SONBAHARDA KAŞ
SONBAHARDA KAŞ
Kaş’a sonbahar gelmiş, yazın hareketliliğini atıp kendi başına kalmış gibi bir dinginlik içinde bu mevsim. Asude güzelliği içinde öyle sessiz öyle huzurlu ama kendi halinde her zamanki sakin ruhuyla insanı içine alıyor, bir daha da bırakmıyor. Belki de amacı deniz olmayanlar için, etrafındaki doğal güzellikleri görmek yaşamak isteyenler için bu mevsim daha da iyi. Yakmayan güneşiyle kilometrelerce yürümek, yarımadayı fethetmek, kıyıda sıra sıra bekleyen teknelere binip denize açılmak daha kolay.
Kaş Antalya’ya hem çok yakın hem de 4 saat uzaklıkta bir şirin ilçe. Dönemeçli ve zor yoluyla ulaşılabilen belki de bu yüzden korunabilmiş doğal yapısıyla akdenizin çok hoş bir köşesi. Bir tatil kasabası ama allahtan etrafı sarp kayalarla çevrili de bozulmaya ve büyümeye müsait değil.
Bir haftadır buradayım. Yaz bitmiş sonbaharın sakinliği düşmüş, yerel turistler gitmişler ortalık yerli halka ve yerleşik yabancı halka kalmış durumda. Kaş’ta bir hayli yabancı yaşıyor. Sokaklarında yürürken Türkçe kadar yabancı diller de konuşuluyor. Nereye baksanız yabancı görüyorsunuz ama turist değiller yerleşmişler oranın halkı olmuşlar. Belli ki burayı çok seviyorlar ve bence yerli halktan daha fazla koruyorlar.
Kaş’ın özellikli bir hali var. Halkı desem güleryüzlü, esnafı desem öyle. Sevecen, naif ve entel bir yapısı var. Burada lay lay lom bir eğlence bulamazsınız mesela. Ona keza bütün restoranlar dolu, bütün cafeler kalabalık, barlar renkli ve canlı, sanki bütün herkes dışarıda yaşıyor gibi. İçerilerden taşan müzik ya rock ya klasik müzik, ya da jazz müziği.
Köy içindeki eski köy evleri restore olmuş ama özelliğini kaybetmemiş, bahçeleri yemyeşil bakımlı ya da Akdeniz’e özgü begonviller içinde. Tabii ki çoğu birer işletme olmuş. Uzun çarşıdan geçerken yasemin kokuları içinde yürüyorsunuz. İki yanda halıcılar ve hediye dükkanları rengarenk sizi cezp ediyor. Biraz yokuş çıkıp çarşı bitince karşınıza bir lahit çıkıyor. Olanca azametiyle sizi karşılıyor. Likya tarzı bu “kral mezarı” adeta Kaş’ın simgesi olmuş.
Çukurbağ yarımadası bir dil gibi Kaş’tan denize doğru kıvrım kıvrım uzanmış. İyi bir yürüyüş parkuru aynı zamanda. Yarımadada bir antik tiyatro mevcut. M.Ö. 1. yy yapımı ama oldukça sağlam kalmış. Merdivenlerinden en yüksek noktasına kadar tırmandım ve oradan baktım Kaş’a.
Kaş’ın hemen karşısında, 8 mil açıkta bir küçücük ada, Kaş’ın gözü Meis adası bulunmakta. Nüfusu birkaçyüz kişiden oluşan bu ada Yunanistan’a ait. Biraz ada hakkında bilgi vermek lazım. Toplam alanı 9 km kare, topu topu l80 kişi yaşıyor. Rodos’a 110 km. Kaş’a 1,5 km. uzaklıkta. Rumlar adaya “Kastellorizo” diyorlar.
Ada Yunanistan’ın eline 12 adalarla birlikte 1948’de geçmiş. Daha önce birinci dünya savaşından sonra İtalyan’lara kaptırmışız. Adada yaşayan Rumların yaş ortalaması çok yüksek. Onlar istedikleri zaman bir tekneyle Kaş’a gelebiliyorlar. Alışveriş yapıyorlar, hatta Pazar kurulduğu günler mutlaka Kaş’ta oluyorlar. Kaş’taki hastaneyi kullanıyorlar. Ama bizim adaya ayak basmamız için pasaport gerek. Yüzerek bile ulaşabileceğiniz bir yer burası. Üstelik Kaş’ın neresinde dursanız gözünüzün önünde duruyor hep ve insanın canı sıkılıyor bu duruma. Adı da Yunancada göz anlamına geliyormuş. Yani bir kaş-göz ilişiği var.
Dalış tekneleri ile denize açıldığınız zaman Limanağzı’nda duruyorsunuz, sanki elinizi uzatsanız adayı tutacakmışsınız gibi geliyor. Bir yalnızlık içinde garip, öylece duruyor orada.
Kaş bir yandan bir doğa sporları merkezi olmuş. Dünyanın önemli turizm amaçlı sualtı dalış merkezlerinden bir tanesi. Limanda sıra sıra dizilmiş bir sürü dalış tekneleri dalış tutkunlarını alıp limanağzına ya da fenere götürüyorlar. Burada profesyonel dalgıçlar kendileri, diğer hevesliler de eğitmen eşliğinde dalış yapıyorlar. Bu kıyılar batıklar yönünden zengin. O yüzden buralar dalışa uygun. Ben de dalışı denedim. Özel dalgıç giysilerimle, sırtımda oksijen tüplerim ağzımda şnorkelimle daldım ve deniz altının o muhteşem akvaryumuna tanık oldum. Ama pek bana göre olmadığını anladım. Suyun içinde gezinirken bir kapalı yer sendromu yaşadım sanki.
Dalış dışında yamaç paraşütü de yapılıyor. Kaş’ın arkasını dayadığı dağdan atlayan tandem kullanan pilotlar, yolcularını süzülerek havada gezdiriyorlar sonra Kaş limanına iniyorlar. Geçen yaz yaşamıştım bu muhteşem olayı.
İki plajı var Kaş’ın yürüme mesafesinde. Küçük çakıl ve büyük çakıl. Kaş kayalık bir ortamda olduğu için kumluk arazi bulamazsınız. Ama denizi mutlak bir mavilik içinde ve serin, tatlı su akıntısı alan yerleri ise bayağı soğuk. Yaz aylarında bu özelliği öne çıkıyor.
Sanat dünyasının bilinen bazı isimlerini hatta aykırı bilinen isimleri ortalarda sıradan salaş giysileriyle görmek her zaman mümkün. Hatta “Devrim Bize Yakışırdı” kitabının yazarı eski aktif solculardan Zeki Kırdemir nam-ı diğer gerilla Zeki ve arkadaşlarının 12 Eylül sonrası Kaşa gelip yerleştiğini ve halk arasında etkili olduklarını görüyoruz.
Akşam saatlerinde limana indiğimde bir kalabalık gördüm. Bir kermes yapmışlar, tezgahlar açılmış bazıları bir şeyler satıyor, bazı tezgahlar piyango çekilişi gibi insanları toplamış etrafına çekiliş yapıyor. Meğer oradaki yerleşmiş hayvan sever yabancıların kurmuş oldukları bir dernek hayrına kendi eski giysi ve eşyalarını satıyorlarmış ve topladıkları parayı sokak hayvanlarına barınak yapmak için harcıyorlarmış. Buranın hayat tarzı sokak hayvanlarına da sirayet etmiş sanki köpekleri de inadına sakin ve mutlu, çevre halkının sevgi çemberi içinde insanların aralarında gezinip duruyorlar.
Kasım ayında Kaş’ta bulunmaktan çok keyif aldım doğrusu. Doğa meraklısı benim gibiler için bu aylar güneşin kavurucu etkisinden uzak inanılmaz zevkli oluyor. Tavsiye ederim…
Şükran Demirtaş
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.