- 1147 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MÜSLÜMAN AİLENİN MODERNİTE İLE SINAVI
MÜSLÜMAN AİLENİN MODERNİTE İLE SINAVI
Halit ÖZDÜZEN (Araştırmacı-Yazar)
"Çocuklar düşmesin diye analar elinden tutar sanırdım; meğer anneler düşmemek için çocuk-ların elinden tutarlarmış"
Günümüzde Modernite ve onu ayakta tutan Kapitalizm önünde en büyük engel olarak, İslam ve kurumsallaştırdığı aileyi görmektedir. Son yıllarda seküler öğretiler doğrultusunda analizci yöntemi benimseyen Batıda beyinlerini yıkanmış bazı araştırmacı ve akademisyenler, akıl yürütme yönteminin vahiy alanında da kullanmaya kalkışarak, İslam’ın inanç , ibadet aile ve toplum sistemini yeniden şekillendirmeye çalışmaktadırlar. Aynı kulvarları paylaşan Kapitalist medya patronları da ellerindeki araçları onların hizmetine sunmaktadır. Amaçları toplumunun temeli olan aileyi çökertip, “gelenekçi” gördükleri Müslümanları “allayıp pulladıkları” modernite potasında eriterek post-modernite kalıplarıyla yeniden şekillen-dirmektir.
Birey merkezli modernite ve ekonomik sistemi olan Kapitalizm, aslında tüm dünyada din ve aileyi tutucu ve gelenekçi yapı olarak nitelemektedir. Yine modernitenin bir başka sosyo-kültürel ürünü olan Kominizmde de aynı bakış açısı hâkimdir. Her iki siteminde amacı, bireyleri kendi ilkeleri doğrultusunda şekillendirmektedir. Yine iki sistemde de olmazsa olmaz kurallar adeta dinsel doğmalara dönüştürülmüştür. Bu nedenle asrımızın insanı “kırk katırla, kırk satır” arasında tercihe zorlanmaktadır.
Kominizmin çökmesinden cesaret alan Kapitalist sistem, globalleşen dünyada toplumların kılcal damarlarına nüfuz ederek, insanlarda korkunç tüketim alışkanlıklarına sürüklemektedir. Bundan sonra herhangi bir toplumda sosyalist sistem oluşsa dahi, Devlet kapitalizminden öteye geçemeyecektir. Nitekim geçmişte iki büyük ülkede ihtilallar sonucu denenen modeller, sonunda kapitalizme boyun eğerek Sovyet Rusya’da ortadan kalkarken, Çin’de devlet kapitalizmine dönüşmüştür.
Moderniteyi besleyen sosyo-kültürel ve ekonomik konsept, insanı özgürleştirmek adına maddi arzularını kamçılayarak,sahip olduğu- ya da sahip olmak istediği -eşyanın kölesi konumuna getirmiştir. Oluşturduğu dayatmalarla “ Dünyevi dine” dönüştürdüğü sistemin dışında arayışları engellemektedir. İnsanların Medyanın alabildiğince pompaladığı reklam, moda ve imaj dürtüleriyle beyinleri yıkanarak, sürekli tüketime ve israfa zorlamaktadır. Önlerine konan villa, yat,lüks araba, uçak, makam- mevki, cezbedici karşı cins gibi putlardan kurtulması nerdeyse imkansız konuma gelmiştir. Sonuçta asırlarca hayatını kolaylaştırmak adına hükmettiği eşya, kendine hükmetmeye başlamıştır. Çağımızın insanı iyi bir emekçi ve üretici, kazancından fazla harcayan tüketici konuma gelmiştir. İsraf ettiği ihtiyaç dışı eşyalar için yaptığı harcamalar kölelik zincirine yeni bir halka daha ekleyerek, borç batağına sürüklenmekte; her geçen gün, daha da bencil ,mutsuz, bezgin ve karamsar konuma gel-mektedir.
MODERNİTE NASIL OLUŞTU
Kaynaklara göre Modern kelimesi Latince “modernus” kelimesinden türetilmiştir. Modernus ise aynı dildeki “Modo” dan türemiş bulunmaktadır. Kelimenin anlamı “hemen şimdi”/günümüz demektir. Aynı kökten türetilen Latince “oluşmayan sınır anlamındaki” “Modus”tan da Moda (mode) türetilmiş olup ortaçağ Fransızcasında “La Mode” olarak da kullanılmıştır. Modus ve modermus kelimelerinden türetilen “modern” kelimesi ise düne ait olmayan anlamını taşımaktadır. Modernite kelimesi ilk defe 5. yüzyılda eskiye karşı yeni dönemi belirlemek için ortaya atılmıştı. Hıristiyan dünyasını Romalı ve Pagan geçmişten ayırmak için “Modernus” şeklinde kullanılmıştır.
Toplusal yapıda “modernite” sürecine bakıldığında, ekonomik ve sosyal şartları 16.yy’dan itibaren oluşmaya başladığı, temel felsefesini 18.yy’daki aydınlanma sürecinden alarak yapısını insan ve akla dayandırmıştır. Vahye dayalı din ve inanç toplumsal yaşamdan uzaklaştırılarak, siyasal yapıda Laiklik benimsenmiştir. 18. ve 19. yüzyılların keşifler, sömürgeler ve buluşların da katkısıyla oluşan Sanayi Devrimi toplumsal refah düzeyinin yükselmesi sonucunda kapitalist yapıyla evrimini tamamlamıştır. Sonraki dönemlerde tamamen ideolojiye dönüşerek, kendi siyasal sistemini de kurmuştur.
Modernite kavramının Batıdaki Aydınlanma döneminin ürünü olduğu konusunda araştırmacılar fikir birliği içerisindedir. Deyimi,yakın tarihte ilk defa Jan Jak Rousseau tarafından kullanılmıştır. İki anlamı bulunmaktadır: Birincisi , Batı medeniyetinin bir devrini betimlemekte, ikincisi bir stil veya tarzın tasvirini yapmaktadır. İkinci anlamında sanatta ve resimde “modernizm akımı” kavramıyla da ifade edilmektedir. Gelişim aşamasında Avrupa toplumlarının sekülerleşmesiyle, akla ve bilime atfedilen öneme dayalı olarak, geleneksel siyasal otoritenin yerinin rasyonel hukuki otorite tarafından devralınması ile sistemleşmiştir. Sonraki dönemde Modernite, yapısı içerisine toplumu yönetmenin esasta entelektüellerin hakkı olduğu düşüncesi öne çıkarılarak, bu düşünceyi kuramsallaştırmaya yönelik çeşitli siyasal, felsefi teori ve doktrinler ortaya atılarak toplumlara kabul ettirilmiştir.
Modernite entelektüel çevrelerde, ilerlemeci teorisyenler tarafından destek-lenerek, bunun tarihin toplumsal gelişme kanunları olduğu konusunda fikirler ortaya atılmıştır. Bu düşünce sonucunda Entellektüellerin yeni bir oluş için topluma rehberlik etmesinin zorunlu olduğu görüşünde yola çıkan Hegel, Karl Marx ve onların izleyicileri arasında bu düşünce daha da belirgin bir konuma gelmiştir. Geleneksel üretim yapısı sanayiye doğru yöneldiğinde Liberalizim ve Kapitalizim düşüncesini destekleyen akademisyen ve Entellektüeller, Marx’ın sosyalist düşüncesine karşılık, Liberalizim ve Kapitalizm teorisini geliştirerek sistemi yeniden inşa etmişlerdir. Çağımızın bu iki doktrini destekleyen seküler akıl, meşruiyetini Darwin’in “Tekamül Teorisi”ne dayanmaktadır.
Modernite ve yeni ismiyle Post-Modernite doğrulusunda oluşmakta olan küreselleşme Yahudi ve Hıristiyanlarla doğudaki felsefi inanç sistemlerini kendi potasında erittikten son-ra, önündeki en büyük engelin İslamiyet olduğunu görmüştür. Bu nedenle teorisyenler “ Medeniyetler çatışması “ tezini ileri sürülerek, önce Müslümanlar sindirilip daha sonra İslam’ın vazettiği tüm inanç sistemini yok etmeyi planlamaktadırlar. “Neoconlar”ın A.B.D’in siyasal yapısındaki etkinlikleri ve topluma sundukları politik projeler ve 11 Eylül sonucu olu-şan paranoyayı da arkalarına alarak Pakistan ve Irak işgaliyle teorilerini operasyonel safhaya taşımışlardır.
Uygulamaların ilk sonuçlarından da anlaşıldığı gibi küresel gücün temsilcileri kendi çöplükleri olarak gördükleri dünyamızda “başka horoz” istememektedirler. Bu nedenle horozların ya başları kesilmekte, ya da tavuklaştırılarak ”iktidarda“ bıraktırılmaktadır(!) Dün soğuk savaş döneminde nasıl bir yeşil kuşak oluşturulduysa, bu günde Müslümanlarla yapılan soğuk ve sıcak savaşta kendi yanlarında “Müteddeyyin Müslüman/uysal vasıfsız” olanları iktidara taşıyarak Müslümanları kontrol altına almaktadırlar . “Saf Müslümanlar” da bu uygulamayı baskılardan kurtuluşun reçetesi veya İslam’ın yeni dirilişi gibi görmektedir. Ama er ya da geç birileri “kralın çıplak olduğunu” haykıracaktır.
MODERNİTENİN DİN HALİNE DÖNÜŞÜMÜ (!)
Modernite ve kapitalizmin oluşumuna katkıda bulunanlar ve olmazsa olmaz taraftarları onu bir “din ve ilahını da para olarak” kabullenmektedirler. Bu nedenle “yeni dinde” birey ne kadar çok servete sahip olursa o kadar iyi dindar kabul edilerek itibar görmektedir(!)Aslında bu düşünce tarihin derinliklerinde daima var olmuş, İslam dini de her dönemde bu düşün-ceyle mücadele etmiştir. Hz. Muhammed (S.A.S.) ve Hulafa-i Raşidin döneminde yapılan mü-cadele sürekli hale dönüştürülmüşse de, sonraki dönemlerde maalesef yeniden hortlayarak varlığını sürdürmüştür. Günümüzde Kabe’nin çevresine dikilen devasa yapılar o düşüncenin somut örnekleri olarak, geçmişteki kutsalı kuşatan cahiliye putlarını çağrıştırmaktadır. Kabe ve ihram ahreti sembolize ettiği gibi, Müslümanların Allah(CC)’ın yanında eşit olduklarını da simgelemektedir. Fakat o baskıcı binaları dikenler bu düşünceye meydan okuyarak, ” Ben ser-vetimle Kabe’de de sizden üstünüm” mesajını vermektedirler.
Hayrettin Karaman bir söyleşisinde Modernite konusundaki düşüncelerine göz attığımızda, bu yeni din ve tanrılar algısının nasıl oluşturulduğuna değinmektedir. “Mo-dernite ve sonrasını (postmoderniteyi) İslâm’ın bakış açısından bir bütün, bir süreç olarak görüyorum. Her ikisi de dîni (önce kiliseyi sonra vahye dayalı dîni), evrensel/dinî ahlâkı ve geleneği dışlıyor; bunları insan özgürlüğünü kısıtlayan anlamsız ve faydasız şeyler olarak telâkkî ediyor. Modernite sonrası, modernitenin aklı, bilimi, bilimciliği, ideolojik ilkeleri dînin yerine koymasına, birey hak ve özgürlüğünün karşısına "yeni tanrılar" çıkarmasına itiraz ediyor. Modernite ideolojik bir bütünlük arzetmiyor, ancak dinlerin ve ideolojilerin en büyük hasmı olarak ortaya çıkıyor ve bu bakımdan insanlara yol gösteren bir din, bir ideoloji gibi algılanıyor.
İnsanoğlu hayat tarzını ve dünya düzenini bir inanç, bir temel düşünce üzerine kuruyor. İnancı da dinî ve din dışı diye ikiye ayırmak gerekiyor. Dinî inancın müslümancası "âmentü" formülü içinde ifade edilmiştir. Dinî olmayan inanca ise "inkâr" da dahildir; meselâ Tanrı’nın olmadığı veya yarattıklarının hayatına karışmadığı, âhiretin yaşanmayacağı gibi düşünceler ve inkârlar da birer inançtır; çünkü bunları da bilimsel yöntemlerle ifade ve ispatı mümkün değildir. İşte modernite bu ikinci inanç türü (inkâr) üzerine kurulmuştur. Dinî inanca sahip olan ve hayat tarzını, dünya düzenini buna göre oluşturan müslümanlar, dinlerini anlamakta ve yaşamakta önemli kusurlara düştükleri ve/veya dünya-âhiret dengesi içinde düzen kuranlar ile yalnızca dünya için düzen kuranlar arasındaki fark "bilimde, teknolojide, ekonomide..." kendini gösterince, bütün insanlığın hayatını etkileyince bundan müslümanlar da etkilendi.
Yüzyılımızın -yaklaşık- son çeyreğine kadar modernite karşısındaki tavır ve davranış, meydan okumaya karşı düşmanı tanıyıp gerekli tedbirleri alma, alternatif sunma ve hesaplaşma yerine hayranlık, çaresizlik, zorunluluk karşısında sıkışma, yanlış değerlendirme, yanlış birleştirme şeklinde olmuştur. Evet modernite ile mutlaka hesaplaşmak gerekir. İslâm kendisine zıt olan, kendisi için tehdit oluşturan hiçbir inanç ve düşünce ile izdivaç edemez, sulh yapamaz; mücadele eder, kendini korur, kendi bünyesinde, kendi yöntemleriyle, özünü bozmadan değişmesi gerektiği kadar değişir ve bu sayede hem kendisi hem de yeni olarak varlığını sürdürür, insanların hep muhtaç olacakları bir "mürşid" olarak kalır; kıyâmet kopuncaya kadar...” www.hayrettinkaraman.net/yazi/hayat/0439.htm
Kur’an ve İslam Dini kıyamete kadar kalmasına kalır, ancak “bu rüzgar böyle esip bu bıçakta böyle keserse” din, insanların sosyal yaşamından dışlanıp, batıda olduğu gibi sadece ahret inancı olarak varlığını devam ettirebilir.
MODERNİTEDE KADIN VE AİLE
Modernitenin dini erozyona uğratma hedefinde ilk önce aile ve kadın bulunmaktadır. Batıda olduğu gibi ülkemizde de kadının kodları ile oynanarak anneliği elinden alınmaya çalışılmaktadır. Kadının gerek göğüs yapısı gerekse de kadınsı organları Yüce Mevla tarafından onun doğurganlık fonksiyonunun yerine getirmesi ve nesli devam ettirmesi için yaratılmıştır. Bu işlevi kaybolunca kadınla erkek arası bir türe dönüşmektedir. Çok acıdır ki bu gün Batıda kadının doğurganlık fonksiyonunu dile getirmek ve çocuk yapmasını önermek dahi bazı kadınların tepkisini çekebilmektedir. Tepkiler oldukça klasiktir: “Çocuk makinası değiliz.” “Organlarım bana aittir”. Bu olgunun yerleşmesinde, “erkekleşen kadın” femi-nistlerin katkısı oldukça büyüktür. Ne var ki basın ve medyada bu düşünceye çanak tutmak-tadır. Feministler kadını özgürleştirme adına Antik Roma Devletinde olduğu gibi birer seks kölesi haline dönüştürmektedirler. Maalesef son yıllarda İslam coğrafyasında da bu söylemler yaygınlaşmaya başlamıştır. Son yıllarda Müslüman mahallesinde türeyen ve medyanın “İslamcı Feministler” olarak lanse ettiği bazı “hatunlar” bu konuları konuşup, kalem oynatmadan önce İslam büyüğü hanımların yaşamını inceleyip, sonra da kimin değirmenine su taşıdıklarını değerlendirmek konumundadırlar!...
Modernite aile yaşamını ortadan kaldırmaktadır. Sistemde bireyin alabildiğine özgürlüğü esas olunca aile yaşamı bu özgürlüğü kısıtladığı düşüncesi hakim olmuştur.Bu nedenle boşanma oranı oldukça yükselmiştir. On sekiz yaşını bitiren çocuklar ailelerinden ayrılarak ayrı eve çıkmakta canının(nefsinin) istediği gibi bir yaşam sürmektedirler. Sinema, medya, ve pek çok kitle iletişim araçları İnsanların seks dürtülerini olabildiğince körükleyerek bu alanda yeni sektörler oluşmasını sağlamaktadır. Bireyler cinsel ihtiyaçlarını hayvanlar gibi kolay ve serbestçe karşılar hale gelmişlerdir. Yasalarda zina suç olmaktan çıkarılmıştır. Çocuklar arasında flört yaşı oldukça aşağılara inerek, mahremiyeti -hele genç kızların - ortadan kalkmış bulunmaktadır. İstatistikler göre eşler arasında aldatma oldukça yaygınlaşmış, pek çok çift bu konumu kanıksar hale gelmiştir. Eşcinsellik ve Sodon-Gomore’yı aratır konuma gelmiştir. Bunun sonucu kadın-kadına, erkek-erkeğe birlikte yaşamalar yaygınlaşmıştır.
Modernite ve Kapitalizmin nihai hedefinde doğurganlığını kaybetmiş, zamanının çoğunu evin dışında geçiren erkeğimsi kadın türü ve hiçbir sorumluluk üstlenmeyen, gününü gün etmeye çalışan kadınımsı erkek türü üretmek bulunmaktadır.Bu oluşumun gerçekleşmesine bugünkü çekirdek aile dediğimiz tek çocuk sahibi bazı aileler de istemeden çanak tut-maktadır. Ailelerde artık anne ve baba rol model olmaktan çıkmış tv. dizilerindeki hayali ka-rakterler onların yerini almıştır. Hele çalışmak zorunda olan annelerin çocukları kendilerini yalnızlığa itilmiş hissetmekte, boşluğu tv ve internet bağımlılığı ile gidermeye çalışmak-tadırlar.
Modernite karşısında aile ve kadın konusunda Ali Bulaç’ın tesbitleri şöyledir: “Krizin boyutları ve etkileri her geçen gün biraz daha görünür, yaşanır ve tahrip edici sonuçları gözlemlenebilir, matematiğin ve bilimin diliyle de hesaplanabilir hale gelmiş bulunmaktadır. Zaten halen pozitivizmin derin etkisinde olan akademik dünya bir sorunun varlığını kabul ediyorsa, bunun bir sebebi, toplumsal maliyete ve devlet bütçelerine krizin sonuçlarının bir gider kalemi olarak dönmesi dolayısıyladır. Pozitivist Batı, çevre ve ekolojik sorunları da, firmalara maddi maliyet olarak dönmedikçe kabul etmediler. Aile ve kadının değişen rolleri ve konumlarının Batı’nın etkisinde daha uzun süre "sorun" olarak görülmeyeceğini düşünebiliriz. Şu var ki, zaman hızla akıyor ve Rene Guenon’un dediği gibi, bir uçurumdan aşağıya doğru yuvarlanmakta olan kütlenin, dibe doğru yaklaştıkça hızı artar. Pek de uzak olmayan bir gelecekte kadının modern algısı, rolü ve ailenin geçirmekte olduğu sorun, çok daha görünür, hesaplanabilir ve belki de telafisi mümkün olmaktan çıkan maliyetler yumağına dönüşmüş olarak karşımıza çıkmaktadır. [email protected]
SON SÖZ YERİNE
Bazıları bilerek ya da bilmeyerek, sanat bilim ve teknoloji ile moderniteyi birbirine karıştırmaktadırlar. Bilim ve sanat insanlığın ortak ürünü olarak modernite kavramından önce de vardı; sonra da var olacaktır. Yukarıdan beri izah etmeye çalıştığımız gibi Modernite bir sosyal kültür ve yaşam tarzıdır. Elbette toplumların yaşam ve kültürel dünyaları sanat, bilim ve teknolojik tercihlerini de etkiler. Müslümanlar çağın bilim ve teknolojisini özümseyerek üretimlerini ona göre geliştirmeli, fakat modernite karşısında sosyo-kültürel kimliklerini kaybetmemelidirler. Bu kimliğin ilk oluşum yeri İslami kalıplara göre şekillenmiş ailedir.
Islâm’da aile yuva ile bütünleşmiştir; yuva"harem" olarak özel saygınlığı olan kutsal bir mekandır. Bu nedenle içerisinde ibadet edilen evler “Beytül Haram”la irtibatlıdır. Ailedeki her ferdin Kur’an ayetleriyle belirlenmiş birbirlerine karşı saygı hak ve görevleri bulunmaktadır. Bu müessese Adem’le Hava’dan beri İslam’ın olmazsa olmaz kurumlarının en önde gelenidir.
Toplum mühendisleri Müslüman toplulukların kotlarıyla ne kadar oynamaya çalışırlarsa çalışsınlar: Yüce Allah’ın Müslümanların elindeki Kur’an’ı ve “Dinini muhafaza edeceği” vaadi, Müminler için en büyük teminattır. Ayrıca Hz. Peygamberin 1400 yıldır yaşatılan sün-neti, uzun bir süreçte oluşan İslami gelenek ve kültürünü hiçbir medeniyet yok edemediği gibi modernite kültürü de yok edemeyecektir. İslam nasıl Pers, Mısır Roma ve Bizans kültü-rünü kendi potasında erittiyse, yeni oluşan Greek-Roma kökenli neo-liberal kültürün günü-müzde şekillenen son versiyonunu da sinesinde eritecek güçtedir . Moğol istilası sonrasında, irfan ehli tebliğciler tarafından İslam nasıl o ilkel kavmin beynine yerleştirildiyse, günümüz tebliğcileri de yeni düşünce kalıpları içerisinde İslam’ı seküler kafalara nakşedecek güçtedir.
Marjinal gruplar nazara alınmazsa, günümüzde hiçbir Müslüman düşünce adamı, kadının eve kapanarak çocuk büyütme ve erkeğin ihtiyaçlarını gidermeyle sınırlı kalmasını isteme-mektedir. Genç kızlarımız çağın en gelişmiş eğitimi yanında İslami ilimler de öğrenerek, kendini yetiştirmelidir. Siyasi otoriteler iş yaşamını kadının özel konumunu ve annelik fonksi-yonunu göz önüne alınarak düzenlemeli, hiçbir kadın veya genç kız fıtratına uymayan ağır ve zor işlerde çalıştırılmamalıdır. Müslüman Kadın kamusal alandan dışlanamaz; ancak kamusal alanda erkek ve kadın mümin ve mümine olduğunun bilinciyle davranması gerekir. Kapita-lizmin kendi kalıplarında şekillendirmeye başladığı ve modern yaşama kendini alabildiğine kaptırmış Müslüman kadın ve erkekler İslam’ın vakarı içerisinde eşine örtü olacak ve çocuk-larına örnek rol-model olacak bilinçte yaşamını şekillendirmek zorundadır.
Mehmet Akif İstiklal Marşında, “Ulusum korkma nasıl böyle bir imanı boğar/ Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” derken, “modernite medeniyetini” vurgulamak istemiştir. Yoksa İnsanlık için yararlı ve insan onurunu muhafaza eden medeni yaşama Müslümanların karşı çıkması düşünülemez. Çünkü bizler ona layık olabilirsek, Yesrib’i Medine (Medeniyet yeri) yapan büyük bir önderin ümmetiyiz. Hiç endişeye gerek yok, eninde sonunda Müslü-manlar kendi dinamiklerinden aldıkları güçle bu yeni pagan- haçlı saldırısının karşısında da ayakta kalıp dünya düzenini yeniden şekillendireceklerdir.Ancak yeter ki kadın ve erkek Müslümanlar olarak Kur’an ve Peygamber Efendimizin sünnetine sıkı sıkıya sarılarak, İslam’ı yaşayıp, nefislerimizden arınıp mümin ve mümineler olalım..
Yazının başına aldığımız özdeyişi şairin izni ile konumuza şöyle uyarlayalım, “Ebeveynler çocukları düşmesin diye ellerinden tuttuklarını sanırdım. Meğerse onlar düşmemek için çocukların ellerinden tutarlarmış.” Müslümanlar olarak ayakta kalmamız, anne,baba ve çocuklardan oluşan tabloyu muhafaza etmemize bağlıdır. Aksi taktirde gelecek nesiller için olumlu hiç bir miras bırakamayacağız. Toplum olarak oldukça büyük bir fetret devresinden geçiyoruz. Karşı karşıya bulunduğumuz Modernitenin aileye yönelik yıkım komplosunu engellemek için, toplum olarak Mümine fakihlere, bilim kadınlarına ve özellikle İslam’ı özümsemiş hanım sosyologlara ihtiyaç bulunmaktadır; İslam toplumunun geleceği onların
ellerinde şekillenecektir.
MUHAMMED İKBAL’İN İSLAM KADININA SESLENİŞİ
Ey örtüsü namusumuzun perdesi olan İslam kadını,/ Yüzünün aydınlığı iman fanusumuzun ışık kaynağıdır./Fıtratındaki safvet, bize Rabbimizden bir rahmet,dinimize kuvvet ve ümme-timizin varlık esasıdır./Evladımız sütten kesildiğinde, “Lâilâhe illâllah” demeyi, Ona ilk evvel sen öğrettin.
Ey din emanetinin kendisine tevdi edildiği İslam kadını,/ Yüce dinin kor ateşi senin nefeslerinden alev almıştır./Bu asrın mâyesi sahte, dışı süslü, içi kokmuş ve yüzü riyakardır,/Onun fitnesi din yolunda kervanlar vurmadadır./Asrın bâsireti bağlıdır, Rabb tanımaz./Kulluğa umursamaz olanlar bu zincirle vurulmadadır.
Devrân gözü kanlı ve amansız bakar,/Kirpikleri bir pençedir ki, ele geçeni bırakmaz./Onun tuzağına düşen kendini hür sanır,/Onun elinde can veren öldüğüne inanmaz.
Cemiyetinin fidanına bengisuyu vererek, Ümmet emanetini muhafaza eden sensin./Ecdadının aydınlık yolundan asla ayrılma ki,7Sermayenin kar ve zararı seni düşündürmesin.
Doğru da, yalan da çok çetin ve çok güçlüdür, /Her dem uyanık ol ve mâhir evlâd yetiştir./Yoksa henüz kanat çırpmayan bu çemen bülbülleri,yuvalarından uzak düşecektir.
Yaradılışında gizli ulvi imkanları aklınla keşfet,/İslam kadınına örnek Hz. Fâtıma’ya ibretle bak, dikkatin eksilmesin./“Ta ki, Senin dalında bir Hüseyin meyvesi versin;Gülistana eski mevsimi getirsin”.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.