SEVDANIN EN KOYU RENKLERİ
Kahkahalara sarılmış hüzünlerimiz vardı bizim ve sevinçlerle harmanlanmış korkularımız. Korkuları ceplerimize tıkıştırıp, mutlulukları avucumuzda tutmaya çalıştık biz. Tutabildiğimiz kadar tuttuk da. Avuçlarımızı sıkmaktan bıktık mı, yoksa yorulduk mu bilmiyorum ama bir ara baktığımızda avuçlarımız açıktı ve içindeki mutluluk uçup gitmişti. Kelebek ömrü gibi olduğunu anlayamadık. Bilemedik göz açıp kapayıncaya kadar anlamsız bir tırtıla dönüşeceğini yaşanan o şeyin. O şeyin adı her neyse o muhteşem olayın adını koymak istiyordum. Ben ikilemlerde kalamazdım çünkü. Bir şey ya vardır ya yoktur benim için. Hem var hem yok olmak nasıl bir şeyse ben bilemedim hiç. O yüzden savruldum, o yüzden kırıldım.
Belki senle ben kafamızdaki hürriyetle kendi masalımızı yazabilirdik. Kendi masallarını yazabilir mi insanlar diye soruyorum ara sıra şimdi. Yoksa başka birilerinin yazdığı masallarda mı rol alırlar. Biz sanki başkalarının senaryolarında kendimize rol biçmiştik. Eğreti durdu üzerimizde bize biçilen roller. Başaramadık, masalımız bitti mi bitmedi mi onu da bilmiyorum şimdi. Dedim ya ben ikilemlerde kalamam, ya tamamen gel gir hayatıma tekrar ya da tamamen git…
Oysa kim bilir neler yaşanacaktı. Çaresizliklerden, pişmanlıklardan uzak, sadece ikimize ait bir dünyada yaşamak olağanüstü bir şey olacaktı belki de. O kadar çok yapacağımız şey vardı ki bizim. Her sabahı birlikte karşılayabilirdik mesela seninle, birlikte uyanabilirdik. Aynı gökyüzüne bakıp rüzgarı hissedebilirdik deniz kenarındaki o taşın üzerinde otururken. Ellerimiz birbirini tutarken bir ekmeği bölüşüp yiyebilirdik. Omzuna başımı dayayıp huzurla gözlerimi kapatabilirdim. Gülebilirdik doyumsuzca. Arsızca şarkılar söyleyebilirdik bağırarak, sözlerini bilmediğimiz bir şarkıya kendi sözlerimizi yazabilirdik. Sonra yüzüme bakıp en güzel gülümsemeni verebilirdin bana. Kuşların ardından birlikte kanatlanıp uçabilirdik. Paylaştığımız her an bir daha hiç çıkmamak üzere beynimize kazınırdı.
Biz aşkı yaşatmak isterken sürgüne yolladık sevgileri. Şimdi uzaktan bakar olduk, sürgünleri yaşamaya zorlandık. Özlemleri bindirdik kuşların kanatlarına, semaya saldık. Şimdi hasret kokuları getiriyor rüzgarlar. Ne çok özledim bilsen, sesini, ellerini, kokunu, seven dudaklarını. Halbuki ben senin sesini milyonlarca insanın içinden ayırabilirdim, halbuki ben senin kokunu kilometrelerce öteden tanıyabilirdim. Herşey bir bilinmezliğin içinde kayboldular. Neredesin şimdi ey sevgili?
Aşkın her anını yaşamak varken şimdi niçin yalnızsın, ben niye yalnızım. Kaç gece geçti sensiz, kaç gece geçirdin bensiz. Kaç gece seni düşünerek geçti biliyor musun, kaç gece bir sonraki günü düşünerek geçti. İsyanımın sessiz çığlıkları her sabah boğdu sabah güneşlerini.
Artık bitsin istiyorum bu ayrılıklar, bütün kırgınlıkları yüreğimizin tozlu raflarına kaldıralım ve unutalım onları orada. Sevgileri yeniden çağıralım gittiği yerlerden. Umutları serpiştirelim gökyüzüne, yıldızlarla çoğalsınlar diye. Yoruldum ben ayrılıkları yaşarken yalancı neşelerden, maskeli yüzlerden. Sırtıma yüklediğim yükler çok ağır geldi, artık taşıyamıyorum. Hepsini bir bir silkelemek istiyorum. Hafiflemek, hafifleyip uçmak istiyorum artık. Yoruldum inan.
Gözünü açtığın zaman ilk göreceğin kişi olmak istiyorum. Sana ilk "günaydın biriciğim" diyen olmak istiyorum ben artık. Bütün yalnızlıkları ve kırılmışlıkları toplayıp bir çuvala, denizlere atmak istiyorum.
Sana huzur vaat etmiyorum ben, çünkü ben huzur değilim. Ben tutkuyum, ben sevdanın en koyusuyum. Seni sevdanın en koyu renkleriyle sevmek istiyorum. Elini tutup gidebildiğim kadar uzaklara gitmek, mutluluğu tekrar avuçlarımın arasına almak istiyorum.
Hayatıma anlam katmak için, yaşamımın anlamı olman için, yalnızlığıma ilaç olman, ruhumun acısını gidermen için şimdi gelmeni istiyorum. Belirsiz bir zaman diliminde değil, yarın ya da öbür gün değil şimdi istiyorum.
Seni şimdi istiyorum…
Şükran Demirtaş