- 703 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Gün Anlayacaksın 2
Yalnız geçirdiği her gece, karnındaki masum bebekle konuşur olmuştu Leman. Allah’a isyan etmiyordu, çünkü mutlu olduğu zamanlar şükretmeyi bildiği gibi, bu sıkıntıları yaşarken de yine O’na sığınıyordu… Çünkü doğmamış sabiden ve ağzından düşmeyen dualarından başka hiçbir şeyi yoktu…
Birkaç yere iş başvurusunda bulundu, yanıt gelmedi. Ekonomik krizin baş gösterdiği günlerde herkes işten çıkarılırken, iş bulabilmek olanaksız gibiydi. Kocası ekmek parasını veriyordu, o kadar… Çalıştığı zamanlar bir bilezik almıştı kendisine, saklamıştı ,çünkü kenarda kalan bütün parasını uyuşturucuya vermişti kocası. O bileziği satıp yastık kılıfının içine koydu paraları. Doğum zamanı geldiğinde gerekli olacaktı çünkü.
Tel örgülerle kaplıydı sanki Emre ile arası. Canının yanacağını bile bile suskunluğunu bozup bir adım atmaya çalıştı Leman, kocasının sakin haline kanarak:
“ Çok acı çekiyorum Emre.”
Sonra birden deliye dönmüş bir çift gözle burun buruna geldi. Ellerini kavradı, saçını asıldı ve bağırarak:
“ Bana bak! Görüyor musun? Ben artık bambaşka bir şeyim. Bütün insani özelliklerim alındı benden.”
Cebinden uyuşturucu maddeyi çıkartıp devam etti:
“ Şu madde için, tahmin edemeyeceğin şeyler yapabilirim! Sen bir de bana duygu sömürüsü yapmaya çalışıyorsun. Sen de karnındaki velet de benim için hiçsiniz tamam mı? Koca bir boşluk!”
Sözleri çınlarken Leman’ın kulaklarında, suratında hissettiği tokadın sızısı daha az yaraladı yüreğini. Sesler dağılırken havada, sisli bir yolun başlangıcını işaret eden çan sesleri gibiydi her bir harf… Sözcükler büyüdü anlam kazanarak ve evren durdurdu sonsuz dönüşünü. Hayat, yapraksız bir ağaç gibiydi ve onlar da bu ağaçta asla yetişemeyecek meyveler…
Bir ay sonra Leman’ın doğum sancıları başladı, yalnızdı her zamanki gibi. Sokağın sonundaki taksinin numarasını almıştı. Hemen telefona sarıldı, bir araba istedi. Yastığının altında sakladığı parasını da alıp hastanenin yolunu tuttu. Doğum sancısıyla kıvranırken bir yandan da yalnızlığına lanet ediyordu. Ne kadar kötüydü hayatta tutunacağı bir dal bulamamak, ne acıydı elini hep boşa atmak!
Takside sancılar içerisinde haykırırken usulca eğildi karnına doğru ve dedi ki:
“ Beni hayata bağlayan bir tek sensin bebeğim… Az kaldı, az sonra kollarımda olacaksın…”
Ne zor bir doğum olmuştu! Duvarlar ağlamıştı sanki, Leman’ın acı çığlıklarıyla…Bebek bir türlü dünyaya gelmek istememişti. Sıkı sıkı tutunmuştu anasının rahmine. Orada güvendeydi çünkü, sıcaktı annesinin yüreğini hissederken ve hüzün yüklü dünyaya gelmek istememesi bundandı…
Bebeğinin ağlayışını duyduğunda derin bir “oh” çekti Leman ama güçsüz kalmıştı. Yüzünü göremeden can parçasının, yorgunluktan uyuya kaldı. Öyle derin uyumuştu ki, aylar yıllar geçmiş gibi hissetti. Yılların yaşattığı sancılı günlerde ve bekleyişli gecelerde öylesine yıpranmıştı ki ruhu, derin uyumak nedir, unutmuştu… Uyandığında çevresine bakındı, bebeği yoktu yanında. Bir anda deliye döndü. “ Yavrumu getirin bana, nereye götürdünüz onu?” diye feryadı basarken, hemşireler sakinleştirmeye çalıştılar. “ Oğlunuzu hazırlıyoruz, az sonra kucağınızda olacak, merak etmeyin. Hem daha on beş dakika oldu. Zor bir doğum yaptınız, biraz dinlenin” derken biri, kafasını salladı onaylarcasına Leman ama huzursuzdu içi ve sabırsızdı hiç olmadığı kadar… “Demek sadece on beş dakika geçmiş ha? Ne uzun bir zaman dilimiydi benim için” diye geçirdi içinden.
Dakikalar sonra uzun boylu, sarı saçlı ve güzelliğiyle herkesi büyülediğini düşündüğü hemşirenin kucağında gördü yavrusunu. Birden sağanak gibi gözyaşları boşaldı yanaklarına, oğlunu kucaklarken. Ne kadar masumdu! Bembeyaz teni vardı ve yumuk yumuk elleri… Çekikti gözleri ve minnacıktı burnu… Yüzüne doğru yaklaştırdı, uzun uzun koktu yavrusunu. Cennet kokusunu içine çekerken dünyanın en harika kokusuyla karşılaştığını düşündü. Bir melek vardı kucağında ve meleklerin varlığından bile umudunu yitirmeye başladığı bir zamanda, Allah ona meleklerin en gerçeğini hediye etmişti. Bu melek onun canından kopup gelmişti dünyaya. Onun meleğiydi, sadece…
Bebeğini izlerken, babasına ne kadar çok benzediğini düşündü, dudaklarına eğreti duran bir gülümseme yerleştirerek… Gerçi en son beş yaşındayken görmüştü babasını. Daha sonra da telefonlaşmışlardı ama senelerdir bir kez olsun görmemişti yüzünü. Baba hasretiyle büyürken, titrek bir ağaç yaprağı gibiydi. Dayanıksızdı fırtınaya karşı ve çocukların meyvelerini çalmalarına müsaade ederken, kendisini feda etmeye de hazırdı hep… İçine kapanık, zorluklarla mücadele edemeyecek kadar güçsüz bir çocuktu. Kırıktı kalbi ve gözlerinin içinde hep aynı ifade vardı: Hüzün…
Şimdi oğluna bakarken doyumsuzca, babasına bu kadar benzemesini Allah’ın takdiri olarak karşılıyor, özlemini onun kokusunda azaltıyordu. Bu kadar sevdiğini, canını, bir başkası uğruna nasıl feda ederdi ki insan? Bir anda silkelendi, kurtulmalıydı mazinin defterinde yolculuk yapmaktan zira karmakarışık bir gelecek bekliyordu onu. Labirentlerden kurtuluşu zor gibiydi…
Taburcu olup eve geldiklerinde, ilk defa kocasını erken saatte evde görmüştü. Pencerenin kenarına oturmuş, dalgın gözlerle dışarıyı izliyordu. Odayı kaplayan sigara dumanı, nefesini kesmişti, kül tablası dolmuş, hatta izmaritler yerlere dağılmıştı. Geç fark etti Leman’ı ve kucağındaki bebeği. Leman, yavrularının evlerine huzur getireceği kanısındaydı, bir kere yüzüne bakması yeterliydi. Yanına yaklaştı kocasının: “ Bir kez olsun bakmak istemez misin? Öyle tatlı ki yavrumuz….” dediğinde Emre hemen mantosunu aldığı gibi kapıyı çarptı ve çıktı yine ait olduğu yere, kimliğini bulduğu ve hayatını yavaş yavaş söndürdüğü sokaklara gitti…
Yavrusunun ismini tek başına koydu Leman. Kulağına eğilerek: “Arda olsun adın. Bir nehir gibi aksın ömrün, uzun uzun yaşa evladım. Bazen sele karış, çağlasın suların ama asla kurak kalmayasın.” diye fısıldadı. Çocuk doğduktan sonra umduğunun tam aksine, evden daha da koptu kocası. Haftada bir uğruyordu artık eve. Komidinin üzerine bir miktar para bırakıp tekrar çıkıyordu dışarı. Bir kez olsun okşamamıştı oğlunun saçlarını, yüzüne bile bakmamıştı. Bağlanmaktan korkar gibiydi. Her geçen gün daha da zayıflıyor, gözlerinin altındaki morluklar katman katman çoğalıyordu. Hareketleri yavaşlamıştı ve donuktu bakışları, duygusuz, hayatsız, yaşayan bir ölü gibi…
Arda iki yaşına gelene kadar hep aynı hayatı yaşadılar. Otel niyetine eve uğrayan bir baba, dünyanın çilesini sırtına yüklenmiş bir anne ve çoğu sözcüğü söylemeyi başarabildiği halde “baba” sözcüğünü lugattan çıkarmış bir çocuk…
Sonra bir gün, son model bir araba durdu evin önünde. İçinden de şık giyimli, güneş gözlüklü bir adam çıktı ve eve doğru yürümeye başladı. “Bu da kim acaba?” diye düşünürken Leman, zil sesini duydu ve açtı kapıyı. Karşısındakini görüne afalladı, öyle bir şok geçirdi ki! Bir süre donakaldı olduğu yerde, sonra “ Emre, bu ne hal!” diye bağırdı yutkunarak. Kocası ise hafifçe gülümsedi. “ Sonunda hayat bana güldü Leman, zengin olma yolumuzu buldum ve artık para içinde yüzeceğiz” dedi .
Bakışları ürküttü Leman’ı, öyle planlarla doluydu ki beyninin içi! Gözleri ele veriyordu bazı şeyleri… Bu zengin olma tutkusu, hayatından çok önemli şeyleri götürecekti, bu belliydi…
Sesi titreyerek sordu:
“ Pe peki sen sen nasıl kazandın bu parayı?”
“Anlayacaksın Leman, hem de çok yakında…”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.