mahsulü olan önyargılarım onu ve şiirlerini gerektiği gibi anlamam noktasında, kalın, yüzyıllık bir duvar gibi önüme dikilmişti. Oysa bu genç şairin her biri aşkla bezenmiş şiirlerinde, bir başkasının özgürlük alanını ya da insani haklarını ihlal edecek hiçbir olumsuzluk yoktu. O, içine doğduğu ve içinde büyüttüğü dilde kaleme aldığı şiirleri de bilmemizi murad etmişti. Gençliğin getirdiği taşkınlıklara kapılmadan fikrini ortaya koymuştu.
Şartlandırma metoduyla bireye empoze edilen inançlar, öfkeler, sorgusuz yargılamalar ve infazlar, toplumun bir kısmını yabancılaştıran mantığı beslermiş meğer. Kainatın temel taşının “insan” olduğu gerçeğini unutturan önyargılarımız, bizi bilmeden vebale de sokabiliyormuş. Oysa insanı her haliyle “sevmek” ona “tahammül etmeye çalışmaktan” daha kolaymış. Meselci bana bunları öğretti. Elbette onun böyle bir misyon sırtlandığından haberi bile yoktu. Kabul etmek gerekirse sırf düşüncesinden dolayı ona tahammül edemediğim günler bile oldu. Meğer bu şiddetli tahammülsüzlük, derinden gelen bir vicdan devriminin öncü sarsıntılarıymış.
Mehmet’in şiirlerini okudukça bir insan neden bu kadar sızılı bir umuda aşık olur diye düşünüyorsunuz. Gözünüzün önünde bir yanı gülen, diğer yanı ağlayan bir surat beliriyor. “Tamam” diyorsunuz. “Şunlar şunlar acı ve onulmaz gerçekler. Fakat bakın, işte bunlar da var; bembeyaz umutlar.” Fırat kenarında ağıt, Mardin kapısında halay var Meselci’nin şiirlerinde.
MİMOZA böyle bir şey işte! Mehmet Selim ÇİÇEK’in ilk şiir kitabı. Birbirinden güzel şiirlerle dizayn edilmiş küçük ama engin bir dünya MİMOZA. O, şiirle hemhal, şiirler boyalı, şiire aşık genç, edebiyatımıza bir köşesinden imzasını atmak yolunda ilk adımını atmış oldu. Hem de şiiri çevreleyen vefasızlık denizine rağmen. Duru anlatımı, herkesin mutlaka bir kere hissettiği duyguları sanatlı bir şekilde işleyişi, hoşgörü ve pozitif düşünme isteği uyandıran bakış açısıyla Mehmet Selim ÇİÇEK, edebiyat dünyasında ben de varım diyenlerden.
Bir zamanlar varlığına tahammül edemediğim bu genç şair, şimdi minnet duyduğum, bir bakıma akıl duruluğumu borçlu olduğum kardeşim. Ondan çok şey bekliyorum. Hem Türk hem Kürt edebiyatında büyük adımlar atacağına inancım sonsuz.
Şairimiz, ilk kitabı için çok heyecanlı. Diliyorum bu heyecanı hiç dinmez ve daha nice eserle edebiyat dünyamızdaki yerini sağlamlaştırır.
Mehmet kardeşim… Çıktığın bu keyifli, bir o kadar da meşakkatli yolda Rabbim yar ve yardımcın olsun.
NOT: Şiire ve şaire destek olmak isteyenler kendisiyle irtibata geçebilirler.
Aynur ENGİNDENİZ