13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2654
Okunma
Yaşam içimizdeki kentin kaldırımlarında eksik bıraktığımız cümlelerin duvağını açarken, yalnızlığı mühürler bazen yüreğimize. Yalnızlık, kalabalık gölgelerden kaçışın bir çeşit gizem sancısıdır. Bu sancının mayası elbette gurbettir. Hayat asıl gurbet yanını buğulu bir sorgunun ardına gizlerken, insanoğlu iç dünyasındaki arayışın sesini, sınırı hüzün olan haritada arar! Sonrası, şehirlere gömülü olan hikâyelere parça olacak anların şahitliğine değdirmektir kalan yanımızı.
Bazı şehirler vardır, ruhumuzdaki kilitli kapının anahtarını toprağında harmanlayan!
Bazı şehirler vardır, yaşama küs yanlarımızı sokaklarındaki tarihte demleyip yaşam ile barıştıran!
Bazı şehirler vardır, içinizdeki cayır cayır susan alfabeyi cımbızla çekip cümlelerin düğününü yaptıran!
Ve bazı şehirler vardır, toprağına ayak bastığınız andan itibaren sizi, göğündeki güvercinlerle hemhal edip kırık kanatlarınıza kanat olan!
N i ğ d e…
İğde kokusunun şifalı soluğunu tarihin asaleti ile söz kestirip; özgün bir bereketin adsız huzurunu doğuran bir başka şehir...
İnsanın aklı ile yüreği arasındaki o kayıp alfabenin şifresini çözen bir garip tılsım sanki Niğde. İlk bakışta sıradan bir şehir imajını veren bu sessizlik, içinde derin çığlıklar barındıran tarihi bir kuyunun, medeniyete göz kırpan sonsuzluğu gibi! İnsanlarının kendi içindeki prangalı tutunuşlarının sırrını, zamanın sihirli cevapları çözüyor. Dışardan gelen rüzgârlara kapılarını bir süreliğine kapatan bir savunma mekanizması var halkında! Öyle ki; o şehre ilk ayak basışınızda “sarı yalnızlık” türküsü dolanır dilinize. Yalnızlığın göbeğinden size akan bir bereketi besler aslında bu şehir. Doymuş bir sancı sonrası huzuru sunar, ördüğünüz duvarların umutlar demleyen diplerine. Gemileri yaktığınız denizin mavisini gövertir yeniden, yalnızlığın dökülen perçemine inat! Karşılıklı bir alışveriş başlar topraklarına ayak basanın şeffaf ama ürkek düşünceleri ile.
Siz Niğde’ye ne kadar sarılırsanız o size iki katı sarılır. Yetmez siz Niğde’yi küsüp ruhunuzdan, anlatımlarınızdan, yüreğinizden atmaya çalıştığınızda bile o size yine sarılır tıpkı bir anne şefkati ile. Onun içinizdeki kaleye hükmedişindeki sır, topraklarındaki tarihin sadakatinde mayalanır. Elçi tayin ettiği sabır, yaşama tutunuşunuzdaki telaş ile hemhal olur. Bir türlü çözemediğiniz kördüğüm, Niğde topraklarından ayrılırken açar kendini! Çözülen düğüm, siz Niğde’den gitseniz bile içinde vefanın rengini barındıran anahtar ile mutlaka çağırır sizi zamanın nabzının en hızlı atan anlarında!
Bir şehrin sizin yüreğinizdeki yeri gidişinizle bağlantılıdır. Topraklarından gitseniz bile göğü yüreğinizin göğü ile hep bağdaş kuracak olan bir sihirdir bu şehir! Niğde, insanın yüreğine sinen bir duânın, hüznün virdinde buluşup yangınlarından ırmaklar doğurması gibi bir duyguyu iliklerinize dek yağdıran anaç bir yağmurdur.
Ceviz, söğüt ve iğde ağaçlarının sardığı kaldırımlarda kiraz ağaçlarının zenginliği hemen dikkati çeker. Alâeddin Camii’nin kapısındaki taşa işlenmiş destansı sesler, ancak yüreğini o lisana yaslayanların duyabileceği bir tını ile çıkar! Bedesten’de, seslerin birbirine çarpa çarpa gelmişi, geçmişi belki de geleceği imzalayacak bir tılsımı nasıl emzirdiğini hissedersiniz. Göğünün ak alnından akar ters lalelerin kokusundaki bakir huzur. Bolkarlar’dan bir gelin edasıyla gelir kokusu ters lalelerin. Rahmaniye Cami’nin duvarlarındaki işlemeler ters lalenin Niğde topraklarındaki yerinin çok eski olduğuna ait önemli belirtilerdir.
Bor caddesindeki Sarı Han, Ulukışla ilçesi Yeniyıldız köyünde bulunan Kamereddin han, Altunhisar ilçe sınırları içerisinde bulunan Sıraçakıl Han ve Ulukışla’da ülkemizde en büyük kervansaray olarak bilinen Sadrazam Mehmet Paşa Kervansarayı, şehrin kendi içinde büyüttüğü sessizliği, aslında tarifsiz bir çığlıkla nasıl çevrelediğini duyar gibi olursunuz. İçinizdeki gurbeti size fısıldaya fısıldaya ezberletir. Ezberlediğiniz her damla ağıt, size rüzgârını helâlinden getiren bir huzur olarak geri döner.
Niğde Kalesinden seyrederken şehri, saat kulesindeki çalmayan çanın sadece sizin kulağınıza gelen sesi, ayrıcalığınızı gösteren bir armağandır aslında. Çünkü; insan bakarken görmenin şifresini ancak gönlünde palazlanan inanç ile çözer!...
Amas bağlarından şehrin göbeğine doğru inen yolun sağ tarafında bir iğde ağacı vardır. Niğde’nin her bir yanını kuşatmıştır iğde ağaçları; ama bu ağacın duruşundaki asalet, hayatın özetini arayan yanınıza sürülen kutsal bir koku gibidir! Yapraklarından akan hüzün, okula giden öğrencilerin cıvıltılarına karışıp kapatmaya çalışır kasvetini. Kimse bilmez, o ağacın okula gidemeyen bir çocuğunun kirpikleri ile yıkandığını. Kimse bilmez, o ağacın dallarının kimsesiz karıncaların yuvasına kale olduğunu. Ve kimse bilmez, o ağacın gölgesinde gurbeti kaderine işlenmiş bir firârinin kelimelerine kucak açtığını!...
Hüdavend’in etrafında baharın adını koyan çocuk ve kuş seslerinin oluşturduğu ortak nakarat, göğün göğsünden umut akıtır. Başakların şehre yansıttığı sarı zülüfleri yine ikliminden hiç eksik olmayan rüzgâr tarar! Elma kokusunun sindiği kaldırımları, sokak çocukları değil; birbirine bağlılığın simgesi olan aile kavramındaki sıcaklık kaplar. Aile kavramının yıpratılmadığı bir şehir olması, tarihe, törelere ve ananelere bağlılığın bereketi şehirdeki kimsesizlik kavramı olan huzur evi ve yetiştirme yurtlarının azlığı ile belli eder kendini.
Bu şehrin sanırım tek eksikliği birliğin kucağına bağdaş kuramamış olmasıdır halkının. Zira; bu devinimsel hareketleri durduran bir şey olmalı. “Bunca pozitif renklerin çizdiği bir tablo da nasıl olurda gelişen bir şehrin sesi duyulmaz” der içinizdeki ses! Ve cevap bellidir. “Benim olsun” içgüdüsü “Bizim olsun” bereketinin kapısını kilitleyen ağrıdır! Ağrıları ve sancıları bitirecek olan ilk adım, “ben” kıraçlığını “biz” ormanına çevirmek düşüncesini uygulamaya geçirmektir.
Mehtap ALTAN
Eylül2012
Not: Bu yazı Dört Mevsim Niğde Dergisinin Kasım/Aralık 12.sayısında yayınlanmıştır…