- 610 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Lavabo
Kimse dinlemiyor beni. Sessizliğim en güzel haber aslında. Dinlemeli herkes ve feyizlenmeli ara ara. Ama hayır, insanlar en mantıklısı için gayret verirken, sulanan olgunluklarının tadına varamıyor.
Ben bu kadar çok sessizliği niye paylaşıyorum? Tabi olan, Nermin’in de paylaşmamasıydı. Elimdeki İngiliz anahtarını kafama vurabilirdim. Hem maktul olurdum, hem de fail!
Yeni açılmış bir çiçekten ziyade, yıllardır aynı toprak üzerinde dikili ve yalnız başına dünyayı yaşamaya çalışan ağlayan çam misaliydi. Duruşunu kestirebiliyordum, ama arkama dönüp ona bakamıyordum. Musluğu mutfak tezgâhından alma bahanesiyle, kafamı ona doğru çevirip, gülümsedim. Kapının eşiğine dayadığı omzuyla, kalçası, usta bir heykeltıraştan çıkmışçasına kıvrımlıydı. Kendi uydurabileceğim sıfatlar dışında, ona olan sevgimi en azından ihtiyacını gidererek gösterebilirdim. Musluk eski tip çeşme başlıklarından olduğundan, siyah contanın sıkıştırabileceği bir gerginliği yakalayabilmek zor oluyordu. Ses çıkarmakta zorluk çeken bir neyzenin kâbusuydu o an muhabbet! Çocuklarının sesini duyunca, ‘geliyorum’ deyip, kapı eşiğine dayandırılmış usta heykeli yıkıvermişti. İngiliz anahtarı ile başıma vurup, temiz bir cinayet için her şey hazır sayılabilirdi.
Uğraş verdikçe, musluk için artık sona geldiğimi hissetmeye başladım. Nermin içeride çocuklarına bağırıyordu. Ürktüm. Kendimi de onun çocuğu gibi hissettim. Bana bir görev vermişti ve bu görevi tamamlamamı istiyordu. Bu evin çöpünü atmak, masayı taşımak, yerleri silmek veya dudağından öpmek… Her şey olabilirdi! Kendimi zavallı bir çocuk gibi hissetmeye başladığım an, eski ve değiştirilmesi gereken bir başlığı da olsa, musluktan su akabilirdi artık!
Su akmaya başlamıştı. Oluş, akmaktan ve durmaktan ibaretti. Musluk ile uğraşırken, hayatımın en anlamlı işini yapıyor gibi hissetmiştim. Evet, Nermin’in içinde ne acı varsa, ben de o acıyı paylaşıyordum. İkimiz içinde geçerliydi her şey! O habersiz olabilirdi, buna imkân verebilirdim ama eğer onun çektiği acıları yaşıyor oluşunun beni bu dünyada tek kılışı olmasa, tahammül edemiyor olabilirdim. Bir nevi acıyı çekerken, diğer yanda kendimi daha çok seviyordum ve kendime tahammül etmek için imkânım oluyordu.
Ama ters giden bir şeyler vardı. Su gitmiyordu. Musluktan su geliyordu gelmesine, ama su lavabo içerisine boşaldıktan sonra bekliyordu. Sanki su, uyuyordu. Tuzlu gözyaşı ve ter gibi, akmıyordu su. Gittikçe dolan lavabo için, tek çare musluğu kapatmaktı. Nermin’i görmek istiyordum. Ve o an nedense kendimi Nemrut gibi hissetmeye başlamıştım. Nemrut ben tanrıyım diyordu, ben ise âşık! Âşık ile aşkın arasında kaç kıl inceliğinde amansızlık olabilirdi ki?
Musluğu kapattıktan sonra, lavabo içine dolan su içinde aksimi arıyordum. Kendimi âşık olarak görebilir miydim? Dün bir, bugün daha ikiydi! Ama Nermin başkaydı. Aşk içindi sanki, âşık olunmak içindi. Bir değil, binlerce sinek vardı içimde. Başıma İngiliz anahtarını vurmamı istettirende, içimdeki histi. Bilmiyordum, Nemrut gibi baş ağrıları çeker miyim? Ama hissediyordum, içimi ezen ve ezme gibi ruhumu burnumda mandalla sallandıran garip bir duyguydu yaşadıklarım.
Saçmalıyordum. Nermin’i görmek istiyordum, ama Nermin mutfağa girince birden, afallayıp kalmıştım. Bu sefer çıkmasını istiyordum. Sarı tişörtü üzerine yine bir şey giyinmemişti. Tişörtün göbek hizasına gelen yerinde füme rengi, uzun, ince bir iz belirivermişti. Bir şey taşımıştı ve üzeri kirlenmişti. Yüzünü ekşitiyordu. Belli ki taşıdığı her neyse, tozluydu.
-Oldu mu musluk?
-Musluk tamam da, fakat lavabo tıkanmış.
-Lavabo mu tıkanmış?
Bir anda yanımda kendisi. Hayır, hayır. He aşk bir cenaze daha kalkmalı mı? Çenemle dudaklarım arasındaki kılların terleyişine razı değildim, ama karşıda koyamıyordum. Avucunu pompa niyetine kullanıp, lavabo giderini açmaya çalışıyordu. Bileği ördeğin kıçı gibi hafif dalgalar bırakıyordu su içinde. Ancak su bir türlü azalmıyordu.
Nermin oflamıştı. Ben de oflamak istiyordum. Topuklarımdan beynime kadar bir of çekmek istiyordum.
Akıllık edip, lavabonun altındaki sifona alttan yukarı doğru kaldırıp, suyun tıkanıklığını bozmak istiyordum. Bozmak istiyordum düzenleri… Öyle bir inatla sifonu yukarı doğru iterken, olacak en kötü şey olmuştu ve sifon çıkmıştı. Su, mutfağa usul usul doluşurken, Nermin hayret ve intihar güdümlü isyan gözleriyle ayağına bakınıyordu. Bir lavabo dolusu su, mutfağın taş zemini üzerinde dağılırken, ağır bir sancı hızla içime doluyordu.
Bu salaklığın altında kalamazdım. Nermin ilk şaşkınlığını attıktan sonra, yine bir of çekince, ‘sen dur, ben hallederim’ deyip, kendi hatamı düzeltmeye çalışmak istemiştim. Kirli bir bez ya da eski bir şey lazımdı. Viledayla filan uğraşılacak zaman değildi! Fırça da pek işe yaramayacaktı.
Nermin’in getirdiği şeyler, eski elbiseleriydi. Elbiseleri elime alınca, onun tenine dokunmuş gibi hissetmiştim. Bu hissi tattıran elbiseleri, mutfağın zemindeki suyu almak için harcayamazdım. Çocuklar acıktığı için, Nermin’in kahvaltılık bir şeyler hazırlaması gerekiyordu. Piknik tüpü mutfağın tezgâhının üstündeydi. Islak zemine ayaklarıyla basıp, tüpü alıp içeri geçerken yüzündeki kızgınlığı anlayabiliyordum. Tekrar mutfağa gelip, bu sefer çaydanlığı ve tabak, çanağı da alıp, içeri gitmişti. Ona yardım edip, kendimi sevdirmek isterken, tam tersi rezil olmuştum ve üstüne üstlük boşu boşuna iş çıkarmıştım. En azından temizleme işini kendim üstlendiğim için, içim rahattı. Ama sevgisini kaybetme korkusu ve stresiyle beraber, ağzımı açamıyordum.
Sevgisini kaybetme korkusu mu? Onun beni sevdiğini söylemesi ya da belli etmesi gerekirdi ki böyle bir şeyi düşünebileyim. Nermin piknik tüpünü, kahvaltı hazırlamak için içeri götürdükten sonra, aklıma başka fikir gelmişti. Mutfağın kapısını kapatıp, balkonun kapısını açıp, içeriye soğuk hava girmesini sağlarken, gözüme tezgâh üzerinde duran kirli bez takılmıştı. Mutfak dolabı içerisinden Nermin’in koyduğu kaplardan en büyüğünü alıp, içine su doldurup, balkona götürdüm. Balkonda kirli bezi, balkondaki gider deliğine yaklaştırıp, orada yıkadıktan sonra, iyicene sıkınca, zemindeki su kurutma işlemini böyle böyle halledebileceğimi düşündüm.
İstediğim olmuştu ve Nermin’in eski diye, kurutma işinde bana verdiği elbiselerini kurtarmıştım. Kokusu yoktu belki üzerinde, ama en azından ona dair bir şeye sahiptim artık ve çok sevinçliydim.
Yarım saat geçmişti ki, Nermin kahvaltılık malzemeleri ve tabak çanağı geri mutfağa getirmişti. Elbiselerini mutfağın balkonuna saklamıştım ki, eve giderken alacaktım. İçimde farklı bir heyecan vardı. Elbiselerini alıp, hemen evime gitmek istiyordum. Oysa o elbiselerin sahibi, benim sevdiğim kadın karşımdaydı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.