- 767 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Nar Çiçeği-2
Güneş’in güleç yüzü Toroslar’ın ardından görününce, yağmur bulutları küsüp gitmişti. Akdeniz’in mavi dalgaları sıcak bir merhabayla karşıladı beni. "yüreğini kapta gel" diyen davetkâr Akdeniz şarkısına uyup gelmiştim. Anladım ki ne Akdeniz’e, ne bana yakışıyordu hüzün. Hiç bir zaman sevmedim hüznü. Erkenden kalkıp gelmiştim şehrine. Gün batmadan geri dönecektim. Hep diyordun ya bana "anın tadını çıkar"; aklımdan tüm düşünceleri kovup, söz dinleyen uslu bir çocuk olmaya karar verdim. Keyfim yerine gelince, karnımın acıktığını hissettim. Kahvaltı yapıp çıksaydım keşke. Sanki şehri kaçıyordu, sanki randevuya geç kalıyordum. Ne vardı erkenden, aç aç yollara düşecek. Kızıp içten içe söylenirken kendime, ilacımı içmediğimi ayrımsadım. Sakin olmalıydım.
Denizin tam karşısında "Ayışığı Cafe". Böyle yazıyordu girişinde. Önce ismini, yaklaştıkça bahçesindeki çiçekleri, çimenleri sevdim. Masaların üstünde açılmış tenteler, köşede yer minderleri olan güzel bir mekândı burası. Pazar günüydü ve henüz kimse yoktu mekânda. Garsonlar günün hazırlık telaşındaydı. Köşede sofra başında hamarat bir kadın hazırlık yapıyordu. Sofra başında, elinde oklava, yufka açan kadınlar bana hep annemi hatırlatır. Maharetlidir elleri, hatta sihirli. Hamarattır hepsi. Göz açıp kapatıncaya kadar sofra kadar bir yufkayı açıverirler. Onların bu mahareti her zaman kıskandırmıştır beni. Annemin istediği gibi eline her iş yakışan, becerikli bir kız çocuğu olamamıştım. Annem sabırla öğretmeyi pek çok kez denemiş olsa bile, kare ya da dikdörtgenden öteye gitmeyen asla yuvarlak bir şekil almayan açtığım yufkalar kızdırırdı onu. Sabrı tükenince oklavayı aynı maharetle patlatıverirdi kafama. Bir türlü öğrenemedim yufka açmayı. Haklıydı kendince annem. Benden kaç yaş küçük kardeşlerim bile öğrenmişti yufka açmayı. O günlerden kalma kıskançlık ve utançla bir an sanki arazımı bulacakmış gibi eğilip bakmıştım ellerime.
Tentelerin gölgesinde, maviye nazır bir masaya oturdum. Mekânın ilk müşterisiydim. Genç, güleç yüzlü bir garson aldı siparişimi. Peynirli gözleme söyledim.
-Yeni açıyor abla gözlemeleri, biraz bekleyeceksiniz, dedi garson.
-Sorun değil. Beklerim, dedim.
Akdeniz köpük köpük dalgalarıyla mavi mavi kucaklamıştı beni. İstanbul’da olsa bu manzara "brunch" yapmaya gelen kalabalıktan iğne atılacak yer kalmazdı. Güneşten korunmak için gölgesine sığındığım masada karşımdaki boş sandalyeye düşen gölgem burkmuştu içimi. Hayallerimden uzak bir manzaranın orasında yapayalnızdım. Arkasında durulmamış boş sözler gibiydin. Dalgalar üstüme yürürken, iki damla yuvarlanıverdi gözlerimden. Neden iki göz aynı anda hareket ediyordu sanki. Sen ancak bir damla gözyaşını hak ediyordun. Akdeniz’in tuzlu sularına uğurladım gözyaşlarımı. Birden sana yazdığım dizeler geldi aklıma.
döküldüğün denizlere
soruyorum seni
tuz basıyorlarmış saflığına,
bozulma diye...
19.05.2011
Üzerinde geçen bir yıl zarfında değişen neydi? Gelseydin soracaktım bu soruyu. Gelmedin... Belli ki aynı mekânın delisi olamayacaktık seninle. Eli dolu yaklaşan garsonu görünce, elimin tersiyle kovaladım gözyaşlarını. Kes şunu, kendine gel. Ağlamak güçsüzlerin işi. Buharı üstünde sıcacık gözlemem ve çayım gelmişti. Kim, neden icat etti bu küp şekerlerini? Nede zor açılıyor kâğıtları. Neden adı küp ama şekli dikdörtgen? Yuvarlak olsaydı adı ne olacaktı? Kes şunu... Elbette ki biliyorsun bu soruların cevabını. Şekerler dökülüp saçılmasın, ortalık kirlenmesin demiş olmalı birileri içinden. Kiloyla satıldığına göre, bir kiloluk hacme en uygun paketleme şekli dikdörtgen olmuştur. Yuvarlak olursa, kutunun içinde yuvarlanıp şekilleri bozulur. Nakliyesi, istiflemesi zorlaşırdı. At şekerini ve karıştır çayını, yeter artık... Soğuk çay sevmezsin sen. Hadi toparlan, yeter dökülüp saçıldığın. Sıkıştırılıp bir koliye dizilmiş küp şekerler gibi duygularını istifle yüreğinin kuytusuna. Akma, dökülme gözyaşlarım. Tuz dengesi bozulmasın Akdeniz’in. Yeter artık analitik düşüncelerle boğuşma. Sana ne? Ne zararı var sana küplerin, dikdörtgenlerin. İyi de küp’ün en büyük özelliği tüm yüzeylerinin kare olmasıdır. Küp şekerler küp değil! Kandırıyorlar milleti. Bunlar kesme şeker. Yeter artık… Sende kes!
Akdeniz’de tuz, çayımda şeker. Yabancı bir şehirde yalnızım. Neyse ki tam tersi bir durum yok. Ya denizler şekerli olsaydı ve ben çayıma şimdi tuz atıyor olsaydım. Yok, yok öyle olmazdı değil mi? Herkes denizi içerdi kesin. Denizleri bitirirdik maazallah.
-Buyurun hanımefendi, sıcak sıcak bir bardak Akdeniz getirdim size, dumanı üstünde soğutmayın lütfen, derdi garson...
-Teşekkür ederim ama bana Akdeniz dokunuyor. Mümkünse bir bardak Marmara alabilir miyim? Derdim ben.
-Olur mu ama diye itiraz ederdi garson. Akdeniz sahilinde taze taze Akdeniz içilir. Hem bilirsiniz, en şekerli deniz Akdeniz’dir.
-Deliye bak! Gelmiş Akdeniz sahiline, Marmara istiyor. Senin gibilere doldurup bir bardak Karadeniz, Akdeniz diye ikram etmek vardı ya Akdeniz hoşgörüsü var bizde…
Diye söylenir miydi içinden garson…
Nihayet... Çok şükür başardım küp şekerlerin kâğıtlarını açmayı. Ne kadar da sağlam yapıyorlar bu meretleri. Dökülmeyelim, saçılmayalım baylar, bayanlar...
Matematik öğretmenim sende yalancı çıktın. Hani X’i denkliğin diğer tarafına öteleyip yalnız bırakınca çözülürdü problem. Çözülmüyor, çözümsüz aklımda tüm sorular. Anladım sevgili sen birinci dereceden bir bilinmeyenli denklem değilsin. İki bilinmeyenli denklemsin. Çözüm yolunu seçmek kalıyor bana. Ya yerine koyma metodu, ya yok etme metodu. Hangisini seçmeliyim acaba... Bir karar vereyim bak nasıl çözüleceksin kendi kendine... Kaç çeşit denklem var? Hatırlıyor musun? Sevinçle bağırdın mı içinden, yedi diye.
Atayım şekeri çayıma bir an önce soğumadan.
Çözelti mi oldu şimdi bu?
Peki, peki hadi bu soruyu bil bakalım.
Bir bardakta pudra şekeri, bir bardakta küp şeker, bir bardakta toz şeker var. Söyle bakalım; hepsinin üstüne aynı sıcaklıkta su konsa hangisi daha çabuk erir?
a) küp şeker b) toz şeker c) pudra şekeri d) Toz şeker ve küp şeker e)Hepsi
Sorunun cevabı sende kalsın. Yeter... Evet yeter. Akıl oyunlarım, saçmalamalarım her zaman kendimi korumak, eğlendirmek adına kurduğum kurgular. Canımı yakan düşüncelerden, aklımın sorgulamalarından kurtulma çabalarım... İç seslerim her zaman beni konudan uzaklaştırmıştır. Kurtuldum işte gözyaşlarından. Düşüncelerimi okuyamayan garsona bir bardak çay daha söyledim. Saat ilerliyor. Güneş ısıtmaya başladı. Güneş Akdeniz’inin suyunu buharlaştırıp uçuruyor. Güneşi bol iklimlerin denizleri tuzlu olur. Bir başka oluyorsa da Akdeniz akşamları, bu akşam terk edeceğim şehrini. Neredesin?
“Seyyah olup şu âlemi gezerim / Bir dost bulamadım gün akşam oldu”- Pir Sultan Abdal
22 Kasım 2012 – Zeynep Özmen
YORUMLAR
o kadar beğendim ki anlatamam. sanki orada oturup çay içen gözleme yiyen içindeki ondan kurtulmak için aklımca türlü türlü oyunlar kuran, sorular soran bendim sanki. böyle güzel bir yazıyı okuma fırsatı verdiniz bana. en içten sevgi selam ve saygılarımla. kaleminizin sesi hiç susmasın.
Yakamozmavisi
Saygılarımla.
usta kalemden nefis bir anlatım ve okunası güzellikte bir yazı.
kısa bir anın ve o anda yaşanan duyguların yazıya aktarımı güzeldi.
bir iç hesaplaşma yaşanmış o anlarda.kırık bir gönül sızılarını unutabilmek için farklı konulara yönelmiş, unutmayıbaşarmak istemiştir.
lakin bütün bu açmazlarda içindeki özlem ve hüzün vardır.Ruhsal bir yalnızlık içinde karmaşık şekiller çizen bir ressam gibi kelimler yazıya düşmüş.
kutlarım güzel kalemi.
Yakamozmavisi
Saygılarımla.