Kar Altında
Kar düşmeden geçidi aşmalıyız.
Sonrası kolay.
Bir saat mola verip yola devam ederiz.
Şansımız varsa yolda jandarma ile karşılaşmayız. Bu günlerde dağda birkaç eşkıya göründüğü haberi üzerine karakolda iki asker bırakıp diğerlerini araziye çıkarıp yollarda pusu atıyorlar.
Katırlar yoruldu mu işimiz çetin. Kaçmak kaçamazsın, katırları bırakamazsın. Bu mal sabaha Harun Ağa’nın elinde olmazsa bir kuruş alamayız.
Sağ selamet varalım şu köye, bu yollarda çok kayıp veren oldu.
Ya canını ya malını teslim edip yitip giden oldu.
Biz temkinli olalım.
Hava soğudu, bu parlak beyazlık hayra alamet değil. Kar fena yağacak, tecrübelerime göre büyük bir tipi yaklaşıyor.
Silahları battaniyelere sar ki yabani ile karşılaşırsak barut ıslanmış olmasın. Yoksa jandarmadan önce aç kurtlar işimizi bitirir.
Derdim, yanımda bir yoldaşım olsaydı. Fakat başını bulutlara dayamış beyaz saçları ve geçit vermez yolarıyla bu dağları yalnız başına iki katır dolusu kaçak mal ile geçmek ne kadar zor bilemezsiniz.
İşte şurada yıllardır inatla ayakta kalmayı sürdüren koca bir çam ağacı var. Onun gölgesinde dinlenmeliyim.
Çam dalları nasıl da çatırdayarak yanıyor. Ayaklarımdaki keçi kılından yapılmış çoraplardan çıkan dumanlar sarma sigaramın dumanına karışıyor.
Ateş yandıkça aşağıya iniyor. Kar eridikçe taşların üzerindeki buzlar çabucak eriyip aşağıya süzülüyor. Fakat tam yere değmeden soğuk yine buza dönüştürüyor akan suları.
Azık torbamda bir parça ekmek, bir baş soğan ve yarım teker peynir beni sabaha kadar idare eder. Sonrası Allah’a kalmış.
“Hey oradaki, kimsin ?”
Bu ses dere tarafından geliyor. Kim olabilir bu zamanda burada?
Ya benim gibi bir kaçakçı, ya da jandarma.
“Yalnız mısın? Ne arıyorsun burada? O katırların yükünde ne var?”
“Ben yalnızım, tüccarım hayvanlarımın yükünde sattığım mallarım var”
“Buraya doğru yaklaş yabancı, gözüm üzerinde sakın ha yanlış yapayım deme, sonra alnının ortasına yersin kurşunu”
Demek beni apaçık görebileceği bir yerde, haklı o zaman yanlış yapmamalıyım. Eşkıya ise malları alır ben giderim, jandarma ise malları da beni de alır ben yine sağ selamet giderim.
“Bu tarafa, kayalığa doğru gel”
Ellerini kaldır, hah şöyle, sakin ol, korkma dediğimi yaparsan sana bir zararım dokunmaz”
Tamam, geldim işte nerdesin?
“Çök ve silahını yana koy”
Sakın ateş edeyim deme benim kimseye kötülüğüm yok, sadece kendime dokunur zararım.
“Ya demek öyle, katırların yükünde ne var? Zararsız mallar mı?”
“Tamamen zararsız, ticari mallar var, ben tüccarım beyim”
“Demek tüccarsın, silah tüccarı mı? Uyuşturucu tüccarı mı?”
Yok beyim. Nerden anlamıştır katırların yükünde silah olduğunu? Acaba? Yok canım o ne arasın burada, çoktan ölmüştür.
O kadar yüksek kayalıktan düşen adam ayağa kalkabilir mi? Bendeki evham, boşuna vehmediyorum. Mümkün değil olamaz.
“Peki, sen yalnız mısın? Yalnız mı çalışırsın? Kimin kimsen yardımcın yok mu?”
“Yok, yani vardı da Allah rahmet eylesin kazada öldü ortağım. Birkaç sene evvel yine mal getirirken şu karşı tepelerden geçiyorduk. Buz tutmuştu her yeri, dik yamaç yerler beyim, ayağı kaydı uçuruma düştü, ben çok gerilerde olduğum için kurtaramadım arkadaşımı.
“Sus ağlama, demek ayağı kaydı düştü. Sen bir şey yapmadın yani?”
Yok, beyim o benim yoldaşımdı, beni korur kollardı ben de onu tabi ki
“Sen neden kollayamadın yoldaşını, bak ayağı kayıp düşmüş zavallı”
Sorma beyim ben arkasından geliyordum, biraz tartışmıştık, bana kızıp ileriye doğru hızlanınca ben de siniri geçince giderim dedim yanına. O sırada cam gibi buzun üzerinden geçiyorduk. Geçidin en kötü yeriydi, tam boğazda dengesini kaybetti, bir anda beyaz kar kümesinin içerisinde kayboldu. Çok tipi vardı aşağıya inemedim.
“Demek bir anda oldu?”
Evet, elimi tutmak için hamle yaptıysam da başaramadım beyim, tutamadım arkadaşımı.
“Ama az önce çok geride olduğunu söylemiştin. Şimdi ise elini uzatıp yakalayamadığını söylüyorsun ?”
Nasıl beyim, yok ben gerideydim, kurtarmak için elim… Bir anda şey oldu.
“Onun payını ne yaptın? Ailesine ulaştırdın mı?”
Bu da nerden çıktı, nerden biliyor payı olduğunu?
“Ticaret ortağıydınız ya, muhakkak vardı onun da az da olsa kazancı değil mi?”
Evet, beyim onun hakkını yetimlerine ulaştırdım. Acı haberi vermek zorunda kaldım. Mukadderat beyim.
“Ya ne demezsin mukadderat, fakat senin elinle gerçekleşen bir mukadderat”
Adam deli mi ne? Başındaki örtüyü kaldırıyor. Bakalım kimmiş.
Aman Allah’ım bu!
Kar mavzerin namlusundan çıkan barutun peşinden koşuşturuyordu.
Çam dallarına tüneyen dağ horozları aheste bir kalkışla uçmaya başlayınca dallardan dökülen karların “laap” sesleri yankılandı.
Ürken katırlar havaya zıplayıp kulaklarını dikti.
Kırmızıya bulanan yerlerdeki karlar eriyip çöktü ve ayak izleri yağan kar ile git gide kapanmaya başladı.
Yaza kadar buralara gelen giden bir daha olmaz. Yaza kadar kar altında konuşulmaz, susulur.
İhanet nerde olursan ol, bir gün yakana yapışır.
YORUMLAR
okurken üşüdüm can....kadir inanırın katırcılar filmi gözümün önüne geldi...hikaye kalemin sayesinde bal tadında... çıtır çıtır yanan çam dallarının yaydığı sıcaklığı veriyor....kalemin daim elinde olsun güzel insan..... sevgiler
erolabi
valla hem iş yapıyorum...hem de yazıyorum...aslında baştan düşündüğümü sona kadar hafızamda tutamıyorum....bu kadar oluyo...
zaten benim felsefem abi..kafana göre takıl....
selam ve saygı ile.