KAPTAN’IN ÖLÜMÜ
Kaptan terk edilmişti bir kasım akşamında.
Ve Kaptan terk etmişti terk edildiği yeri aynı kasımın aynı akşamında.
Ve derdini alıp uzak diyarlara gitmişti.
Ve kalbini… Ömrünü…
Ömrünü çalanı…
Aşkını alanı…
Geride ne bir iz bırakmıştı bir nişan!
Kaptan bir umman yürek. Her dalgada sarsılacak gibi değil! Her vurgunda yıkılacak gibi
değil! Ne fırtınalara şahit olmuştu ne dalgalarla boğuşmuştu hayat okyanusunda ve aşk deryasında!
O kaptandı, bir gönlün kaptan köşkündeydi. Bir gönlün tayfası olamazdı yamağı asla…
Gönül sarayının baş mihmanıydı. Başkası yoktu asla! Kalp üstüne yeri vardı her zaman. Kalp ötesiydi, can özüydü.
Ela vurgundu ona, şaşkındı ona, yangındı ona, bitikti ona. Gizliden gizliye ağlardı bitmeyen gecelerde, onsuzluğuna. Ah Ela!
Kahrederdi kaderine.
Kaptan Ela’ya âşıktı, Ela Kaptan’a…
Gönlünü kaptıran kaptıranaydı bu aşkta…
Uzun bir nefes çekti tütününden Kaptan, buz gibi havaya aldırmadan oturdu güvertede. Zemheriden olsa gerek buz tutmuş yıldızlara baktı, bıyıklarındaki buzcuklara aldırmadan, yüreği yangınlardaydı, teni donmuş olsa ne yazardı.
—Ah Elam! dedi yaşlar içinde ağladı da ağladı.
Çağladı da çağladı yüreğine karalar bağladı.
Ela kim bilir neredeydi şimdi?
Ne yapıyordu?
Kalbini yokladı Kaptan, sancısı vardı.
Fazlasına dayanamazdı besbelliydi.
Son demleriydi.
Bir gün önce ilanı aşk eylemişti Kaptan’a, bir gün sonra terki aşk ilan etmişti.
Buna kalp dayanır mıydı?
Buna Kaptan dayanır mıydı?
Kaptan ölmez de ne yapar şimdi, kendini mahkûm etmez de yalnızlığa ne yapar şimdi Kaptan?
Kaptan sayılı ve sancılı günlere yelken açtı Elasız.
Ela bundan habersiz, uzakta çok uzaklarda…
Kaptan kendine ceza verdi.
İdamını imzaladı, sessizliğe defnetti kendini.
Yokluğuna gömüldü Ela’nın.
Kaptan kâğıdı aldı eline kalemi… Yazmaya başladı içinden geçenleri.
“Bütün telefonları sen diye açıyorum Ela’m!
Ama hiçbirinde sesin çıkmıyor karşıma.
Bütün mesajlar sendendir diye bakıyorum sonu hüsran oluyor ama!
Kapı zillerine sen diye koşuyorum, şaşırıp kalıyorum öylece.
Sen yoksun hiçbirinde, hiçbir şeyde.
Öyle bir gittin ki o kadar olur.
Ardına bile bakmaya tenezzül etmedin.
Oysa baksan bıraktığın cesedi görürdün.
Terk ettiğin adamı görürdün.
Yıktığın dağa karların yağdığına şahit olurdun.
Canın sağ olsun Ela’m, tek dileğim budur sana.
Mutlu olursun ömür boyu.
Mutlu kalırsın.” diye bitirdi.
Derin bir iç çekti sonra. Mırıldandı: “Ne kadar sevdim akıl karı değil yarabbi, ne kadar özledim ne kadar içimi onunla doldurdum.
Görmedi belki de görmek istemedi.
Sevmedi belli…
Sevdiği vardı belki de…
Sevdi belki de cesaret edemedi, açılamadı.”
—Ah! dedi Kaptan bir fırtına koptu uzaktan.
Şimşekler çaktı.
Yağmurlar yağdı.
Deniz kabardı da kabardı, kaptan ağladı.
Ağladı ağladı…
“Elemli bir halde oturuyorum öylece güvertesinde aşk gemisinin.
İçim dışıma çıkmış sanki
Hüzün yüklü şileplere benziyorum
Denizlere gözyaşlarımı boşaltıyorum
Bu yüzden tuzlu deniz suyu
Bu yüzden çoktur deniz suyu…” diye sayıklıyordu Kaptan
Yaşa be Kaptan, var mı senin gibi seven?
Var mı senin gibi derinlemesine seven.
Yoğunluğuna yaşayan.
Helal Kaptan!
Ela bir dünya güzeli. Yüreği tertemiz. Ömrü acılarla süslenmiş. Gözyaşlarıyla yıkanmış yüzü
Gözyaşlarıyla yıkanmış ömrü.
Kaptan ondan bahsederken en kutsal hazineden bahsediyormuş gibiydi. Hassastı, bir o kadar kırılgandı, dokunsan ağlayacak denliydi.
—Ah Ela’m, bir ömre bu kadar mı tesir edilir be gülüm!
Bir ömre bu kadar mı imza atılır!
Eserine bak da övün Ela’m. diyordu Kaptan. Uçsuz bucaksız bir limandaydı. Tek başınaydı. Geceydi. İn cin top oynuyordu.
Avucunda bir papatya vardı, bir tabanca, bir de adres.
Saydı yapraklarını papatyanın “seviyor sevmiyor” diye.
Son yaprağa bakmadı bile.
Adresine baktı Ela’nın.
Sonra bir el silah sesi karanlığı yırttı.
Bir papatya yaprağı yere düştü, bir kâğıt parçası…
Ela’nın adresi diye yazıyordu.
Kalp resmi vardı; E ve K yazılıydı kalbin içinde…
“Ölürüm ben sana değil
Sen yaşa bana” yazıyordu baş harflerinin altında…
Kaptan’ın gözünden yaşlar akıyordu yanağına, kanla karışık…
YORUMLAR
hüvel
tebrik ederim.