- 1330 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Çağrışımlar
..bir kadın
bir ağacı kesmiş
ağacın başında ağlıyordu..
’’İnsanlara yeniden güvenebilmeyi istiyorum.’’ dedi. O soğuk, o karanlık, o iğrenç sessizliğe seslendi. Kimse duymadı. Herkes gitmişti. Sahi nereye gitmişti herkes! Bugün hiç ağlamadığını düşündü. Bu iyi bir gelişmeydi, ya da hiçbir önemi yoktu. Kimin umrundaydı ki! Mutfağa gidip bir kahve koydu kendine.
Ateşi geçmek üzereyken iki odun daha attı sobaya. Bütün hevesi kaybetmişken, yeniden canlanan umuduna benzetiyordu harlanan ateşi. Bitmesin istiyor, sönmesin istiyor, geçmesin istiyordu har’ı; umudumun. İki umut daha atıp güvenini sağlamlaştırmak istedi hayata...
Radyoyu açtı. Cızırtılı seslerin arasından bir frekans tutturdu sonunda. Sevdiği bir şarkı çalıyordu. Sakin, kımıltısız ve sevecen bir havası vardı. ’Bazı şarkılar bir daha hiç geri gelmeyecek günleri geri getiriyor, ne tuhaf!’ diye iç geçirdi. Eskiyi hergün biraz daha özlüyordu. Bu şarkı eski günleri üç buçuk dakikalığına yeniden armağan etmişti ona...
Ne sobanın ateşi, ne kahvenin sıcaklığı ısıtmıyordu artık içini. Kafasının içi allak bullaktı. İçindeki mayınlara basmadan yürümek onu zorluyordu. Terk ettikleri ve terk edildiklerini bir türlü buradan çıkaramıyordu. Ne zaman yeni bir sayfa açmaya kalksa, yeni bir defterinin olmayışı geliyordu aklına. İnsana bir defaya mahsus tertemiz, hiç yazılmamış, hiç kirletilmemiş bir defter veriliyor ve bunu nasıl dolduracağına insan kendisi karar veriyordu. O ise defterini çoktan bitirmiş gibi hissediyordu. Yenisini alması imkansızdı...
Odanın içindeki eşyalara baktı. Eşyaların hemen hemen hepsi ona bir şeyler anımsatıyordu. Su bardağına baktı, onu aldıkları gün yaşadıkları kaza geldi aklına. Telefonun kulaklığına baktı, kulağındayken yüksek sesle konuşurdu, kimseyi duymazdı. O, ona kahkahalarla gülerdi. Koltuklara baktı, onu aldıkları gün kar yağmıştı. Soğuktan nasıl üşümüşlerdi. Doğuma az kalmıştı, çok yorulmuştu ve iftara davetlilerdi. Avizeye vaktı, üzerini boyadığı akrilik boyalar artık kurumuş olmalıydı. Fırçayla çizdiği desenlerin içinde kayboldu. Heyecanla ona gösterişi geldi aklına, onunsa yorumsuz ve ilgisiz kalışı... Belli ki beğenmemişti. O an avizeyi camdan fırlatmak geçmişti içinden. Sonra birden durakladı. Gözlerini sımsıkı kapatmış bunları düşünüyordu. Burası orası değildi. Hatta bahsi geçen anımsayışların hiçbirinde bulunduğu yer yoktu. Eskiden orada oturmayı hiç sevmediği bir oturma odasıydı anlattığı yer. Paniklemiş bir şekilde dönüp etrafına baktı. Arkasındaki soba, karmakarışık bir masa, su şişeleri, soda kolileri, ceviz kabukları...
Bazı çağrışımlar bazı yenilgileri de beraberinde getiriyordu. Yenilmişti, yılmıştı, yıkılmış bir bina gibiydi. Ne tuhaftır ki bitirmek ve başlamak arasında gidip geliyordu. Ne yeniden başlayabiliyor, ne tamamiyle bitirebiliyordu. Şaşkın bir balık gibi, gözlerimde kum taneleri, karaya vurmuş birinin gelip onu yeniden denize kavuşturmasını bekliyordu. En büyük kabahati de buydu! Kendi çabasıyla deneseydi belki denize kavuşacaktı. Ya da en kötüsü başı dik bir çekilde yitik hafızasına inat, öldüğünü bile unutup çürüyecekti orada...
Radyodaki şarkı bitince, yayına katılan telefon bağlantısına kulak kabarttı. Programı yöneten adam, telefonun ucunda aşk acısı çeken kadına akıl veriyordu. Olduğunuz yerde veya gittiğiniz yerlerde değilse ve bu yetmezmiş gibi olmadığınız ve gitmediğiniz her yerde varsa diyordu; ’’Unutun onu, zira bunu duymak sizi incitiyor olsa da; o sizi çoktan unutmuş...’’ Ne kadar da acımasız bir adamdı bu!
Dinlemeye devam etti. Konuşmalar iyiden iyiye dikkatini çekmişti. Sonra baktı söylediklerine kendisi dahi inanıyor adam.Telefonun diğer ucundaki kadınsa, adamın ağzından çıkanların ne olduğunu duymayacak kadar gergin. Kadın yıkılmış, adamsa acı gerçeklerle yüzleştiriyor kadını. Laf olsun diye konuşuyor gibi ama haklılık payı var diye düşünüyor. Kadının anlattıklarından, lüzumsuz işlere takılan bir adamı sevdiği belli Dinlerken kendisini o kadının yerine koyuyor. Üzerine gidiyor adam, istiyor ki öfkesi ona da bulaşsın. Bu kadar sakinlik, bu kadar hissizlik fazla! Ters giden bir şeyler olduğunu artık anlasın. Ama olmuyor. Kadın kendisini herkesin kabullendiği deliliğiyle suçlayıp geçiştiriyor. ’’Beni unuttuysa vardır bir bildiği’’ diyecek kadar da metanetli... Suçu biraz da kendisinde arıyor... Hatta en çok kendisinde arıyor...
Radyoyu kapatıyor. Hırslanmış gibi... Ciddiye alınmamak kötü bir his. Ciddiye alınmak, tehilkeli! Gitmeni istememesi bir insanın veya kalmanı da önemsememesi, garip... Sıkıcı bir kalabalık var etrafını sardığını sandığı ve onun sıkılmaması onu hayrete düşürüyor. Her şey zor, her şey gereksiz geliyor ve o an yazmak bile hissettiklerimi anlatmaya yetmiyor. Her konuşmaları başka çıkmazlara sürüklüyor kalplerini. Onu susturup; özlem dolu bir sevgiyle boğuştuğunu, sevgisinin ona her şeye rağmen hala güç verdiğini, hayatta daha mühim bir şey olmadığını ve iyi ki var olduğumu söylemesini diliyor. Bunların hiç birinin olmayacağından emin. Söylenen veya söylenmiş hiçbir şey kendisini kötü hissetmesini geçirmeyeceği gibi, onu da değiştiremeyeceğini artık biliyor. Bunu idrak etmek onu kahrediyor. Onun, ruhunu iyileştirme ihtimaline değil de, onu suçladığını sanması düşüncesine dayanamıyor...
.
Ondan sıkılan bir insandan onu anlamasını beklediği için kızıyor kendine. Delice bir öfkeyle yazmaya başlıyor.Yazıyor ama ne değişir hesap edemiyor. Yazarken yumuşayacağını bildiği için yazıyor aslında... Sonra karanlığın izlerini takip ediyor... Sevgilim,
Günlerden kasım, yıllardan kasım... Sonbahardan soyunuyor aşkımız. Bir tat var kalbimde sakladıkça dile geliyor. Aşkı dizimde uyutuyorum her akşam. Şefkatle ona yaklaşmaya ve ona sarılmaya çalışıyorum. Uyu ve büyü, sana mutluluklar alacağım, diyorum... O bizim çocuğumuz...
Ah benim kıyamadığım. Beni öteleyen bir rüzgârsın sen. Ağaca, toprağa, gökyüzüne, tomurcuğa her şeye tahammülün var biliyorum. Sabrına hayranım. Ağacın sana hamd edişi beni dehşete sürüklüyor. Ne gamdır ki, bir yaprağım ben. Ne hazindir ki, kuşlar dahi umursamıyor artık beni. Ne rüzgâra, ne ağaca, ne kuşlara sitem edemediğin halde, dalımdan koparılan beni sürgün edişin ağrıma gidiyor.
Sevgilim, ben seni yok olur gibi sevmekten yorgunum. Ben sende var olur gibi sevmeyi istiyorum. Artık yağmur değil, koca bir sis bulutu var içimde... Gör! Gökkuşağımın olmadığını gör artık...
Ben ne zaman seni düşünsem, bir kayanın ağırlığyla cebelleşmem gerek. O kaya üzerimden hiç düşmüyor! Ben senden razıyım, Allah senden razı olsun, sen de benden razı ol. Her ne olursa olsun, sevgin mübarek, seni sevmek bana güç veriyor. Şükrüme sebep olduğun için bile değer; işte beyan ediyorum sevgilim, bir adını bin dünyaya değişmem...
fulya/kasım2012
YORUMLAR
Her parça, her nesne aynı objenin gölgesi etrafında kendisini bir şey zannetmek için yaşıyor. Hâlbuki bir obje var ve o da bizim kendimizi objeleştirdiğimiz an’dan çok farklı!
Çağrışım güzel şeydir. İnsanın zihni, çağırışım merkezi gibi çalışır ve gün boyunca bu çağrı merkezine sayısız titreşim gelir. Mors alfabesinde olduğu gibi kimisi bilindiktir, aşinadır. Diğer tüm sinyalleri es geçen beyin, var olma üzerine kurduğu yaşam mücadelesi içerisinden aşina olduklar ile iç içedir.
Eskiden radyo dinlediğimde, bilirdim ki uyarıcı bir ses gelecek ve bana dünya için bir yol gösterecek. Bazen hayatın anlamı içinde boğulduğunu düşünürken insan, sonradan farkına varıyor ki, sorun anlam kavgasında değil; anlamı harekete dökememe meselesinde.
Bazı insanlar sanıyor ki yanında var olan insan olamazsa yaşayamaz. Bu düşünce ile yoğrulur ve bu düşünce ile her devam gününü yaşamaya devam eder. Oysa insanı dünyaya getiren annesi dahi olmasa da dünyada, insan yaşayabilir. Ve esas oğlana geliyoruz sonrada. Salaş olmayan, dimdik ayak da olan ve olacak o söze:
‘’-Bana hem dünyevi hem de uhrevi hayatta yalnız O yeter. O beni korur, gözetir.’’
Belki de bir el mektubu Abraham Lincoln’ün eşi gibi alıp, değiştirecek. Şöyle yapacak:
Ah Yüce Sevgilim,
Günlerden Kasım. Aslında her ay seninle dolu olduğum bir dünya bu hayat ve aşkım giyiniyor senin sonsuz tecellin ile bu hüzünlü hazanda! Bir tat var yüreğimin ta içinden hissettiğim. Kimi zaman şefkatle bana sarılan ve ruhumun üşümüşlüğünü yok eden sabrına davet olunuyor gibi hissediyorum. Uyuyorum ve tekrar uyandığımda daha farklı bir dünya umuyorum. En azından umutlarım, çocuklarım öyle düşünüyor.
Sen bana daima güç verensin. Ağaca, toprağa, gökyüzüne, tomurcuğa her şeye nasıl hükmedebiliyorsan, bana da öyle hükmedebiliyorsun. Ağacın sana hamd edişi beni dehşete sürüklüyor. Benim şükürsüzlüğm mahvediyor beni. Ne gamdır ki, bir yaprağım ben. Ne hazindir ki, kuşlar dahi umursamıyor artık beni. Yoksa sen mi küstürdün bana onları?
Sevgilim, Ulu sevgilim! ben seni yok olur gibi sevmekten yorgunum. Ben sende var olur gibi sevmeyi istiyorum. Artık yağmur değil, koca bir sis bulutu var içimde... Gör! Görüyorsun da! Gökkuşağımın olmadığını gör artık...
Artık hiçbir şey kafi olmuyor. Yalnızca sen beni ihya edebilirsin ve bana yol gösterebilirsin.
Korkuyorum Allahım
Korkuyorum Allahım
Korkuyorum
.
Ötelenmiş bir kadın, buna rağmen bir çıkış arıyor kendince. Haklı mı ? Kendime sordum soruyu yanıtım -Hayır oldu..
Belki dedim kadını çok incitmemiştir ki ona güzel bir mektup yazıyor. Sonra aklıma acaba dönülmezemi gitti geldi. Gitti ise gene incitmedi kadını dedim vee sustum..
Devamı gelecek mi ?
Kalem kuvvetli, kutlarım.
Sevgi ile kalın.