- 719 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DARBELERLE YÜZLEŞMEK (VII)
“Arzumuz; dışarıda bağımsızlık, İçerde kayıtsız ve şartsız milli egemenliği korumadan ibarettir.”
-Mustafa Kemal ATATÜRK-
Bir önceki yazımda şu değerlendirmeyi yapmıştım;
“1970’li yıllar Dünya ekonomisinin sancılı yıllarıdır. ABD’nin 15 Ağustos 1971’de parasını altına göre ayarlamayacağını ilan etmesi sonunda Bretton Woods diye anılan para sistemi çökmüş, uluslar arası ticarette yeni bir yapılanmaya gidilmiş, ABD ekonomisi enflasyonlarla sarsılmış, üst üste gelen petrol krizleri dünya ekonomisini etkilemiş, dünya ekonomisinin patronları ekonomide uygulanan Keynes’çi modelden vazgeçerek neoliberal ekonomiye geçmişlerdir.
Türkiye’de ise bu ekonomik modele geçişin sancıları çok büyük oranda hissedilmiş, CIA destekli toplumsal olaylar halkın günlük yaşantısını büyük ölçüde etkilemiş, döviz sıkıntısı ihtiyaç mallarının karaborsaya düşmesine sebep olmuş, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında uygulanan Amerikan ambargoları ile zor yıllar geçirilmiştir.”
Türkiye 1980 yılından itibaren yeni bir ekonomik yapıya geçiyor/geçiriliyordu. Türkiye’nin yeni yapılanmasını kavrayabilmek için “neoliberal görüş nedir?” diye kısaca bakmakta fayda vardır diye düşünüyorum.
Neoliberal ekonomik görüş; öncülüğünü Milton Friedman’ın yaptığı, devlet faaliyetlerinin sınırlandırılması, ekonominin doğal işleyişine bırakılması, bireysel ve psikolojik beklentilerin ekonomik hayattaki büyük öneminin olduğunu ifade ettiği bir görüştür.
Friedman’ın ekonomik önerilerini özetle şöyle sıralamak mümkündür: • Devletin ekonomik hayat üzerindeki ayrıntılı müdahaleleri ortadan kaldırılmalıdır.
• Piyasanın işleyişini engelleyen ve yeni girişimlerin kurulması konusunda cesaret kırıcı olan sübvansiyonlara son verilmelidir.
• Enflasyonu kamçılamaktan ve daha önce hiç görülmemiş derecede yüksek bir istikrarsızlık meydana getirmekten başka bir yararı olmayan parasal reformlar, hükümetlerin inisiyatif kullanamayacakları sağlam esaslara bağlanmalıdır.
• Devletin sosyal güvenlik kurumları ve bu amaçla toplanan fonlar, derde derman olmaktan uzaklaşmıştır. Devlet bu işlerle uğraşmamalıdır.
• Destekleme alımlarına son verilmelidir.
• İthal kotaları ve ihracat kısıtlamaları kaldırılmalıdır.
• Genel fiyat ve ücret kontrollerine son verilmelidir.
• Belli işlerin ve mesleklerin ruhsat ile sınırlandırılması uygulamasından vazgeçilmelidir.
• Kamu toplu konut yapımı ve konut yapımını desteklemeye yönelik yardım programları iptal edilmelidir.
• Ulusal parkların, posta taşıma hizmetlerinin ve paralı otoyolların devlet mülkiyetinde olması ve işletilmesi devletçe yapılmamalıdır.
Bunlarla birlikte devletin yapacağı işler de bulunmaktadır: • Devlet teknik tekelleri engellemeli, ekonomik oyunun kurallarının uygulanmasını sağlamalı ve ihtilaflarda hakemlik yapmalı, rekabeti geliştirmeli, parasal çerçeveyi sağlamalı, kişilerce oluşturulan yardım derneklerine ek yardım vermelidir.
Bu ekonomik görüşü tenkit eleştirenler ise şunları söylemekteler:
“Neoliberalizm; gücü ve zenginliği, dünyanın dört bir tarafındaki seçkin grupların ellerinde yoğunlaştıran, özellikle de her ülkedeki finans gruplarının çıkarlarına ve uluslararası boyutta ABD sermayesine fayda sağlayan hegemonik projenin bir parçasıdır.”
Türkiye, IMF tarafından ABD’nin ekonomik menfaatlerini ön plana alan bu neoliberal ekonomik düzene geçmeye zorlanıyordu.
Bir taraftan ekonomik zorlamalar yapılırken, bir yandan da bu düzene geçmenin kolaylaştırılmasını sağlamak için Türk toplumunu CIA vasıtasıyla karmaşa ortamına sürüklüyordu. Ülke gençleri, sağ sol diye ikiye bölünmüş ve bir çatışma ortamına sokulmuşlardı. Ancak her iki grubu da yöneten tek merkezdi.
Türkiye‘ye uygulanan ambargo sebebiyle Türk ordusu hareket edemez duruma gelmiş, kesilen kredilerin yokluğu ise Türkiye’yi Demirel’in deyimiyle “ yetmiş sente muhtaç” etmişti.
Bu kargaşa içinde 5 Haziran 1977’de genel seçimler yapıldı, ancak seçimler sonrasında güçlü bir hükümet kuracak siyasi ortam oluşmadı.
Ecevit’in kurduğu hükümet, 21 Haziran 1977- 21 Temmuz 1977 tarihleri arasında ancak bir ay görev yapabildi.
Arkasından, Demirel tarafından AP-MSP ve MHP koalisyonu olarak kurulan hükümet, 21 Temmuz 1977- 5 Ocak 1978 tarihleri arasında görev yaptı.
5 Ocak 1978- 12 Kasım 1979 tarihleri arasında yeniden Ecevit, bağımsız milletvekilleriyle birlikte bir hükümet kurduysa da Ecevit’in istifasıyla bu hükümet de dağıldı.
12 Kasım 1979 da azınlık hükümeti kuran Demirel, 12 Eylül 1980 tarihinde yapılan darbeye kadar iktidarını devam ettirdi.
Kurulan bu hükümetlerin hepsi, Amerika’nın dayattığı yeni ekonomi düzenine geçme niyetinde değillerdi. Ancak yetmiş sente muhtaç hale getirilen Türkiye’nin bu krizden kurtulma şansı, dayatılan düzene uyum sağlayacak kararları alarak uygulamasından geçiyordu.
Süleyman Demirel, 1979’da hükümeti kurunca, Devlet Planlama Teşkilatı’nın başına Turgut ÖZAL’ı getirerek yeni ekonomik düzene uyum programını hazırlattı. Aslında bu programın hazırlıkları 1978 yılında başlatılmıştı. Ancak hiçbir politikacı, Türk halkını zor duruma sokacak, Türk halkının refahına bir katkı sağlamayacak olan bu programı yapmak ve uygulamak istemiyordu.
Program hazırlandı ve Türk ekonomi tarihine “24 Ocak Kararları” olarak geçen ekonomik tedbirler paketi 24 Ocak 1980 tarihinde açıklandı.
Açıklanan bu kararlar özetle şunları içeriyordu. • %32,7 oranında devalüasyon yapılarak, sonra günlük kur ilanı uygulamasına gidilecek,
• Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınacak,
• KİT’lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılacak,
• Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılacak,
• Dış ticaret serbestleştirilecek, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilecek,
• Kâr transferlerine kolaylık sağlanacak,
• Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri desteklenecek.
• İthalat kademeli olarak serbestleştirilecek, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile teşvik edilecektir.
Türk lirasının değeri yine düşürülerek yabancılara avantaj sağlanmıştır ancak diğer tedbirleri uygulamak o kadar kolay olmamıştır. Sivil iktidarlar bu tedbirlerin halk üzerindeki etkilerinden ve oy kaybına sebep olacağından korkarak alınan kararları bir türlü uygulamaya koymuyorlar, savsaklıyorlardı.
Bu sıralarda Türkiye’deki siyasi gerilim arttı, toplumsal kaos büyüdü ve sonunda 12 Eylül 1980 günü saat 04’de bir bildiri ile Amerikalıların “Our boys” – Bizim çocuklar- dedikleri TSK’nın beş komutanı, emir komuta zinciri içersinde yönetime el koydular.
Bildiri şöyle idi: “Yüce Türk Milleti;
Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, son yıllarda, izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir.
Devlet, başlıca organlarıyla işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşürülmüştür.
Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. Kısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür.
Aziz Türk Milleti:
İşte bu ortam içinde Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.
Girişilen harekâtın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.
Parlamento ve Hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır.
Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir.
Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır.
Vatandaşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat 05.00den itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur.
Bu kollama ve koruma harekâtı hakkında teferruatlı açıklama bugün saat 13.00deki Türkiye Radyoları ve Televizyonun haber bülteninde tarafımdan yapılacaktır. Vatandaşların sükûnet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine güvenmelerini beklerim.”
Bu darbe de yine, dikkat edileceği üzere, Atatürkçülük adına(!) yapılmış bir darbeydi.
21 Ekim 1980 günü, Eski Deniz Kuvvetleri komutanı, Saim Bülend ULUSU Başbakan olarak görevlendirildi. Başbakan, kurduğu hükümette ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına, 24 Ocak kararlarının mimarı olan, Turgut Özal’ı getirdi.
…………………………………………………
Turgut ÖZAL
(D:13 Ekim 1927, Malatya- Ö: 17 Nisan 1993, Ankara)
Siyasetçi, Başbakan, Cumhurbaşkanı.
İstanbul teknik üniversitesinden elektrik mühendisi olarak mezun oldu, Amerika’da Texas Tech Üniversitesinde ekonomi eğitimi aldı.
Devlet Planlama Teşkilatı’nın kuruluşunda çalışan Özal, 1965 seçimlerinden sonra Süleyman Demirel’in danışmanı olarak görev yaptı. 1967 yılında DPT Müsteşarı oldu. 1971’den 1973’e kadar Dünya Bankası Sanayi Dairesi’nde danışman olarak çalıştı, yurda döndükten sonra başta Sabancı Holding olmak üzere birçok sektördeki, birçok şirkette yöneticilik yaptı.
1977 genel Seçimleri’nde Millî Selamet Partisi’nden İzmir milletvekili adayı oldu; ancak seçilemedi. 43. Hükümet döneminde Başbakanlık Müsteşarlığı ile DPT Müsteşar vekilliği görevlerine getirildi. 24 Ocak Kararları’nın mimarı olarak görev yaptı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, bu politikaları devam ettirmek amacıyla Bülend Ulusu Hükümeti’nde ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevine getirildi. Bu göreve getirildikten 22 ay sonra, 14 Temmuz 1982 yılında istifa etti.
……………………………………
Darbe öncesi uygulanamayan 24 Ocak Kararlarının Turgut ÖZAL tarafından uygulanmaya başlanmasıyla (ekonomik değişikliğe uyum süreci Özal’ın Başbakanlığı döneminde de devam etti) Türkiye’de sadece ekonomik değil, siyasal, toplumsal, kültürel dönüşüm açısından önemli sonuçlar da ortaya çıktı. Türkiye askerler eliyle, Amerikan çıkarlarına uygun yeni bir ekonomik ve sosyal düzene geçti.
Yeni ekonomik düzen şunlara sebep oldu: • İhracat özendirildiğinden yerli mallar dış piyasada ucuzlatıldı.
• İhracata dayalı birikim rejimine geçilirken, ihracata yönelik teşvikler artırıldı Türkiye bu dönemde "hayali ihracat" ile tanıştı.
• Dış borç 1981’de 16,5 milyar dolar iken 1990’da 49 milyar dolara çıktı.
• Ancak, IMF ile ilişkiler doğrultusunda borçların ödenmesi hafifletildi.
• Ekonomi alanında dışarıya bağımlılık arttı.
• Özellikle iç talebin kısılması sonucunda ithal malların pahalı hale gelmesi, reel ücretlerin gerilemesine sebep oldu.
• 4 yıl boyunca grev, toplu sözleşme ve sendikal faaliyetler yasaklandı,
• DİSK’in kapatılması kararıyla işçi, emekçi sınıflar sermaye karşısında siyasal olarak zayıflatıldı.
• TÜSİAD, Bakanlar Kurulu kararıyla 16 Haziran 1981 tarihinde “kamu yararına çalışan dernekler” statüsüne alındı.
• 1989’da ekonomi tarihine “32 Sayılı Karar” diye geçen kararla kambiyo rejiminin tamamen serbestleştirilmesi sağlandı.
• Özellikle 1990 yılından itibaren kamu kesimi açıklarının hızla artması, Vergi gelirlerinin iç borç servisine bile yetmemesi, 5 Nisan 1994 tarihinde yeni bir takım ekonomik tedbirlerin alınmasına sebep oldu Türk lirasının değeri bir defa daha %51 oranında düşürülerek 1$= 32.000 lira oldu.
Alınan ekonomik tedbirler ve neoliberal ekonomiye uyum sağlama paketleri sonuçta bir işe yaramadı, halkta ekonomik bir rahatlık sağlamadı ve Türkiye gün geçtikçe borç batağına sürüklenmeye başladı.
1995 Genel Seçimlerinde meclise giren partilerin hiçbirisi tek başına iktidar olacak oyu alamadı.
Önce Ahmet Mesut YILMAZ, sonra 28 Haziran 1996 da Necmettin ERBAKAN, Başbakan olarak görevlendirildi (REFAH-YOL koalisyonu). Erbakan, daha iktidara gelmeden önce alışık olunmayan ekonomik bir düzenden bahsediyordu. İktidara geldikten sonra uygulamaya koyduğu bu ekonomik düzen, Amerika’nın Türkiye’ye telkin ve dayattıklarına benzemiyordu ancak, ekonomi düzelmeye, ekonomik göstergeler iyiye gitmeye başlamıştı.
Yapılanlardan bazıları şunlardı:
• 1996 yılı sonunda 20 milyar dolar olması beklenen bütçe açığı 15 milyar dolara, 30 milyar dolar olması beklenen iç borç ise 22 milyar dolara düşürüldü.
• Hükümeti devraldığında yüzde 76’lar seviyesinde olan repo oranı, Şubat ’97’de yüzde 50’ler seviyesine kadar çekilebildi. Bu durum, mevduat ve Interbank faizlerinde de yaşandı.
• Yüzde 170 seviyesinde devralınan Hazine borçlanma faizi Şubat 1997 tarihinde, yüzde 83’ler seviyesine kadar düşürüldü.
• Devralındığında sadece 155 gün olan ortalama borçlanma vadesi, Şubat 1997’de 400 güne, bu tarihten sonra yaşanan olumsuzluklara rağmen, Nisan 1997’de ise 730 güne çıkarıldı.
• Enflasyonla mücadelede başarı sağlandı. Emekliler, işçiler, memurlar ve köylüler dahil, toplumun tüm gelir gruplarına enflasyonun üzerinde, 40-50 puanlık bir reel gelir artışı sağlanmasına karşın bu reel gelir artışının finansmanında alternatif gelir kaynakları devreye alınarak enflasyonun azmasına meydan verilmedi, gerginliklere rağmen enflasyon sabit tutulmaya çalışıldı.
• 28 Haziran 1996 tarihlerinde 550 puan olan borsa endeksi, Şubat 1997’de 1700 puana kadar yükselerek yeni rekorlar kırdı.
• Kaynak paketlerinden Ocak 1997 itibariyle 11,78 milyar dolar, Nisan 97 itibariyle ise 13,33 milyar dolarlık bir gelir sağlandı.
• Bir yıllık bu dönemde döviz rezervlerinde Şubat 1997 itibariyle yaklaşık l Milyar dolarlık bir artış kaydedildi.
• 1995 yılında bütçeden tarımsal desteklemeye ayrılan pay sadece 19 trilyon, 1996 yılı içinse önceki hükümet tarafından öngörülen destekleme fonu sadece 38 trilyon TL. idi. Refahyol, 1996 yılı ikinci yarısında yaptığı hamle ile 1996’daki desteklemeyi 60 trilyon TL.’ye çıkarttığı gibi, 1997 yılı için de 95 trilyon TL’yi tarımsal desteklemeye ayırdı.
• Zirai ürünler karşılığı köylülere 1996’da sadece 43,5 trilyon toplam ödeme yapıldığı halde, Refahyol döneminde 136 trilyon TL ödeme yapıldı ve böylece, bir yılda yüzde 312 oranında büyük bir artış sağlanarak köylüler azami derecede desteklendi.
• TMO 1995 yılında 48 milyon dolarlık hububat alımı yaptığı halde, Refahyol döneminde, 329 milyon dolarlık alım yaparak köylüye 7 misli fazla para ödendi.
• Köylülere yüzde 50 gübre sübvansiyonunun alımda derhal ödenmesi esası getirildi. Ayrıca, gübre alımında formaliteler azaltıldı.
• Et ithalindeki fon, önce yüzde 3’ten yüzde 30’a çıkarıldı, daha sonra da canlı hayvan ve et ithalatı yasaklandı.
• Hayvancılığın ihyası için büyük önem taşıyan çayır ve mera alanlarının ıslahı ve artırılması hususunda, 1996 yılında 5000 hektar saha artırılması yapılmıştır. Böylece artış yüzde 175 oldu.
• Yem bitkileri alanlarının artırılmasına da çok büyük önem verildi. 1996’da 7650 hektar yeni bitki alanı geliştirildi. 1997’de ise 22.000 hektar yeni bitki alanı geliştirilmesi programlandı, artış yüzde 187 civarında gerçekleşti.
• Amerika buğdayının fiyatı 21.000 TL. iken, bunun muadili kırmızı sert buğdaya dört ayın ortalaması dikkate alındığında 36.000 TL. fiyat verildi.
• 1997 dünya yaş çay alım fiyatının 30.000 TL. olduğu dikkate alındığında, çay üreticisine 1997 yılında dünya fiyatlarının çok üstünde bir fiyat verildiğini söylemek mümkün.
• Bağ-Kur emeklilerinin maaşları yüzde 300’e kadar artırıldı.
• Esnafa verilen krediler 1996’nın 2. yarısında 57 trilyondan 80 trilyon TL.’ye çıkarıldı.
• Fon kredisi imkanı tanınan Teşvik Belgesi verilmesine başlandı. Böylece Fon Kredisinden yararlanmak üzere, 8 bin 36 KOBİ sahibi müracaatta bulundu ve 2.5 trilyon TL. tutarında kredi kullanıma açıldı.
• Asgari ücrette yüzde 100’den fazla artış sağlandı.
• Ortalama memur maaş artışı yüzde 230,1, buna mukabil enflasyon yüzde 165 dolayısıyla reel artış takriben yüzde 65 olarak gerçekleşti.
• Son yıllardaki memur maaşlarındaki reel değişime bir göz atıldığında, Refahyol hükümetinden önceki dönemde, genellikle memur maaşlarındaki reel değişim enflasyonun altında kaldığı görülür. 1993’de reel değişim + yüzde 2,2 iken, 1994’de - yüzde 2,2, 1995’de - yüzde 4,8 olmuştur. Refahyol döneminde, memur maaşlarının enflasyon üzerindeki reel artışı yüzde 65 oldu.
• Refahyol iktidarı, 1996 yılında asgari ücret 210 dolar olarak tespit etmekle bugüne kadar işçilere reel olarak verilen en yüksek asgari ücreti vermiş oldu.
• Kamu toplu iş sözleşmelerinde ilk defa Refahyol döneminde üç ay gibi kısa bir zamanda sağlandı. Kamu kesimi ortalama giydirilmiş aylık ücretlerinde büyük bir artış sağlanarak, ücretler 53 milyon TL.’den 107 milyon TL.’ye, dolar olarak da 655 dolardan 993 dolara çıkarıldı.
• Bütçeden Bağ-Kur emeklilerine 866 milyar TL., memur emeklilerine 985 milyar ve işçi emeklilerine 2.64 milyar TL. destek sağlandı.
• Memur emeklilerinin maaşlarında enflasyonun üstünde yüzde 51 reel artış sağlandı.
• Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Teşvik Fonu’nun bütün geliri, kamu maksadına uygun sekide, tamamen yoksullara tahsil edildi.
• İhtiyaç sahibi öğrencilere de, geniş bir program halinde hibe yoluyla karşılıksız destekte bulunuldu. 1994-95 yılında kişi başına burs 750 in TL. burs verilen öğrenci sayısı 78 bin 815, verilen toplam burs 710 milyar TL. iken 1995-96’da aylık burs miktarı l milyon TL, burs verilen öğrenci sayısı 100 bin 525, verilen toplam burs l trilyon TL’ye çıkarılmış, 1996-97’de ise aylık burs 4 milyon TL, burs verilen öğrenci sayısı 200 bin, verilen toplam burs 6 trilyon TL. olmuştur.
• Refahyol, özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgeleri başta olmak üzere ihtiyaç içinde bulunan Acil Destek Programı çerçevesinde toplam 3 trilyon 947 milyar 559 milyon TL. tahsil etti. Bu programdan toplam 57 il, 96 ilçe, 52 belde ve 90 köy yararlandı.
• Refahyol iktidarı, Doğu ve Güneydoğu Bölgeleri’nin ekonomik ve sosyal göstergelerini dikkate alarak bazı tesbitlerde bulundu ve bu sorunların çözümüne yönelik olarak, bir "icra anlaşma programı" hazırladı. Ancak uygulanmadı.
• Körfez Savaşı’ndan bu yana Irak’a uygulanan ambargo sonucu kapalı tutulan ve Türkiye’nin milyonlarca dolar zarar etmesine sebep olan Kerkük-Yumurtalık Boru hattı, Refahyol döneminde açılarak ülke ekonomisine katkı sağlandı.
• Çekiç Güç’ün görevine son verildi.
Bu gelişmeler Amerika’yı çok rahatsız etti. 1960’lı yılların başından beri “Yeşil Kuşak” projesiyle elleriyle kurup büyüttüğü, besleyerek iktidar yaptığı siyasal İslam’ın temsilcileri kendisine meydan okuyor, kurduğu düzeni bir kenara iterek ekonominin millileşmesi için gayret gösteriyordu. Bu katlanılacak bir durum değildi. Erbakan tasfiye edilmeliydi.
Erbakan’ı tasfiyenin yolları arandı ve sonunda adına 28 Şubat süreci denilen süreç başlatıldı.
28 Şubat 1996 tarihinde Milli Güvenlik Kurulunda askerler hükümeti çok sert şekilde eleştirdi. Bu kurul sonrası tasfiye işlemi başladı.
Erbakan, 30 Haziran 1996 günü istifa etti. Partisi Anayasa mahkemesi tarafından, "Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerin odağı olmak" gerekçesiyle, 16 Ocak 1998’de kapatıldı.
ERBAKAN’ın, ülkenin dünya ekonomisine eklemlemesine yaptığı olumsuz katkıları(!) nedeniyle, Türkiye yeniden ekonomik sıkıntılar içine düştü/düşürüldü. Sıkıntılar artarak devam etti ve Türkiye 1999 seçimlerine gitti.
Seçimlerde, yine, hiçbir parti tek başına iktidar olacak oyu alamadı. Seçimlerden birinci parti çıkan DSP, Mustafa Bülent ECEVİT başkanlığında 11 Ocak 1999 tarihinde azınlık hükümetini kurdu. Bu hükümet 28 Mayıs 1999’a kadar görev yaptı.
28 Mayıs 1999’da başında yine Bülent ECEVİT’in bulunduğu DSP, MHP ve ANAP ile koalisyon hükümeti kuruldu.
Bu hükümet ekonomiyi düzeltmek için Amerika’dan Kemal DERVİŞ’i getirerek Türk ekonomisini kendisine teslim etti.
…………………………………………….
Kemal Derviş
(D: 10 Ocak 1949, İstanbul)
İktisatçı ve siyaset adamı.
İngiltere’de Londra Ekonomi Okulu’ndan ekonomi alanında lisans ve lisansüstü derecelerini aldıktan sonra ABD’nin Princeton Üniversitesi’nde doktorasını yaptı.
1973-77 yılları arasında ODTÜ ve Princeton Üniversitesi’nde ekonomi alanında ders verdikten sonra, 1977’de Dünya Bankası’ na girdi. Bu kurumda 1996 yılında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan sorumlu başkan yardımcılığına yükseldi.
Kasım 2000 ve Şubat 2001’de yaşanan iki mali krizin ardından Türkiye’ye davet edilen Derviş,22 yıllık hizmeti olan Dünya Bankası’ndaki görevinden ayrılarak 3 Mart 2001’de Bülent Ecevit Hükümeti’nin Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevini üstlendi. Uluslararası Para Fonu (IMF) ile müzakereleri yürüterek mali krizin asgari hasarla atlatılmasını sağladı. Türk finans sisteminin radikal bir şekilde yeniden yapılanmasını sağlayan Güçlü Ekonomi Programı’nı hazırladı. 2002 Ağustos ayında başbakan yardımcısı Devlet Bahçeli ile görüş ayrılığına düşerek görevinden istifa etti. İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan ile birlikte Yeni Türkiye Partisi’nin kuruluş çalışmalarına katıldı. Ancak bu partiye katılmayarak Cumhuriyet Halk Partisi’nden milletvekili adayı oldu.
3 Kasım 2002 Seçimlerinde CHP’den İstanbul milletvekili seçildi. 9 Mayıs 2005’de milletvekilliğinden istifa ederek Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanlığı görevine atandı.
………………………………………………………………
Artık Türkiye’nin kaçacak yeri kalmamıştı. Kemal DERVİŞ önce İstikrar önlemleri aldı ardından 22 Şubat 2001’de Türk lirasının değerini %28.4 düşürerek devalüasyon yaptı. Ardından “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile bugünde etkilerinin devam ettiği ve Türk ekonomisini dünya pazarlarına bağlayan ekonominin temellerini attı.
Türkiye, bu ekonomik gelişmeler içinde 3 Kasım 2002 tarihinde genel seçimlerini yaptı ve bu seçimlerde ERBAKAN’nın “mili görüş Gömleği”ni çıkartan öğrencileri toplam oyların %34.28’ini alarak Adalet ve Kalkınma Partisini tek başına iktidara getirdiler.
O tarihten bu güne kadar Türkiye bu parti tarafından yönetilmektedir.
Bu Partinin İktidardan uzaklaştırılması için 2003 yılında parti yöneticilerine karşı darbe girişiminde bulunulduğu iddiaları yargı sürecindedir. Yapılan yargılama sonunda darbeye teşebbüs edilip edilmediği açıklığa kavuşacaktır.
2007 genel seçimlerinden önce, 27 Nisan 1997 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesine konulan bir bildiriyi, bazı kesimler, hükümete karşı girişilmiş bir darbe olarak değerlendirmektedirler. “E-MUHTIRA” diye adlandırılan bu bildiriyi, Ordu içindeki Atatürkçü askerlerin, mevcut yönetimden rahatsızlıklarını yatıştırmak(gazını almak) ve iktidar partisine seçimlerde avantaj sağlamak için düzenlenmiş bir siyasi manevra olarak değerlendiriyorum. Bu sebeple bu olayın ayrıntısına girmiyorum.
II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan “Yeni Dünya Düzeni” içindeki Türkiye’de iktidarlara karşı yapılmış darbeleri ya da darbe girişimlerini, yaşanan ekonomik darboğaz ve krizlerle ilişkilendirerek yaptığım incelememin sonuna geldim.
Bundan sonraki yazımda genel bir değerlendirme yaparak, bu yazı dizisini hazırlarken kullandığım kaynakların isimlerini vereceğim ve “ Darbelerle Yüzleşmek” yazısını sonlandıracağım.
Bekir GÜÇLÜER
YORUMLAR
bekir güçlüer
Değerlendirmeniz ve beğeniniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım