- 1541 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Hz. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (3)
......devam
a. TEBLİĞİN ALENİLEŞMESİ
Tebliğ bir sözün, düşüncenin, eylemin bildirilmesi olarak karşımıza çıkıyor. Peygamberler, Allah’ın ayetlerini, emrettiği dinini, emirlerini, bilgilerini insanlara bildirmekle görevlidir. Tebliğ ifadesinin içinde sadece bildirme yoktur. Bildirmenin içinde açıklama görevi de bildirene yüklenmiştir. Allah İbrahim suresinin 4. Ayetinde “İnsanlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik” Duhân suresinin 13. Ayetinde “Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti” Ve Rahman suresinin 4.ayetinde dediği gibi “O’na açıklamayı öğretti” Ahzab suresinin 21.ayetinde belirtildiği gibi “resul sizin için güzel bir örnektir” ifadesiyle, uygulama da tebliğden sayılmaktadır. Kısaca inananlar, resulün tebliğ ettiği gibi tebliğ etmek, resulün açıklamalarına uymak ve resulün ayetleri uyguladığı gibi uygulamak zorundadır.
Müddesir suresinde Allah resulüne “1. Ey örtüsüne bürünen 2. Kalk uyar 3. Rabbini üstün tut (büyükle) 4. Elbiseni temiz tut 5. Kötü şeyleri terk et 6. Yaptığın iyilikleri başa kakma 7. Rabbinin rızası için sabret” diyerek, gönderdiği vahiyleri insanlara duyurmasını istemektedir.
Şuara suresinin 214.ayetinde “önce akrabanı uyar” ifadesiyle tebliğ faaliyetinin ilk hedef noktasını belirlemiştir. Tebliğ faaliyetinde ilk uyarılacaklar akrabalardır. Sonra insanlara doğru yönelebilecektir. Allah resulü Hz. Muhammed aleyhisselam ayetlerin yönlendirmesiyle akrabaları uyarmış, sonra topluma yönelmiştir.
Müddesir suresinde “kalk uyar” sözünden sonra, Rabbini büyükle “yani her şeyden üstün tut, Rabbine hiçbir şeyi denk kılma”… Elbiseni temiz tut. Kimliğini, kişiliğini, yaşamını temiz tut anlamındadır. Bizatihi elbise olarak ifade olarak alınması ayetin dar çerçevede anlaşıldığını gösterir. Bir insanın kimliği, kişiliği, hayatı, tıpkı elbisesi gibi insanlara yansır. Dolayısıyla insanlar bir insanı onun kimlik, kişilik karakterinden, hayatını yaşayış biçiminden değerlendirirler. O nedenle insanın kendisine giydirdiği kimlik, kişilik, hayat biçimi onun elbisesidir. İnsan Allah’ın emrettiği şekilde kimliğini, kişiliğini, hayatını oluşturursa, elbisesini temiz tutmuş, insanlığa tertemiz bir görüntüyle örnek olmuştur. Zaten ayetin devamında “kötü şeyleri terk et” ifadesi, kişiliğinden, kimliğinden, hayatından kötü şeyleri uzaklaştır. Onlardan uzak dur. Kişiliğinde, kimliğinde, hayatında varsa onları terk et, böylece elbiseni temizle denmektedir. Sonra tertemiz insanlara yönel, onlara iyilik yap, ama asla iyiliklerini başlarına kakma. İyilikleri başa kakma düşüncesi, insanın iyiliklerine karşılık beklemesidir. Hâlbuki karışlık beklenen iyilik, iyilik değildir. Karşılık beklenen iyilik ticarete dönüşen bir alışveriştir. İnsanın bedensel hizmet görerek ücretini istemesi veya malını, parasını vererek karşılığında bir şey istemesi gibidir. Halbuki gerçek iyilik, ticarete dönüşmeyen olarak, emek karşılığında bir şey istememek, parayla ve malla yapılan iyilikler karşılığında beklentiye girmemektir. Başa kakma daha çok, iyiliğe karşılık iyilik beklemek gibi algılanır. Yani ben sana iyilik yaptım, sen de bana yapmalısına beklentisine girmektir. Paranın olmadığı zamanlarda biliyorsunuz ticari hayatta takas denilen bir alış veriş usulü vardı. Herkes ürettiği malı pazara götürür, kendisinin üretemediklerini ürettiklerini vererek alırlardı. Yani malla malı takas ederlerdi. İşte iyilik karşılığın da iyilik beklemekte, sanki paranın olmadığı zamanlardaki takas usulü ticaret gibidir. Allah resulüne iyiliğini hiçbir şeyle takas etmeye kalkmamasını, karşılığında bir şey beklememesi gerektiğini söylemektedir. Böylece tebliğ metodunda, sözün nakli, açıklanması, uygulanması, elbisenin temiz tutulması, kötü şeylerden uzaklaşılması ve iyilikler karşılığında beklentiye girilmemesi gibi unsunlar tebliğin temelini teşkil etmektedir.
Alenileşmek, yani gizlilikten uzak olmak, önemli bir terimdir. Tebliğin alenileşmesini şöyle anlamak gerekir. Tebliğ eden kişi tebliğ ettiklerini anlıyorsa ama tebliğ edilen kişi anlamıyorsa buna tebliğ denmez. Asıl olan, tebliğ edilen kişinin, tebliğ edilenleri anlamasıdır. Bu nedenle, eğer tebliğ eden tebliğ ettiği şeyi kendisi anlıyor ama tebliğ edilen muhatabı anlamıyorsa, vahiy açıklanmış değildir. Allah ayetlerinde “anlayasınız diye sizin konuştuğunuz dille, apaçık bir Arapça ile vahiyleri gönderdik” diyor. Bu ifadeyi iyi anlamak gerekir. “Ben yaptım oldu, görevimi yerine getirdim, tamam” demek mümkün değil. Tebliğ edilenin kabul edip etmemesi önemli değil, önemli olan tebliğ edilen, tebliğ edileni hiçbir tartışmaya gerek duymadan anlayacaktır. Böylece inansa da, ret etse de, tebliğ edilen açıkça anlayarak kabul veya ret edecektir. Bunun anlamı önce tebliğ eden neyi, nasıl tebliğ edecek çok iyi bilmek zorundadır. Çok iyi bilmenin kuralları içinde, tebliğ edilen konuyla ilgili soru sorulduğunda, açıklama anlamı içinde tebliğ eden karşı tarafa detaylı bir şekilde konuyu anlatabilecektir.
Açıkla, açıklanacak şeyi bil, öğren, tatmin ol anlamlarını da içerir. Yani açıklayacak kişi, tebliğ ettiğini en iyi şekilde bilecek, öğrenecek, tatmin olacaktır. İnsan yeterli kavrayamadığı, tatmin olmadığı şeyi açıklamakta zorlanır. Karşı sorularda bocalar. Kem küm etmeye başlar. Tebliğ eden tebliğ ettiği konularda sorulara cevap veremezse, kem küm etmeye başlarsa, tebliğ edilen tebliğ edilene güvenmez, inanmaz. Güvenmediği, inanmadığı yetmiyormuş gibi, tebliğ edenin zayıf düştüğünü anlarsa dalga geçer, karşı saldırıya geçer. Böyle bir durum büyük polemiklerin yaşanmasına neden olur. Bu nedenle tebliğ eden kişi, tebliğ edeceği konularda detaylı bilgelere sahip olması gerekir. Anlama, açıklama, uygulama konusunda örnek teşkil etmek tebliğ boyutunun içindedir. Tebliğ ediyorum ama aslında ben anlamadım. Tebliğ ediyorum ama aslında ben hayatımda bu emri uygulamıyorum. Demenin doğru olmayacağı muhakkaktır. Tebliğin de bu şekilde olmayacağını ayetlerde görmekteyiz. İnanç, düşünce, bilgi söz ve eylem birliğinin tebliğde esas olduğunu ayetlerin özünden anlıyoruz. Eğer tebliğ eden kişinin inancı, düşüncesi, bilgisi, sözü ve eylemi çelişirse, tebliğ boyutundan uzaklaşıldığı gibi, tebliğ eden kişi dinini doğru temsil etmemiş olacaktır. Allah resullerine bu konularda uyarılar yapmıştır. Benzeri uyarılar inananlar için de yapılmıştır. Kaldı ki, konunun sosyal, psikolojik boyutu da bunu gerektirir. Düzgün insan, güvenilir insan formülasyonu içinde hiçbir insan, inancı, düşüncesi, bilgisi, sözü ve eylemi çelişeni düzgün insan olarak kabul etmez, güvenmez. Güvenilir olmayan bir resulden söz etmek zordur. Elbette devamında güvenilir olmayan bir Müslüman’dan da söz etmek zordur. Her şeyden önce inanç güvenilir olmayı gerektirir. Zaten Allah ayetlerinde güvenilir olmamayı münafıklık / riyakârlık olarak tanımlıyor. Güvenilmeyen insan münafıktır / riyakârdır. Bu tabirler Müslümanlara hiçbir zaman yakışmaz.
Allah resulü tebliğin alenileşmesi çerçevesinde ne yapmıştır?
Resulün alenileşme konusunda yaptıklarını anlamak günümüz Müslümanları için önemlidir. Muhammet aleyhisselam alenileşme çerçevesinde, Allah’ın gönderdiği ayetleri, önce akrabalarına, sonra topluma ve toplumun otoritesine hiçbir gizliliğe mahal bırakmadan olduğu gibi açıklamıştır. Kuşdiliyle konuşmamıştır. Yani, yanlış anlarlar veya anladıklarında başıma, başımıza bela gelir düşüncesiyle açıklanacakları evirip çevirerek anlaşılmaz hale getirmemiştir. Sözler eğilip bükülmemiş, olduğu gibi alenen açıkça ifade edilmiştir. Darıltırız, gücendiririz, şimdi yanlış anlar, zaten azıcık imanı var o da çıkıp gitmesin, henüz gelen ayeti anlayacak kapasitesi yok gibi bahanelerin ardına düşmemiştir.
Akrabaları, toplum, toplumun otoritesi, yani toplumun yöneticileri Allah’ın gönderdiği ayetlerle muhatap olduklarında, inançları, ideolojileri, taptıkları, gelenekleri, anlayışları, hayatları olduğu gibi ayetlerin açıkladığı değerlerle karşı karşıya gelmiştir. Kimlikleri, kişilikleri, hayata dair değerleri ayetlerle değerlendirilmiştir. Ayetler onları karar aşamasına getirmiştir. Hayatın her noktasından değişime çağırmıştır.
Tebliğle birlikte, o güne kadar toplumun inandıkları tanrıları, tarihsel değerleri, toplumsal değerleri, gelenekleri, düşünceleri, inançları, kültürleri, yaşamları, makamları, mevkileri, zenginlikleri değişecektir. Mekke’nin efendileri efendiliklerini bir kenara bırakarak insan olacaklardır. Köleleriyle kendilerini eşitleyeceklerdir. Kız çocuklarını öldürmeyecekler. Tanrılarına tanrı demeyecekler. Atalarından öğrendiklerini yeniden değerlendirip ayetlerin yanlış dediklerine yanlış diyecekler, doğru dediklerine doğru diyecekler. Kısacası yeni bir insan olacaklar.
Alenileşmeyle yapılan şey, insan yeni bir insanlığa çağrılır. Toplum yeni bir toplumsal anlayışa / yapıya çağrılır. İnsanlara yeni bir hayat vaat edilir. Toplumsal yapılarına, mevkilerine yeni bir yapı, yeni bir mevki biçilir. Köleleriyle kendilerini eşitlemeleri istenir.
Mekkeliler bu gerçekleri olduğu gibi kavramışlardır. Gönderilen ayetlerle, Allah resulünün açıklamalarıyla gerçekler, onlar istemese de bütün çıplaklığıyla ortaya konulmuş. İnsanların kulakları patlatılıncaya kadar tebliğe devam edilmiştir. Mekkeliler acaba “Muhammed şöyle mi demek istedi, böyle mi demek istedi” gibi ikilemlere düşmemişlerdir.
Müslüman olanlar putperest toplumdan, inançları, yaşamları, idealleri, hayata dair yorumlarıyla tamamen ayrılmışlardır. Dolayısıyla tebliğ, inançta, bilgide, yaşamda, ayrışma doğurmuştur.
Mekke’de yaşayan toplum ve yöneticileri özet olarak,
1. Allah’ın insanların yaşamına dair uygulanacak yasalarda tek otorite olduğu, bundan sonra yaşamlarına dair kurulacak düzene (dine) ait kuralları Allah’ın vahiylerine göre yapmaları gerektiğini,
2. Bireysel, toplumsal olarak yaşadıkları tüm kuralların Allah tarafından din olarak tarif edildiğini, bu nedenle Allah’ın gönderdiği kurallara uymadıklarında İslam’ın dışına çıkacaklarını,
3. Kendilerine yol gösteren, yön veren, geçmişteki ve yaşamlarındaki fikir adamlarının, yöneticilerin, toplumu yönlendirme, topluma yasa yapma konularında otorite kabul edildiğinde onları ilahlaştırmış olduklarını,
4. Allah’ın otorite olarak tek olduğu, hiçbir insanı veya başka bir varlığı ilahlık (otoriterlik) konusunda kendisine ortak kabul etmediğini,
5. Toplumun önderlerini, yöneticilerini otorite kabul ederek, ilahlıkta (yöneticilikte, yasa koyuculukta) Allah’a ortak (şirk) koştuklarını,
6. Allah peygamber göndererek insanları kendi yasalarıyla oluşturulan yaşama düzenine (dinine) çağırdığını,
7. Çağrıya uymayanların sorumlu olacaklarını, bundan dolayı cezalandırılacaklarını,
8. Allah’ın yardımına, vaadine, korumasına hiçbir varlığın ortak olamayacağını,
9. Allah’ın fethine, zaferine, hidayetine, resul seçip göndermesine, hangi ayeti gönderip göndermeyeceğine, kimsenin karışamayacağını, ortak olamayacağını,
10. Mekkelilerin putlarıyla simgeleyip Kabe’ye yerleştirdikleri tarihi isimlerin, insanların, liderlerin, kahramanların, yöneticilerin, Allah’ın hiçbir sıfatına ortak olmadıklarını, olamayacaklarını, yardım edemediklerini, edemeyeceklerini, korumadıklarını, koruyamayacaklarını, yönetemediklerini, yönetemeyeceklerini,
11. Hesap günü suçlu bulunanların affedilmesine yönelik şefaat hakkının sadece Allah’ta olduğunu, hiçbir varlığın, insanın şefaat yetkisinin olmadığını,
Açık seçik anlamışlardır. Kimileri Anladıklarında da hoşlanmamışlar, karşı çıkmışlardır. Kimileri de, iman etmişler, bir daha hata yapmamak, asla geri dönmemek üzere atalarının dinini terk etmişlerdir.
Günümüzde Müslümanlar dine dair tebliğlerini alenileştirmişler midir?
Müslümanlar Mekke’de Müslüman olanlar gibi bir daha dönmemek üzere yanlış inançlarından dönmüşler midir?
Bu sorulara evet demeyi çok isterdim. Ne yazık ki günümüzde İslam dininin tebliği alenileşme kavramından uzaktır. Günümüzde İslam dinini alenileştiremeyen Müslümanların önlerindeki engelleri,
1. Bilgisizlik
2. Anlamazlık
3. İnançsızlık
4. Bilinenleri kuşdiliyle anlatmak
5. Baskı ve zulümden çekinmek
6. Hayati hesaplar içinde olmak
7. Gerçeği başkasının açıklamasını beklemek
8. Bilgiçlik taslamak, başkalarını gerekli tebliği yapmamakla suçlamak
9. Allah’ın hesap görücülüğünü bırakarak, insanları hesaba çekmek
10. Müslümanların başlarına gelenlerden dolayı kin ve intikamla dini algılamak, insanlara kin ve intikamla yönelerek, Allah’ın dinini intikam aracı olarak kullanmak...
11. Müslüman ülkelerdeki siyasi, kültürel faaliyetlerden etkilenerek, batının güdümündeki siyasi organizasyonlar içinde var olmaya çalışmak
Şeklinde sıralayabiliriz.
Günümüzde mezhebi, tasavvufi, cemaat anlayışları çerçevesinde anlaşılmaya çalışan ayetler bir türlü resulün anlattığı şekilde anlaşılmamaktadır. Allah elçisi sadece Allah’a çağrı yaparken, günümüzde Müslümanlar mezheplerine, tarikatlarına, cemaatlerine çağırmakta, mezhep imamlarını, tarikat şeyhlerini, cemaat önderlerini ön plana çıkararak kutsamaktadırlar. Kutsadıkları insanların görüşlerini, Allah’ın ayetlerinin önüne koyarak, Allah’ın ayetlerinin anlaşılmasına engel olmakta, uygulamasını kaldırmaktadırlar.
Kur’an çalışmaları veya dini öğrenme faaliyetleri Osmanlı medreselerindeki “benim oğlum bina okur döner yine okur” mantığına dönüşmüştür. Beş, on, yirmi, otuz yıl, hatta kırk yıldır süren Kur’an-ı anlama çalışmaları, “anlaşılır” dediğimiz Kur’an-ı hala niye anlamadığımızı sordurmaktadır. Sanki Kur’an çalışmalarını yıllardır sürdürenler, “Kur’an anlaşılmaz” diyenlere kızarken, yıllardır Kur’an-ı anlama çalışmaları yaparak, Kur’an-ın anlaşılmazlığını ispat eder gibiler. Görünen o ki, Kur’an çalışmaları yapan Müslümanlar, yıllardır anlamaya çalıştıkları Kur’an-ı anlamadıkları için uygulamaya geçememektedirler. Ne zaman geçecekleri de bilinmemektedir.
Bugün akrabalar, topluma, toplumun otoritesine / yani toplumu yönetenlere Allah’ın gönderdiği ayetler açıklanıyor, açıklanmıştır demek zordur.
Toplumun konuştuğu, tebliğ edenin konuştuğu dil farklıdır. Tebliğ eden toplumun anlamadığı dille Allah’ın ayetlerini, dinini açıklamaktadır. Allah’ın toplumun anlayacağı dilde ayetlerini göndermiş olmasının mantığı günümüzün tebliğinde geçerli değildir. Bugün Müslümanlar mümkün olduğu kadar topluma, toplumun otoritesine, başlarına bela gelmeyecek şekilde dini tebliğ düşünmemektedirler.
Toplumda, Ayetlerin ele aldığı tevhit, şirk, mümin, din, kâfir, münafık, ilah kelimelerinin anlamlarının dışında din anlaşılmaktadır. Tebliğ edenler, toplumun kendilerini rahatsız etmeyen anlamlarıyla insanlara tebliğ ederek, tebliğ görevi yerine getirdiğini zannetmektedirler. Halbuki yanlışa, eğriye karşı tebliğ rahatsız edicidir. Yanlışta, eğride olanları rahatsız eder, kızdırır, öfkeden deliye döndürür. Yanlışta olanı rahatsız etmeden tebliği düşünmek, resullerin hayatlarını bilmemektir.
Günümüz din tebliğinin özü, Allah’ın gönderdiği ayetlerin özüne göre tebliğ değil, muhafazakârlık anlayışı içinde tarihten gelen dini insanlara tebliğ etmektir. Tarihten gelen dinin Kur’an-da öğretilen dinle ilgisinin olmadığını hemen herkes bilmektedir. Hatta dinden yana olmayanlar bile, günümüzdeki Müslümanların din anlayışının Kur’an-la, resulle hiçbir ilgisinin olmadığını biliyorlar. Müslümanlar bu duru çok iyi bildikleri halde konu tebliğe gelince, başımız belaya girmesin hesabına, tarihsel dinin terimlerini, anlamlarını kullanarak tatmine ulaşırlar.
Günümüzün Müslümanları içinde yaşadıkları toplumdan inançları adına, inançta, sözde, yaşamda, idealde ayrışmış değillerdir. Yaşamları içinde yaşadıkları toplumun yasalarına uygun, sohbetleri İslam üzerinedir.
Resul devriyle günümüzü doğru değerlendirebilmek için, şu soruları dikkatle takip etmemiz gerekiyor.
Günümüzde, Allah’tan başka ilah edinilenler var mıdır?
Günümüzde, Müslümanlar Allah’ın dini yerine, tarihten gelen Atalarının dinine mi uymaktadır?
Günümüzde, inananlar Allah’ın istediği Müslümanlar mıdır?
Günümüzde, toplum Allah’ın ayetlerinde cemaat-i İslam olarak tarif ettiği toplum mudur?
Günümüzde Müslüman toplumlarının yöneticileri Nisa suresinin 59.ayetinde sözü edilen “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin” denilen yöneticiler midir?
Müslümanların ülkelerine ve dünyaya Allah’ın dinini açıklama amaçları nedir?
Bu soruların cevapları netleşmeden, topluma ve yöneticilerine netleşen cevaplar açıkça bildirilmeden tebliğin alenileşmesinden söz edilemez.
Şimdi bu sorulara karşılık,
“Günümüzde Müslümanların Allah’tan başka ilahları vardır.
Günümüzde Müslümanlar Allah’ın dini yerine atalarından gelen dine uymaktadırlar.
Günümüzde Müslümanlar Allah’ın istediği Müslümanlar değildir, olmak için toplumda bazı çalışan insanlar vardır.
Günümüzde Müslümanların oluşturduğu toplum İslam cemaati değil, kökenleri Müslüman topluma ait, laik-Müslüman, demokrat-Müslüman, ateist-Müslüman, sosyalist-Müslüman, kapitalist-Müslüman, milliyetçi-Müslüman, muhafazakâr-Müslüman dindarlar topluluğudur. İçlerinde İslam-i hassasiyetleri olanlar vardır. Onlar da, çeşitli cemaatler, tarikatlar, mezhepler çerçevesinde kümelenmişlerdir. Bazıları da bütün bunların dışında küçük gruplar halinde oluşmuş fraksiyonlardır. Toplum birbirini ötekileştiren, suçlayan gruplardan oluşmaktadır. Toplum içindeki diğer dinlere bağlı, Hıristiyanlar, Yahudiler vs. vardır.
Günümüzde Müslümanların yöneticilerinin Nisa suresinin 59.ayetiyle ifade edilen yöneticilerle hiçbir ilgisi yoktur.
Günümüzde Müslümanların ülkelerine ve dünyaya dinlerini hangi içerikle, özle tebliğ edeceklerine, tebliğ edişlerinin amacına yönelik netleşen düşünceleri yoktur”
Dersek yanlış olur mu?
Veya çok acımasız olur mu?
Hayır dersek mesele yok. O zaman doğrularını bulmak zorundayız. Eğer evet dersek, o zaman tekrar düşünmemizde yarar vardır. Allah’ın ayetleriyle olayları yeniden değerlendirmekte yarar vardır.
Allah resulü Mekke’de dini alenileştirdiği andan itibaren tepkiler farklı olmuştur.
Dikkate almama, alay devri:
İlk tebliğin şaşkınlığı geçince, toplum ve otoritesi peygamberi dikkate almamıştır. Kelimenin tam anlamıyla “Muhammed Hıra’da kafayı bozdu” anlamına gelecek tavırlar sergilemişlerdir. Aralarında gelen ayetleri, Hz. Muhammed aleyhisselamın peygamberliğini tartışmışlar. Peygamberlik gibi büyük bir makama Abdulmuttalibin yetimi Muhammed’in yakışmayacağına karar vermişlerdir. Peygambere inananların çoğunun yoksullardan, kölelerden, fakirlerden oluştuğunu gördüklerinde alayları artmıştır. Tabi Hz. Ebubekir’in (ra), Hz. Osman’ın (ra) Müslüman olduklarını duyduklarında büyük şaşkınlık yaşadılar. Onların Hz. Muhammed aleyhisselamla yakın arkadaşlığını düşünerek normal saydılar. Kısacası tebliğin ilk döneminde dinin tebliği toplum ve otoritesi için bir tehdit oluşturmamıştır.
Peygamberi, Müslümanları ciddiye alma devri;
Zaman geçtikçe Müslümanların sayısı artmaya başlamıştır. Müslümanlar arttıkça, üstelik aşiretten Müslüman olanlar çoğaldıkça, Mekkeliler olayı ciddiye almaya başladılar. Müslümanların artışı böyle giderse, toplumda ikilik çıkacağına, başlarına bela geleceğine inandılar. Olaya el koymak adına araya Ebu Talib’i sokarak peygamberin istediğini öğrenmeye çalıştılar. Peygambere yaptıkları tekliflerin dikkate alınmadığını gördüklerinde de hakarete uğradıklarını düşündüler.
Tehdit devri:
Mekke’nin önderleri olan aşiret reisleri, tekliflerinin dikkate alınmadıklarını görünce “Muhammed böyle tavır alırsa, tekliflerimizi geri çevirirse başı büyük belaya girer” diye tehditler savurmuşlardır. Peygamberin aşireti Mekke’nin yönetici sınıfındandır. Bu nedenle toplumun diğer aşiretleri direkt olarak peygamberi karşılarına alamamaktadırlar. Peygamberin aşireti ise iki ayrılarak bir kısmı resulün arkasındadır. Özellikle amcası Ebu Talib’in peygamberi himayesine alması Mekkelilerin resule karşı yapacakları ciddi eylemleri önlemiştir. Ancak toplumun yoksullarından, fakirlerinden, eşraftan olmayanlar Müslüman olduklarında ciddi şekilde tehdit edilmişlerdir.
Tehditler daha sonraki dönemde baskı ve zulme dönüştü. Baskı ve zulüm dönemi ileride ayrı bir başlık altında incelenecek.
Günümüzde Müslümanların konumu nedir?
Öncelikle din tebliğini alenileştirme konusunda yeterli olmayan Müslümanların bugünkü durumunu dikkatle analiz etmeliyiz.
Müslümanlar bu haliyle, toplum ve otoritesi tarafından,
Dikkate alınmama devrini mi?
Alay devrini mi?
Ciddiye alınma devrini mi?
Tehdit devrini mi yaşamaktadırlar?
Sorulara verilecek doğru cevaplar, Müslümanların konuyu anlamalarına neden olacaktır.
…..devam edecek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.