- 1605 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Kalp Kırıkları Nerede Toplanır?
Unutmaya çalıştığımda hep geri geldin, sonra ben yeniden unutamayacağımı anladım. Bu her seferinde daha da güçleniyordu yani unutamamak. Çaresi olmayan bir hastalık gibiydi. Unutamadığım zamanlarda seni ne kadar çok sevdiğimi anlamaya çalışıyordum, cebimde sakladığım kelimeler yetmiyordu anlatmaya, eksik kalıyordu her şey. Sonra sen gidiyordun, her sevdiğimde… Unutmamam için sonra yeniden geliyordun. Bu hep kısır döngüydü hayatımda, hep böyle olurdu. Diğer şeyler gibi.
Geçmeyecek bir hastalık gibiydi aşk ve nerede şifa arayacağımı da bilemiyordum. Bir de nasıl ifade edeceğimi bilemiyordum. Suskunluklarımın nedeni en çok buydu. Sen içimde yaşatıp, içimde büyüttüğüm bir şeydin, birisi bile değildin belki. Hayal meyal hatırlıyorum seni ama sen hiç kendini unutturmuyorsun.
Kalbimi her kırdığında bir sürü kırık oluştu, her kırdığında yenilenmeyen kalbim eksilmişti. Kırılan parçaları nereye gömdün acaba? Gömdün mü onu da bilmiyorum, uçurumdan yuvarlandı belki de, her bir parçası başka bir aşka başladığın yerde kaldı belki.
Cansız, kırık, kesik.
Başka aşka başladığı yerde bitiyor belki kırıklar, ya da canlanıyor. El açıyor belki semaya, orada olmamak için, şahit olmak için. Toplayabilirse kırıklarını gidiyor belki.
Kalp kırıkları nerede saklanıyor?
Saklanacak yerleri var mı bu sağlam durmaya çalışan bedenlerin arasında. Eğer olsa kırılır mıydı? En iyisi cenaze töreni, öyle sıradan. Kimse olmadan. Kendi cenazemizi de kaldırmayı biliriz biz, kendi kırıklarımızı toplayabildiğimiz kadar. Kalpsiz yaşayabildiğimiz kadar.
Kalp kırıkları nerede toplanıyor?
Masal içindeki masal gibiydik, masallara inandıkça gerçeklerimizden olduk. Hani şu kaçamadığımız gerçekler. Gerçekler yüzümüze çarptığında ayılabildik ancak masallardan.
Ayrıldık…
Evet ayrıldık bu aşkı ortada bırakarak ayrıldık. Aşkın meyveleri ortadan ikiye ayrıldı bizden sonra. Bilmem hangi yüreklerden ısırılıp, yaralandılar.
Biz; ayrılırken ölmedik ya da ayrılınca. Ölene kadar ayrılmayacaktık ya, uyduk bu söze. Biz ölünce ayrıldık. Birimiz öldü çünkü, diğerimiz ayrı kaldı.
Tuzlu bir çay tadı gibiydi tadı ayrılığın, üzerine hangi tadı tatmaya çalışırsak çalışalım, hep buruk gelecekti sonraki tatlar dilimize. Bu tuzlu çayın tadını silemeyeceğim hafızamdan ve dilimden. Tatlı çay da fayda etmez artık damağıma, öyle bir burdu ki ayrılığın tuzu, şimdi gözlerime kadar yanıyorum, buruk olma nedenim bu yüzden ve sürekli buğulu olan gözlerimin sebebi de bu.
Kalp kırıkları nerede toplanır bilmiyorum ama tüm ayrılar aynı yerde toplanır. Aynı yalnızlıkta, aynı şekilde üşür ayrılar ve aynı şaşırmışlık ifadesi kaplar tüm bedeni ve gözleri. Sonraları aynı şekilde koruma ihtiyacı duralar kendilerini, aynı şeylerden. Korunmak ihtiyacı duysalar da her ne kadar, aynı hızla yakalanırlar yeniden kaçtıkları şeylere. Kaçınılmaz olur tekrar bulmak ve tekrar ayrılmak, sonra tekrar beklemek.
Damağımdaki tuzlu çayın tadı bu ayrılık saati
Yine hüzün demleniyor alüminyum çaydanlıkta
Yine dert pişiyor gözlerimin derininde
Yine gözyaşı çıkacak bu demlikten
Bardağa damlayacağız yine buram buram dert dökeceğiz.
İkiye bölündük ortadan, ama ayrılmadık, sadece ben düşler kadar uzaktayım artık.
Sen hala gerçekte misin? Hala gidiyor musun o sahil kıyısına? Saçların hala aynı kısalıkta mı? Öfkelerin aynı uzunlukta mı?
Metro yapıldı mı oralara da? Mesela mezarlığa gitmek için kaç vesait yapmak gerekir? Yerin dibinden mi başlıyoruz hayata? Yoksa gökyüzünden mi? Bulutlara bakınca mı sabah oluyor? Güneşe bakınca mı ısınıyoruz?
Yolun düşer mi buralara?
Düşerse muhakkak uğra, hangi mezarlıkta olduğumu bilmeyeceğim ama sen bilirsin, hem de benden daha iyi. En azından yakınlarım öğretir sana, (tabi hala kaldılarsa) bana nasıl geleceğini.
Görüyorsun ya işte; ne kadar hayatın içinde olmaya çalışsam da, o kadar dışındayım yaşamanın. Ne desem beceremem artık bundan sonra. Söylediklerimi sen anlayamazsın, senin anlayacağın dilde de ben konuşamam artık. Çünkü biz ayrıyız, aynı ayrılıkları yaşamadan, aynı acıyla ayrıyız.
Kelimelerim yoruldu özlediğimi söylemekten. Hep yalancı çoban oldum, hem yabancı oldum kendim yüreğime. Şimdi yüreğimden bile uzaktayım, düşler kadar uzaktayım sana, düşmek üzere de değilim artık, düştüm, dağıldım, parçalarımı bile toplayamıyorum. Kalp kırıklarımı bir mezara doldurdum, düşerken, düş olurken en çok kalbimden kırılmıştım.
Bu yüzden ayrıyız diyorum sana, senin asla gelemeyeceğin bir yerdeyim, en azından üzerime gel. Bir çiçek bırak, hani en saf renginden papatyaların, en masumundan. Tıpkı günahlarda boğulurken, içimizde doğan temiz, masum aşkımız gibi.
Kalp kırıklarımı toplayabildiğim kadar uzağa gidiyorum
Bir gülümsemelik mesafede yitirdik aşkı
Bir düğümde son buldu bu masal
En çok sen anlatırdın oysa, en çok ben inanırdım
Sen anlattığın için masallara.
Bu yüzden en çok benim boğazım tıkandı, nefes alamadım
Şimdi öğrendim kırıkların nerede toplandığını
Ve kalp kırıklarına ne yapıldığını.
Otuz Kasım İki Bin On İki 18 00
Nevin Akbulut
YORUMLAR
Derin biz özlemin hüznü düşmüştü yine kelimelere.Cümleler yas tutar gibi bir birine yaslanırken, bir mezar çukuruna bırakmak aşk kırıklıklarını, içimizdeki şemsin ışığıyla ısnırken bırak şimdilik uzak kalsın kabirler ve unutulsun eski ayrıllıkların sancısı...
Hüzün de olsa tüm cümleler, bir tebbessüm için kutladım yazan yüreğini...
hep gülümse emi...
sevgi ve selamlarımla