- 1653 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Çocukluk Anılarım_7
Akşama Düğün Var…
Kahvaltıdan sonra masa toplanmış, bulaşıklar yıkanmıştı. Amcam, tarlaya gideceklerini söyleyerek hazırlık yapmalarını istedi. Bana da “Sen de gelmek ister misin?” dedi. Evde kalıp yengemin hışmına uğramaktansa, tarlaya gitmek daha cazip gelmişti. “Evet” dedim ve hazırlığa başladım.
Atlar ve kağnı arabası hazırdı. Kuzenlerimle kapı önünde bekliyorduk. Ata binmeyi özlemiştim. Her ne kadar içimde korku olsa da, aynı heyecanı yaşamak güzel olacaktı. Bazıları kağnı arabasına binerken, ben amcamla aynı atın üzerindeydik. İlk tedirginliğimi atlatınca başladım etrafı seyretmeye. Tarlalar köyün dışındaymış; git git bitmiyordu. Dereleri, ağaçlı bir bölgeyi geçtik. Sapsarı buğdayların yele karşı salındığı, sıra sıra tarlalardaydık artık.
Hemen işe koyuldu gidenler. Erkekler, tırpanlarla biçmeye başladılar tarlayı. Uzun bir sopanın ucunda, yay gibi eğik, ucu sivri bir bıçakla yapıyorlardı o işi. Tırpan benim boyumdan üç kat büyüktü. O kadar kolay yapıyorlar ki; izlerken, elime alsam ben de aynı kolaylıkla yapacak zannediyordum kendimi. O hevesle, amcamın oğlundan bana da öğretmesini istediğimde, güldüler hep birlikte. Elime aldığımda, tırpanı kaldıracak gücümün olmadığını gördüm. Çabucak pes etmiştim.
Kızlar, orak ve tırmıklarla kesilenleri toplayıp, öbek öbek yapıyorlardı yer yer. Öğle bir ahenkle çalışıyorlardı ki; izlemek kolaydı sadece.
Bir süre sonra izlemekten sıkılmıştım. Amcam sıkıldığımı anlayınca “Gel seni bir yere götüreyim; orda değişik bir meyve var. Oturur onları yersin.” dedi. Beraber yürüyerek ufak bir tepeye geldik. Yeşillikler içinde, çok güzel ve onları rahatlıkla izleyebileceğim bir yerdi. Yiyeceğim meyvenin adı gelincikti; ama onlar haşhaş diyorlarmış. Amcam koparıyor, küçük çakısıyla soyuyor, soyarken süte benzer bir şey akıyordu. Onu bana verdi ve yedim. Çok lezzetli gelmişti bana. Ne tatlı, ne de tuzluydu. Ağzımda değişik bir tat bırakırken, hafif bir de uyuşukluk hissediyordum. Yine de yedikçe yiyesi geliyordu insanın. Nasıl soyulduğunu öğrenince, amcamdan bıçağı alıp başladım soyup yemeye. Ne kadar soydum, ne kadar yedim hatırlamıyorum; ama çok yediğimi biliyorum. Ellerimse simsiyah olmuştu ve üstelik yapış yapıştı.
Öğlen olmuş, yemek molası vermişlerdi. Bir ağacın altına oturduk; kızlar azıkları açtılar. Köy peyniri; ama kadayıf görünümünde… Deriye basılmamış, çiğ haliymiş. Lavaş ekmeklerin arasına sarıp yiyorduk. Ayran da yanında çok güzel gidiyordu hani. Gerçi, haşhaş yemekten şişen karnım aç değildi; ama bir dürmeç yedim bende.
Bir süre daha onların çalışmalarını izledikten sonra, yine benim tepeye çıktım. Gelinciği bol bir yol bulup, yine başladım soyup yemeye. Onlarsa, hava kararmadan işlerini bitirmek için var güçleriyle çalışıyorlardı.
Akşam olmuş, eve dönme zamanı gelmişti. Eve vardığımızda düğün hazırlıkları başlamıştı. Hemen ısıtılmış suları alarak, banyo odasına çekildik. Çok fazla sürmeden hepimiz temizlenmiştik. Kızlar bindallı dedikleri işlemeli elbiselerini giydiler. Ben de çok özendim; ama bana olacak bir bindallı yoktu. O yüzden en güzel elbisemi giyip peşlerine takılmıştım.
Bir evin önüne geldiğimizde, bu kızın eviymiş, davul zurna çalıyordu. Köylüler el ele halay çekiyorlardı. Adına bar oynamak deniyormuş. Bu gün düğün değil, kına gecesiymiş ve köyde düğünler üç gün sürermiş. Eve girdiğimizde, gelinin kırmızı bindallı giysisi üzerine, renkli puşilerden duvak örttüklerini ve sedirin üstünde ayakta durduğunu gördüm. Kadınlar ve kızlar, evde yine halaya durmuşlardı. Çok hoşuma gitmişti.
“Bende gelin olmak istiyorum.” diyerek mızmızlanınca, benim de başıma kırmızı bir puşi örterek gelinin yanına çıkardılar. Gelinse hiç konuşmadan, öylece ayakta duruyordu. Başlarda bana çok güzel gelen bu olay, oraya çıktığımda sıkılmama sebep olmuştu. Hevesim çabuk geçince, halaya girmek ve öğrenmek daha hoşuma gidecek gibi geldi.
Söylenen türküleri kadınlar köy diliyle ve farklı söylüyorlardı. Pek anlayamasam da kulağıma hoş geliyordu. Epey bir zorlansam da, sonunda ayaklarımı, onların ayaklarına uydurmuştum ki; davul zurna başka bir türküye geçince, ayak hareketleri de değişti. Bu oyun daha zordu; ama ben çok sevmiştim. Hala sevmekteyim. “Çirişe gitmezdim annem yolladı, çıktı tepelerden beni kolladı, ula Mahmut emmi sen kurtar beni.” diye devam ediyordu. Bizim düğünlerimizde de hala davul zurna çalar ve bu türkü en çok çalınandır. Epey sıra türküleri arasında, mumlarla etrafında dolanarak, gelini ağlatarak kınayı yaktılar eline. Leblebi, kuş üzümü, kabuklu fıstık, bolca çay ikram edildi. Kıtlama şekerle içilirdi çaylar. Kına çok hoşuma gitmişti. Benim de ellerime kına yakıp bezlerle bağlamışlardı. Sonucunu merak ediyordum.
Kına gecesi bitip eve giderken, amcamın sabah şehre gideceği aklıma geldi. Ondan uzun zamandır özlediğim bir şeyi isteyecektim. Eve geldiğimizde ellerimi yıkamak istedim; izin vermediler. Sabaha kadar kalacakmış. Offf! Ne zor işmiş kına yakmak… Kafan kaşınsa kaşıyacak elin yok; sabahı beklemekten başka çare de yok. Amcamın odasına gidip kulağına istediğimi fısıldadıktan sonra, yengemin “Sen dur hele. Yarın olsun göreceksin.” şeklinde tehdit dolu bakışları altında çıktım odadan.
Yarın beni zorlu bir gün bekliyordu. Amcam da yoktu. Nasıl baş edecektim ben bu kadınla…
16.11.2012__________________Seher_Yeli S.ZerrinAktaş
YORUMLAR
efendim çok güzel çok hoşdu tarlaya gitmeniz artık yarı köylüde sayılırsınız epey birşeyler öğrenmişsiniz tebessüm ederek okudum bakalım ne yapacaksınız o yengenizle hatırlatıyormusunuz latife yoluyla yengenize o günleri nerden nereye hayat işte hadi kolay gelsin efendim devamını beklediğimi bildirerek saygılarımla selamlar
inşallah geçmişler olsun....önce sağlığınız tabiki bizler için gerisi o kadarda önemli diil...şaire...m