- 747 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Zehirli Sarmaşık
Çöl kaktüslerinin yalnızlığını duyarken yüreğinde, sen de benim sensiz ölüşlerimi görmeyeceksin asla. Güller ekip vahalarına, bu şehrin sokaklarında salkımsöğütler gibi acılara tutunduğumu, seni her düşündüğümde, her özlediğimde hece hece aşkını dokuyup dizelerde yüreğimin suları ile ülkene yol aldığımı bilmeyeceksin. En dayanılmaz acıları senin için çektiğimi, senin için gizli sevdalara düştüğümü asla anlayamayacaksın.
Ekmek pişiren kadınları görürdüm ellerine bakınca. Mis gibi bir yufka ekmeği dolardı sen gelince odama. Gözlerine bir bakışta, arzuların en mükemmelini yaşar, yağmurlar yağardı yüreğime, dertlerini önüme dökünce. Seni dinledikçe kova kova sular dökülürdü gönül bahçeme, seni seyrettikçe ölümler bir hiçe dönüşürdü.
Kendimden her kaçtığımda, yalnızlığın tutkulu kanatlarının altına her girdiğimde, uzaklarda bir köye duyduğum özlemle senin hasretini duyumsadım günlerce. Bileklerindeki mavi nazarlık halkalarını ve gülümsemelerinin ardındaki düş rüzgârlarını asla yüreğimden uzak tutmadım. Dünya alabildiğine küçük, aşkım yücelerden yüceydi. Pişmanlıklarının parmak boğumlarında içindeki fırtınalara hep göğsümü siper ettim.
Oysa, zehirli bir sarmaşık’mışsın sen. Gündüzler topaç gibi çevrildi gözlerimizin önünde. Gecelerde Ay’dan halkalar geçirdim boynuna. Sevmek, her gün yeniden inanmakmış aşka. Sevmek, her gece kor alevlerde yanmakmış. Günlük sorunlarla boğduk bu kutsal sevdayı. Hiçbir emel fayda etmedi pişmanlıklarımıza. ’Yarın, yarın’ diye geçirdik koca bir ömrü.
Nice nice sevdalar tanıdım, sana benzeyen. Huysuz bir sevdanın dadısı olduk birbirimize. Kendi kabuğumuzda balyozlu devlerle savaştık ve bu sevdanın ininde hep cüce kaldık. Ebedi bir uyku aramışım ben aşk’ta. Tutup saçlarından çılgın bir zamanın, bir bir kapılarını açtım aşkın. Göğsümün saydam çizgisinde solurken, sevgisiz bir dünyanın kapılarını çekerdik üstümüze.
Yaşam bir satırbaşı gibi durur oysa. Avuç içi kadar yüreğinde bu aşkı barındıramadın. Düşüncemin kutsallığında kayboldun, yittin ve bu sevdanın fidanını sevgisizliğinle kuruttun. Yaşam ile ölüm arasındaki eflatun çizgide uzak denizleri düşleyebilirsen anlarsın bu yaşamı. Seyrettiğin yaşam pencerelerinden gözlerime bakma bir daha. Bu sana son şiirim, son sözlerim belki de. Geçmiş, geleceğine karanlık çizgiler çekmeden, sen de, sende bitir bu sevdayı. Aşk’ın suskun ilâhilerini ruhunda taşıyamayan, bu sevdanın ağırlığı altında ezilen, günlük mutluluklarla ömrünü harcayan anlaşılmaz bir sevda yolcususun sen.
Bir el çekip çıkarır beni bu karanlıklardan. Gizli sevdalar çalar kapımı. Salkımsöğütler gibi kuşatır beni bir sevda. Bu şehrin sokaklarında yeni aşklara yürürüm. Sevgilerin ucuza alındığı, nefretlerin anında sunulduğu bu yalan dünyada gerçek sevgi hecelerini bir pastil gibi yutarım.
Umutlar bir menekşedir, zamansız açmaz güzelim. Sevenlerin heder olduğu bu koca enginde, bir kere sor, sor kendine neden göçer kuşlar uzak diyarlara? Yüreğine çizdiğin çiçekli geleceğin zaman koridorlarında bir gün kaybolursun sen de. Ufkunun çizgilerini de sileceğim elbet gülüm. Bana açılan tüm kapıları kapatıp, ellerimle soyduğum uykusuz diriliğini de anılara gömecek, içimin fırtına bozumlarında kendi tanrılarıma el açacağım Sonra, sonrası eski bir şiir anlayacağın. Neresinden tutarsan tut, parça parça. Söylenecek sözümüz kalmamış artık. Şimdi geride eski bir sehpa ve kırık bir masa.
Selahattin Yetgin