- 681 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
üşüme
Rüzgarın titrettiği son yaprak ağacıdan yarılırken,toprağa karışmaya; sarı bankta oturan yazar dalmıştı, karşıdaki din kayalıkların yanındaki mor denize.Yağmurlu bir sancı bulutların içine saklanırken,soğuk bir yel girdi ağaçların arasından sıyrılıp, denize doğru esti.
Uzakta uçan birkaç beyaz kanatlı martıya bırakılırken umutlar,deniz, içindeki gemileriyle üşümüştü.Ve rast gele balığa çıkmış yaşlı balıkçının nasırlı elleri ya nasipli indirirken ilk oltasını,çalkalanmıştı kayık.Ve sis her zaman ki gibi yüksek dağ başlarına bırakılmıştı derinden derine.Bir sonbaharın arta yalnızlığı süpürdü parklardaki gazeli.Gökte göçmen kuşların izi kaldı siyahtan.
Parkta duran yazar koynundan, kelimeler biriktirdiği kağıdı çıkarıp,dizinin üstüne alıp, birkaç kelime daha yazdı.Elindeki kurşun kalemiyle.Ucu daha yeni açılmış kalemini yanında taşıması bir tecrübenin yarım kalmış yarasındandı.Mürekkepli kalemle yazdığında; ya yağmur yağıp kelimeleri dağıtıyordu, ya da kendi ağlarken ki göz yaşları.Bu yüzden o kömür karası sevdaları yazmaktan hiç bıkmadan yazdı.Üşürken sırtındaki parkası, ayrılık soğuk parkasının altından sıyrılıp hep üşütüyordu parmak uçlarını.
Karşı kayalıklardan intihar çığlığı atarak, tek tek denize konan martılar en azından onun kadar sakindiler.Rüzgarda sallana dizinin üstündeki sayfalar birkaç satır daha ekleyip, denizin seyrine daldı.İzledi hep, denizin ortasındaki koca beyaz gemilerin kamarasından çıkan soluk ışıkları.Kayığında üşüyerek beşinci oltasını, sallayan balıkçı onun gözlerinin sol kıyısındaydı.Daha evvel sallanmış olduğu oltasının ucundaki yavru bir balığı, balıkçının, çengel oltasından çıkan küçük balığın, yeniden maviye dönüşünü de izledi.
Sabahtan sızıp kalan bir sonbaharın,tüm yapraklarını arkasına alırken kıyıda, oturduğu bankında rengi alabildiğince solmuştu.Yürekte eski hatıraların titrekliği ellerini de titretmişti.
Mevsimsiz üşümeler adına düşürdü bir öykü sayfasına üşürken..Hazan, diye bir karakter yarattı.Hiç görmediği bir dağın uzak yamaçlı bir kasabasında.Etrafına kar yağan yolların kapandığı ve tipinin hiç eksik olmadığı bir Araf’ın sancısını yaşarcasına.
Çoban Mustafa daha demincek katırıyla donarken kurtlar sofrasındaki doğaya bırakıldı.Hazan pencere kıyısında bekledi onun gelişini.Ama o hiç ama hiç gelmedi.Yarım kalmışlığın türküleri hep derin olurdu,sığmayan mısralara. O da biliyordu bunları, odaların kireçle boyandığı kerpiç evlerin toprak odalarının dar olduğunu…
Yamalı sevdaların, açık yaralarının tamir edilemediği bir sevdanın söküğü çoğalırken içinde, dizinin üstündeki kağıtlara dökmeye çalıştı içindekileri.
Mahsum sevmelerin ilk ayak izleri bir uzak kasabanın üstüne yağdı.Çoban Mustafa kaymakamdan yardım almaya gitmişti.Donmasaydı yolda, heybesinden çıkarıp okutacaktı,muhtar Hüseyin’e. –daha henüz on sekiz öncekilerin çocuk olduğunu-
Baba olmak için aynı kanı taşımanın şart olmadığı bir sevgiyle hazan erken çökmüştü bir çocuğun makasla kesilmiş başına.Daha on dördündeydi Hazan.Ve ona kalan buğulu camları temizledi hep O çobanı bekledi.Dağların öksüzlüğü,yalnız kalmış kapalı yollarındaki kasabada kaldı.
…
Yollardaki kar bahara doğru erirken; kaymakam bozuk yazılı dilekçeyi çözdü,öncesinde gırayderler karlı kasabanın yolunu kaymakam için açarken.Yanındaki genç savcıyla gitmişti.Daracık yollar,uzarken bir kaymakamın arabasında makamlar hüzzam çalıyordu o radyodan.Ve tutanakları tutacak olan daktilocunun daktilosu arkadan geliyordu.
Küçük kasabanın meydanı kalabalıklaşmıştı.Muhtarı çağırıp fısıltısında konuştuktan sonra parmağını kaldırdı.Karşı pencerenin buğusundaki yazıyı hiç mi hiç okuyanınız olmadı diye…
Kaymakam Hazan’ın yerdeki saçlarına birde tavandaki kalın ağaçlara baktı.
Savcının yanında daktilonun harfleri bir oyana bir bu yana uçtu…Kimse sormadı neden bohçasının yanında asılı duranın asıl derdi.Mesele kapandı resmiyette.Oysa ulaşsaydı çoban Mustafa,çok şey söyleyecekti.Kahveci topal (ıbrahım) sokulup söyledi olanları.Tek delil Mustafa’ n katırın heybesindeydi…
Mustafa iki yıl sonra bulundu daha dün gibi ölmüş cesedinin elinde katırın yuları ağzında yarım kalma cıgarası göğsünde kaymakamın gecikmeli cevabı…Son tutanak tutulduğunda herkes toprak kadar suskundu ..
…
Tekerlekli sandalyesinde giderken yazar, dizindeki tüm öyküleri savurdu denize.Elimden bir simit alırken almadı paranın üstünü...
Ben paranın üstüne yazdığı birkaç satırı okudum..
Ki beni bıraksalardı denize..hepsini okuyacaktım, o yürütemediği dizlerin, okşarken topal kalmış sandalyede…İşte öyküsünü dinleyecektim,karşı kahvede sabah çayıyla…
Oldu.Onunla konuştum.Ama hep sustu sabah balıkçılar açılırken derin denizlere dinledim birkaç parça içindeki öyküsü….
YORUMLAR
günaydınlar dilek yıldızı....güzel ama yürek acıtan buurk bir öykü düştü sabahın kollarından deftere...
küçük bir hata var naçizane dikkatimi çeken....karşıdaki din kayalıkların yanındaki mor denize.o din kelimesi dik olaaktı sanırım...kahvem eşliğinde yudumlayarak okudum kaleminiz daim olsun diliyorum...dostlukla....
DİLEK YILDIZI
buurk ..buruktu işte benim yazdıklarım..
karşıda dik kayalıklarla ...
günaydın ...
ilgin in sonsuz teşekkür...
KüL_K€DİSİ
rica ederim takip ediyorum sizi ben...arada zaman buldukça yorum düşüyorum bulamazsam listeme alıyorum...
DİLEK YILDIZI
TEŞEKKÜRLER İLGİNE....