- 657 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Bizi Buraya Getirenler
Kapıyı açıp başımı uzattığımda, içeride kimseyi bulamadım. Yapacak bir şey yoktu, geri çıkıp kapıyı kapattım.
Koridorda da kimse yoktu. Sıra sıra kapılar, ışıkların yanmamasının verdiği loşluk ve sessizlik... Rastgele bir yöne yürümeye başladım. Taş zeminde adımlarım yankısı olan bir ses çıkarıyordu. Koridora bakan kapılar kapalıydı; hiçbirinden ışık da sızmıyordu. Açık bir tane bulmak ümidiyle ilerlemeye devam ettim. Bulamadım.
Sonunda vardığım köşeyi dönünce de hiç bir şey değişmedi: Yine uzun, loş bir koridor, yine kör kapılar. Yere oturup, beklemeyi düşündüm. Gelebilirlerdi. Gelecekler miydi? Kendime bir baktım: Yeni sayılabilecek takım elbisem, boğazımı sıkan gömleğim, karımın zorla aldırdığı sarı kravatım... Bu kıyafetle taş zeminde bir dilenci gibi oturmak bana yakışmazdı; vazgeçtim.
Çaresiz yürümeye, bilinmeyene doğru ilerlemeye devam ettim. Bu bölümü ilk defa görüyordum. Yeni yapmış olmalılardı. Duvarlar hala boştu. Acil çıkışları gösteren tabelalar, telefonla konuşma yasakları... Hepsi o kadar. İlginçtir, yeni binalarda olması gereken badana kokusu burnuma burada gelmedi. Belki yeni bir tür boya kullanıyorlardır; zehirli olmayan, kafa yapmayan, organik, kilo aldırmayan, vs. Bunları düşünürken bu koridorun da sonuna geldim.
Koridor biri aşağı inen, diğeri de yukarı çıkan merdivenlerle bitti. Genel kural olarak bilinir ki bulunduğunuz katta birilerine rastlamamışsanız, bir yukarısında başkalarına denk gelme olasılığınız oldukça azdır. Bu yüzden aşağıya inen merdiveni seçtim.
Alt katın yangına dayanıklı kapılarını açtığımda, kendimi yukarıdakilerin benzeri bir koridorda buldum. Ama bir farkla: İleride, koridorun dibinde, içeriye yegane aydınlığı sağlayan pencerenin önünde bir siluet vardı. Siluetin sahibi sabit durmuyor, yerleri paspaslıyordu. Ona doğru ilerledim. Bu katta da adımlarım ses çıkarıyordu ama hademe olduğunu tahmin ettiğim kişi buna aldırmadı. Çok geçmeden sebebini anladım. Melodik olması gereken bir takım sözler mırıldanıyordu:
Bizi buraya kadar Tanrı’nın lütfu getirdi;
Buradan da bizi evimize yine o götürecek
Yanıbaşında durdum. Geldiğimi farketmemiş gibiydi. Ne zamanki bulunduğum noktayı paspaslama ihtiyacı duydu, o zaman ayaklarımı gördü. Başını kaldırdı: Bendim. Beni tanımadı. Ben de onu tanımadım. Hangi birimiz hademeleri tanımıştı ki?
“Neredeler?” diye sordum.
Burnuna kaymış gözlüklerini geriye doğru itti.
“Bilmiyorum.” dedi. Başını çevirip paspaslamaya devam etti. “Farketmez zaten. Ben yine de burayı temizlemek zorundayım.”
“Bilen birini biliyor musun?”
Durdu. Uzun saplı paspasına yaslanıp ileriye, köşesinde durduğum ama henüz girmediğim yeni bir koridorun sonuna doğru baktı.
“Belki... Belki oradakiler biliyordur.”
“Kim oradakiler?”
Omuz silkip işine döndü.
Yapacak başka bir şey olmayınca onun işaret ettiği koridor boyunca yürümeye başladım. İkinci adımı atmıştım ki arkamdan söylendiğini duydum:
“Gidince göreceksin işte. Ne soruyorsun?”
Sonra mırıldanmasına devam etti. Şarkısını, kaldığı yerden mi aldı, yoksa en başa mı döndü, anlayamadım.
Bana uzunca gelen bir yürüyüşten sonra açık bir kapının önünde durdum. İçeride, oda boyunca uzanan bankonun öbür tarafında oturmuş biri vardı. Bankoya yaklaştım. Karşımda sarışın, topluca bir genç kadın oturuyordu. Dikkatini önündeki ekrana vermiş, ekranın solunda beliren bir kutucuğa bir şeyler yazıyordu. Yazdıklarını gönderiyor, kendisi yazmadığı halde kutucukta belirenleri okuyordu. Okudukça kıkırdıyor, sonra yeniden yazmaya koyuluyordu. Tam tarafsız bir gözlemci onun kısır döngüye girdiğini düşenecekken, ben öksürdüm. Sarışın, toplu kız irkildi.
“Evet?”
“Bir dakikanızı alabilir miyim?”
“Bunun için buradayız.”
Ofise şöyle bir göz gezdirdim: Sarışın, toplu kızdan başkası yoktu.
“Nereye gittiklerini merak ediyorum.”
“Kimin?”
Çok açık değil miydi?
“Öğrencilerin.”
Ellerini klavyeden çekip bana döndü.
“Hangi öğrencileri soruyorsunuz?”
Bu tip sorulara hep cevap verdiğim gibi “Soldan üçüncüyle dördüncüyü” demek istemedim ama kendime hakim oldum.
“Fizik dersinin öğrencilerini, PHYS 820 Özel Göreceliliğe Giriş dersini alanları.”
“Beyefendi, sanırım bilmiyorsunuz: Dersler bitti, şimdi final zamanı.”
“Gayet iyi biliyorum. Ama final sınavı için gelmesi gereken öğrenciler nerede?”
Bana şüpheyle baktı.
“Bütün bunları niye soruyorsunuz?”
Niye sormayayım ki?
“Çünkü onlara final sınavı yapacağım.”
“Emin misiniz?”
Eli telefona gitti. Ahizeyi kaldırıp başıyla omuzu arasına yerleştirdi.
“Ne demek emin miyim? Ben o dersin hocasıyım.”
“Dersin hocası olsanız artık final sınavlarının okulda yapılmadığını, evden nete girilerek sınav alındığını bilirdiniz.”
Kısa bir numara tuşladı.
“Nasıl yani? Ne zamandır bu böyle?”
“Sanırım altı yıldır. Alo? Güvenlik mi? Ben kayıttan Tracy. Birilerini gönderebilir misiniz? Sanırım bir 502 durumu var.”
Sarışın, toplu Tracy’nin ne dediğine dikkat etmiyordum. Altı yıl! Altı yıldır final yapılmıyor muydu? Peki bunca senedir ben kimlere final sınavı veriyordum?
Birileri koltuk altlarımdan tutunca kendime geldim. Sol tarafımdaki zenci güvenlik görevlisi beni görünce gülümsedi:
“Ah! Profesör Mavalvala bu.”
Tuttuğumu kolumu bırakıp aynısı yapması için diğer görevliye işaret etti. Sonra artık ayakta duran Tracy’e eğilip:
“Eski hocalardan... Hala aktif olduğunu sandığından, arada sırada ders verecekmiş gibi okula gelir. Zararsızdır.” dedi. Sonra gülümseyerek bana döndü:
“Profesör, bizimle bir kahve içmek ister misiniz? Size sınavınızla ilgili detaylardan bahsetmemiz gerekiyor.” Çıkarken sarışın, toplu Tracy’e göz kırptığını farkettim.
YORUMLAR
Çok sevdim,kutlarım.Acaba ileride ben de okulumun koridorlarında böyle dolaşır mıyım?:))(özlemekten olabilir belki)
İlhan Kemal
kurgusuyla güzel ve etkileyici bir öykü koridoları bile arşınlıyorsunuz sanki olayın içinde yaşatıyorsunuz. dolu bir sayfa teşekkürler..
İlhan Kemal
Gülayşe DELEN
İlhan Kemal
Dostum, diyerek hitap etmeyi aslında daha çok seviyorum çünkü yaşa endeksli okumuyorum hiç bir yazıyı.Okuyucuyum. Dostum, öykü konusundaki bilginden için zaten birşey demedim. Yağcılık adınada demedim sizin beni anladığınızı hissediyorum...
Amazing Grace..dediğin kısmı yazarken belirtmişsin zaten alıntı olduğunu. Sen gibi bir lisanı KEŞKE öğrenebilseydim dostum.
"Öyküdeki profesörün soyadını ödünç aldığım Nergis Mavalvala da, bahsettiğin John Nash gibi MIT'den (Biri fizikçi, diğeri matematikçi). Ama ortak noktaları bununla sınırlı. Öyküdeki Mavalvala ise Nash'ten o kadar da farklı değil ama siz yazıncaya kadar ben bunu düşünmemiştim. "
bu sözleri birikimli insan yazar...
Dostum her yazını severek okuyorum Teşekkürler bana bu kadar değer vererek yazdığın cevap için....
EN DERİN SONSUZ SAYGILARIMLA DOSTUMA....
İlhan Kemal
Bu sayfada her zaman sıradışı ve keyifli bir yazı okuyorum.
içine çekip sarıyor insanı
yine çok keyifle okudum,varolun.
selam ve dostlukla..
İlhan Kemal
yürüdü koridorladan geçri sanki mechule giden bir toprak yolda...Okurken gözlerimde canlandı sanki...
Labirent gibi yollardan geçti...Uzay gemisinde dolaşıp durdu.
Hocamız zaman gemisine binmiş...Unutmuş kendisini... Herşey bilgisayarda...Çağın çok gersinde kalmış.
. Kaleminiz ve hayal gücünüz çok kuvvetli..Güne gelecektir.
Yazının başladığmda mechul bir yol ve yolunu arayanları hayalimde canlandırdım.Öykünüz beni çok etkiledi.Sevgilerimle...
Bugün etkilenerek okuduğum şiiri de sizinle paylaşmak istiyorum.....
Bölüm I
Sokakta yürüyorum.
Derin bir çukur var kaldırımda.
İçine düşüyorum.
Kayboluyorum...Çaresiz kalıyorum.
Benim hatam değil bu.
Bir çıkış yolu bulmak ömrü alıyor.
Bölüm II
Aynı sokakta yürüyorum.
Derin bir çukur var kaldırımda.
Görmemiş gibi yapıyorum.
Tekrardan düşüyorum içine.
İnanamıyorum aynı yerde olduğuma.
Bu benim hatam değil ama.
Bir hayli zaman alıyor oradan çıkmak.
Bölüm III
Aynı sokakta yürüyorum.
Derin bir çukur var kaldırımda.
Görüyorum onu.
Düşüyorum yine de... Alışkanlık.
Gözlerim açık.
Nerdeyim biliyorum.
Bu benim hatam.
Derhal çıkıyorum.
Bölüm IV
Aynı sokakta yürüyorum.
Derin bir çukur var kaldırımda.
Çevresinden dolanıyorum.
Bölüm V
Başka bir sokakta yürüyorum.
İlhan Kemal
Bence benim öyküyü bir kenara bırakın: Sizin yazma vaktiniz gelmiş. Zaten birer ikişer damlamaya başlamıştı; artık çağıldıyorsunuz. Görünen o ki öyküm sizi tetiklemiş (Geçmişte sizin şiirleriniz beni tetiklerdi; sizinkileri okuduktan sonra mutlaka bir ya da birkaç tane de ben yazardım). Bu benim için şahane bir hediye oldu. Ellerinize sağlık. En kocaman sevgilerimle.
alışılmışın dışında çok etkili bir kalem okuyucu yazının içinde...sürekli rol değiştiriyor....fazla söz yazıyı incitir diye korkuyorum bu gün en çok etkilendiğim sayfa .....harikaydı.......saygılar
İlhan Kemal
Başlık ve yazının bu kadar uyumlu olduğu az şey okudum. Yine çok orijinal bir konu seçimi. Elinize sağlık.
İlhan Kemal
Dostum (üstadım),
Her zamanki gibi haz alarak okudum harika yazını.Hizmetlinin şarkı sözlerini
Bizi buraya kadar Tanrı’nın lütfu getirdi;
Buradan da bizi evimize yine o götürecek
birde
-“Gidince göreceksin işte. Ne soruyorsun?”- bir de bu sözünü sevdim.Profösörün her adımda yürürken kimle karşılaşacak kimi arayacak sorusunun içinde yüzerken, finalle kendime geldim.Altı yıllık eski bu profösörün durumunu düşünürken, akklıma öykünün dışında ki bir film geldi.Nobel ödülü alan prf.Neş-akıl oyunları filmi. ( yabancı yazılışını bilmediğimden)
Bu doyurucu güzel öyküyü yazan yüreğiniz sağlık der,
en derin saygılarımı sunarım dostum ( abim)
İlhan Kemal
Hizmetlinin (Ben hademe demeyi tercih edeceğim) söylediği sözler bir ilahiden (Amazing Grace) alınma. Bu yüzden de italik formdalar (Kötü tercüme bana ait). Birden fazla noktada öyküye oturduğu için tercih ettim.
Öyküdeki profesörün soyadını ödünç aldığım Nergis Mavalvala da, bahsettiğin John Nash gibi MIT'den (Biri fizikçi, diğeri matematikçi). Ama ortak noktaları bununla sınırlı. Öyküdeki Mavalvala ise Nash'ten o kadar da farklı değil ama siz yazıncaya kadar ben bunu düşünmemiştim.
Yorumunuz ve katkılarınız için çok teşekkür ederim. Saygılarımla.