- 493 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Güçlü Bir Rüzgar
Bir deprem olmalı şimdi. Üç saniye kadar dünya hiç durmadığı kadar durmalı o sallantıda. Çünkü en çok böyle şiddetli sarsılışlarda durur dünya. Zaman durur. Saniyeler akmaz olur, yelkovan inatla ilerlemeye devam etse de... Çünkü burada tüm saatler durmuştur. Varlık ve yokluk arasındaki aralıktır sadece zaman. Nefes almak ya da çürüyüp gitmek arasındaki o ürperişlerle dolu bekleme hali…
İşte böyle bir aralığa ihtiyacım vardı benim de. Var olmayı güneşin doğuşu kadar sıradan bir durum olmaktan çıkaran... Ancak o zaman bir iç çekişte ifade bulan anlamsız saatler yığını olmaktan çıkarabilirdim günümü. Ölümün her an beni daha beter bir boşluğa çekebileceği bilinciyle, olabildiğince yok olmaktan uzak bir yaşam sürmeye başlardım.
Dışarı çıktığımda ilk kez asık yüzlü adamlara kızarak bakmadım. Güneşin gülümseyişine inat bir karanlığı taşıyan o insanlar bana aradığım o sarsıntıyı hatırlatıyordu çünkü. Gülümseyen yüzlereyse büyük bir öfke duyuyordum aksine. Yanlarından geçen bir gölge olmama izin veriyordu çünkü bu her şeyi kabullenmiş, mutlu mesut halleri.
Oysa o karanlık yüzlü insanlar bir anda yangın yerine çevirebilirlerdi dünyamı. Mesela çantamı aşırmaya kalkardı içlerinden biri… Ben kimliğimi, telefonumu kurtarayım diye çantamı çekmeye çalışırken, zamanı durduran o depremi yaşardım. Adamın cebinde olması muhtemel keskin çakının hayali bile beni hiç olmadığım kadar gerçek kılarken var olmakla yok olmak arasındaki o minicik aralık koca bir uçuruma dönerdi birden. Hiç olmadığım kadar var olurdum ben de.
İşte bu garip ruh hali içinde karşıdan karşıya geçiyordum ki, aradığım o deprem gerçekleşti: Tüm dünya durdu birden. Yolun ortasında kalakaldım. Ani bir fren gıcırtısı ve sonuna dek basılan bir kornanın kulak tırmalayan sesi tüm uzuvlarımı adeta felç etti. Hemen var gücümle koşmaya başladım. Korna sesi susmuş, saatler yeniden ilerlemeye başlamıştı. Ama bu kez tik taklarını duyabiliyordum zamanın. Tam karşı kaldırıma varacaktım ki birden bana doğru koşan o genci fark ettim.
“İyi misiniz?” dedi, kaygılı bir ifadeyle… Yüzümde, ona iyi olmadığımı söyleyen bir şeyler olmalıydı.
“İyiyim, endişelenmeyin.” dedim gülümseyerek. “Bir an öleceğimi sandım sadece. Hala onun dehşetini yaşıyorum.”
“Bomboş bir yolda ilerliyor gibiydiniz. Nerede olduğunuzu unutmuştunuz sanki.” Beni o halimle gördüğü an’ı yeniden yaşıyormuş gibi şaşkın gözlerle yola bakıyordu: Taşlaşıp kaldığım o noktaya… “Ta ki korna sesini duyuncaya dek…” diye ekledi.
“Şimdi gayet iyi biliyorum ama, nerede olduğumu.” dedim, onu bu an’a geri getirebilmek için… Takılıp kaldığı noktada az önce var olan o kadını bir an önce unutmak istiyordum çünkü.
Ama suskunlukla geçen birkaç saniyenin ardından dehşetle anladım ki, o kadını aramızdan dışlarsam, yeni bir zelzeleye daha tutulmam an meselesiydi. Çünkü kalp atışlarım normal temposuna dönüp nefesim düzene girmeye başladıkça, yanımda yürümekte olan bu genç de bir gölge olmaktan çıkıyor, an be an daha bir ete kemiğe bürünüyordu.
Gerçi bir yanım “hani tam olarak var olmak istiyordun, işte sana fırsat” diye beni bu çekingen tavrımdan vargücüyle vazgeçirmeye çalışsa da, ben aradığım o sarsıntının, başka birinin tanıklığı altında gerçekleşmesini asla istemiyordum. Hele failin kendisi olduğunu gösteren onca belirti varken…
Az önce de bir savruluşa şahit olmuştu gerçi… Önünü ardını göremeyecek kadar az var olan bir kadın olmuştum, her zamankinden çok daha fazla var olduğum o birkaç saniyenin hemen öncesinde. Bana doğru atılışındaki o duygu olsa olsa acıma olabilirdi bu durumda. Öyleyse neden onun yanında kendimi ele vermekten korkuyordum ki şimdi?! Sanki yeterince çıplak kalmamışım gibi…
“Titriyorsunuz.” dedi, suçluyu ararcasına yola doğru bakarak. “Hala üzerinize gelen o arabayı düşünüyorsunuz, değil mi?”
“Evet!” dedim, gereğinden çok daha yüksek çıkarak sesim… Can simidine sarılır gibi canhıraş sarılarak o evet’e… Dalgalara direnmem gerekliydi çünkü. Az önce gözlerini görmüştüm. Büyük bir ormanda bulmuştum birden kendimi. Ağaçlar sarmıştı çevremi. Yeşilin hiç görmediğim bir tonunda yaprakları vardı.
“O araba gözlerimin önünden gitmiyor birtürlü.” dedim, gözlerimi yüzünden apar topar kaçırarak. “Hiç böyle yaprak gibi titrememiştim.”
“Ben de tam onu söyleyecektim.” dedi, gülünce yüzünün ne hal alacağına dair az önce içimde uyanmaya başlayan merakı gidermek istercesine, uzun uzun gülerek… “Rüzgara tutulmuş yaprak gibisiniz gerçekten…”
Evet, güçlü bir rüzgar esmeye başlamıştı az önce gözlerindeki o ormanda. Yeşilin o emsalsiz tonundaki yapraklar düştü düşecek sallanmaya başlamışlardı dallarında. Onlarla yarışırcasına sallanıyordu yapraklarım benim de... Güçlü olmaya zorlayarak köklerimi… Beni çok daha güçlü bir ağaç olmaya zorlayarak…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.