- 670 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SAMSUN BAFRA’YA YOLCULUK (1) (S.Kuyumcu)
Gece saat 11.30 da hareket eden otobüsüme biner binmez, istem dışı kapanan gözlerim, inanıyorum ki uykusuzluk çeken pek çok yolcuyu kıskandırmıştı. Şoför koltuğunun hemen arkasındaydım. Beni, diğerlerinin kıskanmasına neden olacak bir ayrıcalığım daha vardı. Koltuğum tek kişilikti ve başımı yaslayabileceğim önümdeki düzenek ben olan sahibini özlemle bekliyordu. Yolum uzundu. 10-11 saat sürecek yolculuk için bu durum elbette avantajımdı. Kısa zamanda özlem gidermemizin elbette olumsuz yanları da mevcuttu.
Dikensiz gül olmuyordu maalesef. Evden çıkmadan aldığım alerji hapının kıskançlığa sebebiyet veren getirileri, bana pahalıya mal olmuştu. Çay ve ihtiyaç molaları yarı baygın, yarı uykulu en çok da sersemliğimin kıskacı arasında sıkıştığından bana ulaşamamıştı.Yolculuğumdan hiçbir şey anlamadan kendimi Samsun’da bulmuştum.
Bir olumsuzluk daha vardı. Bindiğim otobüsün Bafra’ya servisi yoktu. Ve dernek başkanımız Gülseren Aktaş hanımefendi bu soruna iki çözümle gelmişti. Çözümlerden biri aynı günün öğle saatlerinde Samsun’dan Bafra’ya gelecek olan bir gruptu. Bafra belediyesinin etkinlik için oluşturduğu bu otobüs, öğle saatlerinde onları getirecekti. Otobüsün güzergahında yapılacak olan ufak değişiklik, beni onlarla birlikte Bafra’yla buluşturacaktı.
İkinci çözüm; Recep beyle Samsun’dan beni almaya geleceklerdi. İkincisini istememiştim. Ben elbette bir şekilde oraya ulaşacağımı düşünüyordum. Samsun otogarında indim. Sonuç çok daha farklı oldu. Ulusoy firması Varan’ı kendi bünyesine aldığından; firma beni Ulusoy’un Bafraya giden otobüsüne bindirebileceğini söyledi. Bu harika bir haberdi. Sabah saatlerinin en güzel müjdesi…
İçerideki sıra sıra dizili metal sandalyelerden birine oturdum. İşin komik yanı gözlerimi özgür bıraksam anında beni benden alıp rüyalara sürükleyecekti. Fakat bu sefer buna izin yoktu. Valizimi içeride bırakarak dışarı çıktım. Yağmur çiselemeye devam ediyordu. Harika bir duyguydu bu. İçimden doğayı kucaklamak geliyordu. Bir süre dolaştıktan sonra tekrar içeri girdim, yerime otururken sert bir erkek sesi sükunet dolu ortamı adeta tırmalamıştı.
-Yeter artık ana, yeter! Anladın mı yeter! Bıktım artık…
Başımı gayriihtiyari çevirip baktım. Benim hizamın diğer ucunda kupkuru ve çok uzun boylu bir kadın elleriyle kendisini azarlayan adama tutunmuş birkaç adım atmaya çalışıyordu. Aslında atamıyordu adama tutunmuş, adımlarını sürüklüyordu.
-Yürüyemiyorsun işte! Yapamayacağını bile bile neden denemeye çalışıyorsun?
Yaşı seksen-seksen beş civarında olan kadından ses çıkmıyordu. Adamın öfkeli sesi eşliğinde büyük bir mücadele yaşanıyordu. Onlara yardım edip etmeme arasında kararsızdım. Öfkeli insanların alanlarına hangi maksatla olursa olsun girilmemesi gerektiğini öğrenmiştim. Kadının bacakları aniden geriye doğru sürüklendi. Belli ki yorulmuştu ve kendince oturma kararı almıştı. Ani farklılık adamın da dengesini bozunca ikisi birden sendelemeye başladı.
-Allah kahretsin, Allah kahretsin!
Bende istem dışı ayağa fırlamıştım. Adam ani bir hamleyle kadını belinden kavrayarak yerine oturttu. Parmağını kaldırarak tehdit etmeye başladı.
-Bunu bir daha sakın deneme!
Tekrar yerime oturdum. 40-45 yaşlarında olan adam kendisini hışımla dışarı atmıştı. İçim ezilmişti. Başı örtülü yaşlı kadın o kadar zayıftı ki, gözlerimi ondan alamıyordum. Uzun boylu ve dimdik oluşu dikkat çekiciydi. Elindeki bez parçasıyla burnunu siliyordu. Anlamıştım, o da benim gibi ağlıyordu. Çok geçmeden oğlu olduğunu düşündüğüm adam içeri girip tam karşısında durdu. Kadın gözlerini yere dikmiş sessiz sessiz ağlıyordu. Sabahın o saatinde içeride bekleyen bizden başka kimse yoktu. Adam anasına sadece bakıyordu. Kimi zaman bakışları benden yana kayıyor sonra tekrar yaşlı kadının sessiz gözyaşlarını izliyordu.
Pırıl pırıl olan ruh durumum enkaz gibiydi. Yaşlı insanlara, hayvanlara yapılan kötü muamelenin hangi şartlarda olursa olsun, savunulacak hiçbir yanı olamazdı. Gün benim en hassas noktama damgasını basmıştı. İçim acıyordu.
Valizimi alıp dışarı çıktım. Soğuk havayı derin derin solumaya başladım. Otobüsüm bir an önce gelmeliydi. Özgür kalmak için fırsat kollayan gözlerim acı yüklenmişti.
Evet, bir canı ezip geçmek için direksiyon başında olmaya gerek var mıydı ki?
Otobüsüm gelmişti. İçerideki yetkili hemen dışarı çıkarak,
‘Hanımefendi bizim aracımızla geldi, Bafra yolcusudur’ dedi.
Otobüs yarı yarıya boştu. En arkalarda beni kimseyle buluşturmayacak boş koltuğu seçerek oturdum. 45 dakikalık yolumun olduğunu aracım gelmeden önce öğrenmiştim. Pencereden dışarıya bakarken kulaklarımda adamın sesi, gözlerimin önünde ağlayan yaşlı bir kadının resmi vardı. İçimse beni ele geçirmiş, fokur fokur kaynayan kazana benziyordu. ‘Haksızlık’ diyordu içimdeki çığlık. Belki iyileşmek için mücadele ediyor… Belki yükünü bir nebze olsun üzerinizden almak istiyor… Belki acısı var, hareket etme ihtiyacı hissediyor…
Ben bir anaydım. Üstelik onun ilgisine, sevgisine yabancı büyüyen bir ana. Ana olunca, ‘ana’ kavramının ne olduğunu , köleliğe sevgiyi gönüllü giydiren varlıkların kutsal yanını, en olumsuz anda bile evladını dua ile sarmalayan olduğunu öğrenen… Ana olmak buydu? Bu kadar özveriden sonra bugün yaşananlar ve benzerleri olmamalıydı. Anaların yürekleri bunları hak etmezdi, etmemeliydi. Hastaya bakmak kolay değildi bunu kabul edebilirdim, fakat bir tarafım bu düşüncemi şiddetle kovalıyordu.Hasta olup evladına muhtaç yaşamak, hastaya bakanın yükünden iki kat daha ağırdı. Hem fiziksel yok oluşun, hem ruhsal çöküntünün yükünden daha ağır ne olabilirdi ki?
Yol, bu kadar çabucak nasıl bitmişti, anlamamıştım. Otobüsten indiğimde sersem gibiydim. . Gülseren hanım ve Gültekin hanım kahvaltımı ayırmış beni bekliyorlardı.Hemen yan taraftan taksi dolmuşlarından birine binerek Öğretmenevinin önünde indim Yağmur yağmaya devam ediyordu. Daha dış kapıdan girerken içimi sıcacık duygular sarmıştı.
‘Tanrım nasıl da özlemişim!”
İç kapıdan içeri girdim, bizimkileri göremeyince valizimi resepsiyonun yanına koyup aceleyle kendimi dışarıya attım. Hemen bir sıgara yakıp soluğu yağmurun altında havuzda yüzen ördeklerin yanında aldım. Muhteşem bir duyguydu. Üstü brandayla kapalı olan en yakın masaya oturdum. İlk etkinliğimizdeki enerjinin izleri kaybolmamıştı. İşte! Tam şurada birbiriyle birleşen masanın etrafındaydılar. Biraz ilerisinde de aynı şekilde ikinci masa… Beyaz yeleğiyle hemen dikkatleri üzerine toplayan, geniş,sıcacık tebessümüyle Emine hanım. Bir öndeki masadan heyecanla fırlayıp beni bağrına basan ufak tefek bir kadın. Kocaman yüreğini tanıdıkça tezat bedene saygı duyduğum Gültekin Özcan. Emine hanımın elimden tutarak beni masadaki arkadaşlarımla birer birer tanıştırması. İşte! Tam köşedeki küçük masada baş başa veren ikili. Erden Soytürk ve Orhan Oyanık. Sağdan soldan yolculuğumun nasıl geçtiğini soran sıcacık yürekler. Ev sahibimiz Gülseren Aktaş’la tanıştırılmam tam da şurasıydı. Omzuma dokunup, biraz da bizim masaya gelseniz diyen, Ercan Kızılay hocam. Evet, herkes oradaydı sanki. Enerjilerini hissedebiliyordum. Yağmur benim ruh durumuma eşlik edercesine doğayla buluşmanın sevincini bana da yansıtıyordu. Kaybetmeye başladığım huzuru yeniden giyinmiş adeta yenilenmiştim.
Samsun Bafra artık benim için o kadar özel bir yerdi ki, enerji yoğunluğunun insan üzerindeki etkisini hissettiğim en güzel duygularımın ilk durağı.
Devam edecek.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.