- 495 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Batıp Duran Bir Kıymık
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Aktı gitti yine bir saniye. Kum tanesi misali karıştı zaman denen denize, kayboldu. Böyle yaşanmamış anlarla doluydu günleri, geceleri. O anlarda nereye kayboluyordu gözleri, elleri; bir yerlerde yine devam ediyorlar mıydı işlevlerine, onlarla birlikte kendisi de tam olarak var oluyor muydu, bilmiyordu. Aynaya bakıyordu bu yüzden sık sık. Gerçekten var mıyım diye… Göz göze geldiği kadın bedensel olarak eksiksiz de olsa, gözlerindeki o tekinsiz karanlık açıklıyordu ona bu eksiklik duygusunu. Neden elleri kendine ait olmaktan çıkıyor böyle?.. Ve neden görmez oluyor gözleri?
“Yine nerelerdesin?” dedi annesi. Sesindeki yakınan ifadeyle bir avuç su serpti genç kadının uyuklayan benliğine. Oysa bilirdi, kızı ruhunun bu ani silkelenişlerinden nefret ederdi. Biri onu arkasından buz gibi suya itmiş gibi ürpererek bakardı karşısındakine. Artık uyandığını, yine bu odaya döndüğünü kabullenip buna uygun biçimde davranmak yerine neden uyandırdın diye suçlar dururdu gözleriyle.
Ama Sacide Hanım bilirdi, bu öyle katıksız, meleklerin kol gezdiği, içine dalanı huzura götüren uykulardan değildi. Her şeyden önce gözleri kapalı değildi, yani kontrol ne kadar elinden çıkmış görünse de aslında kızının bir parçası hala uyanık kalmaya devam ediyor ve gözlerini karanlığa gömen bu gerçek dünyadan uzaklaşmasına birtürlü izin vermiyordu. Ya tam uyanmalıydı bu durumdan kurtulmak için, ya tastamam bırakmalı kendini uykunun o bulutsu kollarına. Sacide Hanım da bu seçeneklerden yapabilmesi daha mümkün görüneni seçmiş ve bir avuç su yerine geçen o soruyu yöneltmişti.
“Aman anne…” dedi bıkkın bir sesle Nergis. “Burdayım işte! Nerde olacağım? Hem nereye gideceğim ki?”
“Valla o koltukta nerelere gittiğini ben değil ancak sen bilirsin. Ama bir yolculuk olduğu da kesin.”
“Ah anneciğim, yine çok abartıyorsun. Tamam, keyfim çok yerinde olmayabilir. Ama kim eksiksiz olarak iyi hissediyor ki kendini sanki? Hep bir eksik gedik… Derinlerde bir yerinde batıp duran bir kıymık…”
Bunları der demez pişman oldu Nergis. Geri almak için geç miydi sözlerini, anlamak için annesinin yüzüne baktı. Elma soyuyordu, belki dediklerini kaçırmış olabilirdi. Hem umut hem kaygı dolu birkaç saniye ne diyeceğini bekledi.
“Onu düşünüyorsun değil mi?” dedi birden annesi, bulundukları o loş yerden çıkararak gölgeleri… Oradaykenki belirsiz görünümleriyle bile bu kadar acıtırlarken canını, onları daha da görünür hale getiren çiğ bir ışık vurarak üzerlerine…
Gözlerini kapadı elinde olmadan. Işıkları söndürmek ister gibi… Ama göz kapakları açık da olsa kapalı da, neyi görüp görmediği fark etmiyordu ki aslında! Gerçekte olmayan şeyleri var etmiyor muydu bu odada az önce de? Annesi o soruyu sormazdan evvel … Sacide Hanım sadece biraz daha net görmesini sağlamıştı o şeyleri, o kadar. Acıtan şeyleri bir parça daha acıtır hale getirmiş, belki de böylece büyük bir iyilik yapmıştı kendisine. Uyandırdıkları duyguyu katlanılır bir sınırda tutmasına neden olan tüm çarpıtmalardan sıyrılmış, gerçek görünümleri ve anlamlarına yeniden kavuşmuş olarak bir kez daha bakmasını sağlamıştı onlara.
O kadının saçlarını göstermişti. Onların güneşin altında başaklara benzeyen pırıltısını… Sarının en güzel tonunda... Kocasının başak tarlasında gezer gibi okşayışını hatırlamıştı herbir telini. Gerçi hiç görmemişti okşarken onları. Ama görmemesi yaşamında var etmesini engellemiyordu ki!
Annesi o soruyu soruncaya dek renklerin kaybolduğu loş bir bölgeye göndermişti o kadını. O caddeden kocasıyla sarmaş dolaş geçerkenki haliyle arasıra belirse de zihninde, ancak birkaç saniye sürüyordu onu önceki yerine göndermesi. Bu yüzden yalnız kalmayı bu kadar çok seviyordu. Gönlünce oynayabiliyordu görüntülerle. Işıkta, acıyı tam kıvamında bırakan ayarlamalar yapabiliyordu. Ama biri varsa yanında ve kaçmak istediği şeylerden söz etmeye başlamışsa birden, sert bir şamar yemiş gibi sersemliyor ve nasıl büyük bir kandırmaca içinde olduğunu itiraf etmek zorunda kalıyordu kendine.
“Seçil’e söyledin mi?” dedi annesi.
“Hayır!” dedi, kızının adını duyduğu her zamanki gibi içi sızlayarak. “Sınavları var. Şimdi söyleyemem.”
Boşanacaklar mıydı gerçekten? Yarın dilekçeyi verecek miydi? Az öce aynaya bakarken orada gördüğü kadına defalarca bunu sormuştu. Elleri, gözleri gibi tüm duyguları, benliği de kendisine ait olmaktan çıkmış, aynanın içindeki o kadında kalmıştı sanki. O daha iyi bilirdi belki, gerçekten istiyor mu bunu? Hayatından çıkarmaya hazırlandığı o adam olmadan da var olabilir mi?
Şimdiyse çok net bir cevabı vardı. Her şey bu kadar ayan beyan ortadayken, o sarışın kadın eli kocasının belinde fink atmaya başlamışken odanın orta yerinde, annesi yüzünden bu kadar ışığa boğulmuşken ortalık… Evet, ne istediğini çok iyi biliyordu artık.
YORUMLAR
Sevgiyi bilmeyen İnsanlar bir gün terk ettikleri gibi terk edilecekler.
Vefayı bilmeyen sadakatten yoksun olan da yaşadım diyecek mi?
Dilerim bu durum sizin başınızda değildir.Sevgiler güzel yürek.