- 1173 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
İÇİMİZDEKİ HAYVAN
”Kaybettiklerimin arasında en çok aklımı özlüyorum.” MARK TWAIN
Kadın üçüncü eşinden de ayrılmıştı. Üst üste yaşadığı sorunlar da yüreğine ağır gelmişti. Kime güveneceğini de şaşırmıştı. Dost, diye sarıldığı her insan ona göre hep hatalıydı. O gün birkaç kişinin işini yüklendiği işinden de istifasını verip ayrılmıştı. Evine giderken her zamanki kestirme yolu değil de geniş yeşilliklerin ve asırlık çınarların olduğu parkı tercih etmişti.
Toprak yolu yürürken ayağına bir kitap takıldı. Eğilip kitabı aldı. Kitabın dış kapağı yırtıktı. Parmakları ikinci sayfayı açtığında “İÇİNİZDEKİ HAYVAN” yazısını seslice okudu. Kitabın yazarının önsözünü okuyunca daha da merak sarmıştı.
“İçinizdeki hayvanla barışmak isterseniz aşağıdaki telefondan veya adresten bana ulaşabilirsiniz.”
Kadın sayfaları aceleyle açıp sözcüklerde gözleri hızla gezindi. Kitap felsefi ağırlıktaydı. Sonra okurum, düşüncesi ile kitabı kapattı. Aklı önsözdeki yazarın yazısına takılmıştı.
“İçinizdeki hayvanla barışmak isterseniz…”
Eve varır varmaz kitaptaki telefon numarasını çevirdi. Telefondaki ses yaşlı bir erkek sesiydi. Kısa konuşmaları sonrası verdiği adrese ertesi gün gitmek için randevu aldı.
O gece yatmadan önce kitabı yarılamıştı. Göz kapakları ağırlaştığında saat sabahın 03.00 sularıydı.
Uyandığında gün çoktan ağarmıştı. Kendisine süzme kahve demleyip birkaç yudum aldı. Her sabah içmeyi alışkanlık haline getirdiği süzme kahvesini henüz yarılamıştı ki, aklına yaşlı bilgeyle buluşması geldi. Aceleyle duvardaki saatine baktı. Evet, 20 dakikası kalmıştı. Nasıl da uyuya kalmıştı..!
Aracını garajdan çıkartıp, hızla yola koyuldu. Gideceği adres şehir dışındaydı. Sıklıkla saatine bakıp durdu.
Yaşlı bilgenin evine tam vaktinde gelmişti. Kırsal alanda tek katlı bir gecekonduydu. Evin sağını solunu gözleriyle kolaçan etti. Civarda en yakın eve on dakika mesafenin olduğu evin kapısını çaldığında, kapı kendiliğinden açılmıştı. Kapalı değildi. İçeriden kulağına, “girin, kapı açıktır,” diye dün akşamdan aşina olduğu ses gelince, ürkek adımlarla içeri girdi.
İçerisi loştu. Eşya hemen hemen yok denecek kadar azdı. Bulunduğu oda salon olmalıydı. Yerler minderle döşenmişti. Tam köşede odanın loşluğunu aydınlatan bilgeyi gördüğünde gülümsedi:
“Merhaba, dün akşam sizinle görüşen…”
Yaşlı bilgenin üzerinde beyaz elbise ve sarı şekillerle işlenmiş uzun siyah renkli bir yelek giyinmişti. Genç kadının şaşkınlığı bir kez daha artmıştı!..Elinde sıkıca tuttuğu kitabın yazarının kırlaşmış seyrek sakalları çenesinden aşağı tel tel sarkan, çekik gözlü bir insanla karşılaşacağını hiç ummamıştı.
“Merhaba, hoş geldiniz. Buyurun şöyle geçin karşıma.”
Kadın gösterilen yere oturdu. Bilgenin duvarları kitaplarla sıralanmış raflar vardı.
“Nasılsınız?” diye sordu önce…
“İyi değilim. Her şey kötü gidiyor yaşamımda. Dünyam karanlık.”
“Anlıyorum “ ve ekledi, "Sana üç soru soracağım hazır mısın?" dedi bilge.
"Hazırım, hadi sorun," dedi kadın.
"Aklından geçen ilk üç hayvan nedir?"
"Yunus-At ve Kuş" diye yanıt verdi kadın.
Yaşlı bilge açıkladı:
"İlk söylediğin hayvan senin kişiliğini anlatır. Yunus senin kişiliğindir."
"Yani..?" diye merakla bekledi adamın yanıtını kadın.
"Sevecen, insancıl ve yardımsever kişiliğinin yanı-sıra acelecisin," dedi bilge.
"Ya ikincisi..?"
"O senin yaşadığın sürece yanında-yatağında-gönlünde olması gereken kişinin karakter rengidir."
Kadın uzunca düşündü, yaşamından tek tek geçen ata benzer kişileri. Sonra omuz silkti ve sordu adama:
"At ne anlam taşıyor?
"At, hedefine azimle yorulmadan koşar. Develer gibi yarı yolda bırakmaz taşıdığı Jokeyini. Sadık ve sevgi doludur. Vermekten yorulmaz."
Kadın heyecanlanmıştı.
"Yaşamımda öyle birini tanımadım. Kimi tanıdıysam kendimi bir süre sonra boşlukta buldum. Ve yolun kalan kısmını yaya yürüyerek tamamladım."
Adam uzun beyaz sakalını sıvazladı. Kadının gözlerinin içine bakarak konuştu:
"Seçimlerimizde kimi zaman hata yaparız. Şöyle düşünelim: Siz bir heykeltıraşsınız. Uzun zamandır üzerinde çalıştığınız heykelleri bir süre sonra beğenmeyip onları değiştirmek ve şekillendirmek istediniz, baktınız olmadı, onları kaidesiyle parçalayıp yok ettiniz. Oysa siz ani karar verip, sabırsızlığınıza teslim oldunuz. Ve ileride yeni yapacağınız heykellerinizi tutacak olan o kaideyi kullanma şansınızı da yok etmiş oldunuz.”
Kadın hiç beklemediği bu yanıt karşısında ürpermişti. Evet, yaşadığı gerçeğin yumuşaklığında yaşlı bilgenin örneklemesinde ki katılıkta kaybolur gibiydi. Kollarını bedenine sarıp hızla düşündü.
Şimdiye kadar kaç heykeli ve kaidesini yıkmıştı?
“Ama kimi sevdiysem ve kime sevgimi verdiysem ben gibi sevmedi beni, başka ne yapabilirdim ki? Diye yakındı bilgeye…
“Sabır…” dedi bilge…
“Nasıl, nasıl başarabilirim sabretmeyi?”
Bilge hoş bir tebessümle yanıt verdi:
“Bazen sabrı öğrenmek için uzun süre susmak ve izlemek gerek,”
Kadın öfkeye benzer bir ifadeyle,
“Haklısınız, seçimlerim hatalıydı. Ve seçtiğim insanlar hep benden kısaydı ve beni bu nedenle taşıyamadılar.”
Yaşlı bilge;
“ Kısa boylularla konuşmak insanın belini eğer. Dengini seçmelisin. “ dedi.
Kadın bu kısa konuşmadan yorgun düşmüştü. Sanki birkaç asır geçmişti aradan. Aklına takılan soruyu sordu:
“Ya üçüncü seçtiğim hayvan neyi ifade ediyordu?”
“O içindeki çocuğu temsil ediyor.”
“Yani..?”
“Özgürlüğüne düşkünsün ve güven duyguların zayıflamış.”
Kadının yüzüne mutsuz bir ifade yerleşmişti:
“Bana sabırlı olmamı önerdiniz. Yaşadığım dünyada, çevremde o kadar çok çıkarcı ve kötü insan var ki, bunu nasıl başarabilirim?” dedi.
Bilge ayağa kalktı.
“Gel benimle.”
Ve ona mutfak rafından aldığı bir keseyi uzattı. Kesenin içi nohut doluydu.
“Sen ne zaman yeni biri ile tanışırsan bu nohutlar yumuşayana kadar, her gün bir tanesini dilinin altına yerleştir. Nohutlar yumuşayınca bana gel.”
Kadın bir ay sonra geldiğinde yüzünde mutlu gülüşler vardı. Bilgenin ona vermiş olduğu kese hala doluydu. Keseyi bilgeye doğru uzattı:
“Sizin dediğinizi uyguladım. Dilimin altına koyduğum nohutları gün boyu taşıdım. Ne zaman bana ters gelen bir olay karşısında sabrım taşsa nohut dilimi acıtıyordu. İşte o an susuyor ve düşünüyordum. Düşüncem beni doğruya hatasızlığa yönlendiriyordu. Buyurun bu nohutlara artık gereksinme duymuyorum. Teşekkür ederim.”
Bilgenin hoşuna gitmişti kadının verdiği yanıt:
“Her insanın içinde bir hayvan vardır. O hayvan her zaman düşünür. Eğer düşünmezse hatalı davranır. Hatalar insanlar içindir.”
Sabah olmuştu. Kadın önce nerede olduğunu kavrayamamıştı. Ensesi ve saç dipleri terden ıslanmıştı. Bulunduğu yeri uykulu gözlerle taradı. Ve yatağında hızla doğruldu.
“Tanrım, ben neredeyim?”
Kapıya doğru koştu. Kapının koluna asıldı. Açılmadı. Kapı kilitliydi. Bulunduğu oda ona çok yabancıydı. Bir yatak ve komodinden başka bir eşya yoktu. Odayı aydınlatan cama doğru koştu. Pencere dışında demir parmaklıkları fark etti. Yüksek sesle haykırdı..!
“Tanrım, burası neresi? Ve ben neredeyim, böyle!?”
Elleriyle bedenine dokundu. Ona beyaz renkli ve ayak bileklerine kadar uzanan elbise giydirmişlerdi. Onu daha da şaşkınlığa sürükleyen başka bir şey dikkatini çekmişti. Dikkatle ona doğru yürümeye başladı. Yatağının ayak-ucundaydı. Bu siyah rengin üzerine sarı simlerle işlenmiş yün bir yelekti.
Bu yelek, az önce rüyasında görmüş olduğu bilgenin üzerindeki yeleğin tıpa tıp aynısıydı. Yeleği ilk kez görüyordu. Aynı anda duyduğu sese doğru başını çevirdi. Bulunduğu odanın kapısında dönen kilit sesiydi. Ve kapı açıldı. İçeriye koyu mavi renkli üniforma giyinmiş bir hemşire ve beyaz önlüklü, boynunda steteskopu asılı, düzgün kesilmiş beyaz top sakallı, orta yaşı geçkin doktor girmişti. Doktor çekik gözlüydü.
“Günaydın kızım, bugün nasılsın bakalım?”
Genç kadın hala toparlanamamıştı. Sadece dudaklarından sessizce iki sözcük çıkmıştı.
“Nerdeyim ben?”
Doktor ona doğru bir iki adım atıp omuzlarından tuttu.
“Madde bağımlılarının tedavi olduğu bir hastanedesiniz.”
“Ne işim var burada?”
Doktor onun omuzlarına hafif dokunarak yatağına doğru götürdü.
“Otur kızım, buraya geldiğinizde komadaydınız. Kanınızda aşırı dozda eroin…”
İşte o anda her şeyi anlamıştı kadın. Eşinin ihaneti, yüzünde patlayan tokatı, kapıyı hızla çekip gitmesi… Sonrasında ise, altın vuruşla ölüme nasıl kanat çırptığı o an gözlerinin diasında bir anda göründü. Umarsızdı. Yüreği acıyla burkuldu.
“Ne zamandan beri buradayım doktor bey?”
“Tam bir aydır.”
Kadın düşle gerçek arasında sıkışıp kalmıştı. Yatağının ayak-ucundaki siyah yün yeleğe gözü takıldı ve sabırsızca sordu:
“Peki, içimdeki hayvanla barıştım mı doktor bey?”
Genç kadının bu sorusu doktorun çok hoşuna gitmişti:
“Tabi ki, her savaş sonrası barış kaçınılmazdır.”
Ve kadın ayağa kalkıp pencereye yöneldi: Bir süre öylece dışarı uzandı bakışları.
Geri döndüğünde gülümsüyordu.
“Beni kurtardığınız için teşekkür ederim.” Dedi kadın.
Emine PİŞİREN
Not: Bu öyküm, madde bağımlısından kurtulmuş olanlara ithafımdır.